İnsanlık tarihine panoramik bakabilseydik uzaktan bir manzaraya bakar gibi, ne hissederdik, nasıl değerlendirirdik bu manzarayı acaba? Onca acıyı, yıkımı, kanı, göz yaşını nasıl adlandırırdık da, ardından hangi türküyü söylerdik, kahramanlık mı, ağıt mı, gurur mu, öfke mi, pişmanlık mı..Sonra belleklerimize kazınan bu manzarayla nasıl yaşamaya devam ederdik, bu yükü taşırken sırtımızda yorgunlukla bir köşede düşünmez miydik, yıllar sonra bizim baktığımız gibi birileri de bakıverse bu manzaraya, bizi de görmez miydi bu panoramada…Biz de artık bu manzaranın bir parçası oluvermez miydik onun gözünde?
İki insan… Karşılaşırlar bir tren kompartımanında. Bilmezler ki, aynı şehirde
yaşarlar, ve haaa bilmezler ki komşular. Bilmezler ki, onlar farklı renktedirler, farklı renklerin cephelerinde geçirmişlerdir, bir gün önce ilan edilmiş barışın savaşını. Hiç kimsedirler onlar, ya da belki herkes. ‘Savaş alanı’ aslında sadece savaş alanı değildir, bellekleridir, anılarıdır, tarihleridir, yargıları ve önyargılarıdır, bugünleri ve yarınlarıdır, hikayelerinde artık noktayla biten bir cümle değildir ‘cepheler’.
Bu tren bir öyküye giderken yollar nasıl kesişir, yollar nasıl geçilir???
Anahtar Kelimeler: hiç kimsenin öyküsü
0 Yorum