TİYATROMUZUN YENİ DON KİŞOT’LARINDAN ESKİ FARS: “KARMAKARIŞIK”
Ali Sunal’ı, inanın bana on yılı aşkın bir süredir mercek altında tutuyorum. “Şaban ile Şirin” oyununu yanılmıyorsam 1996-97 sezonunda izlemiştim. “Propaganda”, “Banka”, “Okul” gibi filmlerini de seyrettim. “En Son Babalar Duyar” başlıklı TV dizisinde de pek iyiydi. “İkinin Biri” adlı oyun ile Sadri Alışık Ödülleri’nin “Komedi Dalında En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu”luğuna değer görüldüğünde, inanın ki pek sevindim. Ayrıca, Afife Jale ve Selim Naşit ödüllerine de aday gösterildi. Meğer şimdilerde yapımcılığa bulaşmış. Ankara Ekin Tiyatrosu’nun kurucularından Tarık Güvenç’in İstanbul’da kurduğu Donkişot Tiyatro ile Ray Cooney’in ünlü “Karmakarışık-Out of Order”ını sahnelemekteler. Nazım Hikmet’in dediği gibi “ölümsüz gençliğin ‘son’ şövalyesi” bunlar. “Güzelin, doğrunun ve haklının fethine çıkmışlar”. “Önlerinde mağrur, aptal devleriyle dünya; altlarında mahzun, fakat kahraman Rosinant’ları”, yani tiyatro tutkuları… Böyle bir çabaya, ilk oyunları dahi izlenilmeksizin alkış tutulmaz mı? Ben tutarım! Tuttum da…
SABUN KÖPÜĞÜ, MABUN KÖPÜĞÜ… BU OYUN GİŞE YAPAR.
Alkış tuttum ve tiyatroların özverilerle, büyük güçlüklerle ayakta durabildiği ülkemizde, yediden yetmiş yediye insanları düşündürtmeden güldürebilecek, sabun köpüğü mabun köpüğü, gişe yapabilecek böyle bir oyunu repertuarına alarak bir kez daha sahneye taşımalarını eleştirmekten kaçınmaya özen göstererek ve düşünerek karar verdim. Hatta, ortam gereği saygıyla karşıladım. Ama hiç değilse iyi kotarılması koşulumdu, zira profesyonel bir yazardım ve yaptığım işi, amacına uygun olarak en iyi biçimde sonuçlandırmaya çabalıyordum. Elbette kendime özgü düşüncelerim, eğilimlerim, ilkelerim vardı, ortam mortam, ana, baba, gardaş/arkadaş falan tanımamalı, değerlendirmelerimi düşüncelerim, eğilimlerim, ilkelerim doğrultusunda yapmalıydım.
1991’in Şubat ayında Dormen Tiyatrosu yapımı olarak izlediğim, yanılmıyorsam 2005-2006 sezonu oyunu olarak da Eskişehir Belediye Tiyatrosu’nda gene Haldun Dormen yönetiminde sahnelendiğini bildiğim bir “vodvil/fars” örneği olan “Karmakarışık”ı, vallah billah işte aynen bu duygu ve düşünceler sarmalında izledim. Buyurun sonuçları efendim.
OYUNA KORKARAK GİTTİĞİMİ İTİRAF EDİYORUM
Fars ya da vodvil denilen oyun türü, bilindiği gibi, doğaçtan yaratılan güldürü öğesine dayanmakta. Kaba bir mizah anlayışı, kalıplaşmış karakterler, olmayacak durumlar, gereğinden fazla abartı… Bunlar farsın olmazsa olmazları sayılıyor, elbette bilirsiniz. Eee… Tür böyle n’apalım! Yapacak bir şey yok da, kaba tiplemeleri ve inandırıcılıktan uzak olay örgüleri, sadece paldır küldür açılıp kapanan kapılar, kendiliğinden kapanan pencereler, hızlı girip çıkmalarla dinamizmine kavuşturulmaya kalkışılırsa ve oyun oyunculuktan yoksun bırakılırsa, vodvil/fars, estetik açıdan komediye oranla pek zayıf, hatta solda sıfır kalmaz mıydı? Ne yalan söyleyeyim, oyuna korkarak gittim.
EMRE TÖRÜN’ÜN YÖNETİMİ
Haldun Dormen oyunu, bu kere Kemal Uzun ile birlikte dilimize çevirmişti. Neden, raftaki çeviriyi yeniden çevirmişler elbette bilemezdim, ama 90’lı yıllardaki Haldun Dormen çevirisinde yer alan, bugün için kimi pörsümüş sözcükleri yeni çeviri metninden nasıl olmuş da çıkartmamışlar ne yalan söyleyeyim için için eleştirdim. Çevirisinin güncelleşmemiş olmasını eleştirdiğim ve 1980’li yıllarda Thatcher döneminde bir bakanın (ilk yapımda galiba başbakan yardımcısıydı) İşçi Partisi’nin sekreterlerinden biriyle bir gecelik kaçamak yapmak üzere bir otel odası tutmasıyla başlayan, kentin manzarasını da gecelerine katmak isteyen çiftin, perdeyi açtıklarında cama sıkışmış bir cesetle karşılaşmalarıyla karmakarışıklaşan oyunu Emre Törün, farsın gerektirdiği matematiği savsaklamadan ve gerekli sahne trafiğini sağlayarak, koreografik komiklikleri Haldun Dormen’in ilk yapımından alıntılayarak da olsa başarıyla sahneye taşımıştı. Sahneye taşırken, farsın önemli öğesi “gerçek içinde saçma” komiğini hiçbir yabancılaştırmaya yaslanmadan vermeyi de başarmıştı. Durumları en yalın haliyle geliştirmiş, gerekli olan fevkalade hızlı ritmi sağlayarak, seyircinin bu sayede mantık arayışını engellemişti.
YARATICI KADRONUN YAPTIKLARI
“Gel bakalım oyunun diğer yanlarına eleştirmen efendi,” derseniz, Kaan Güreşçi’nin dekor tasarımından başlamak isterim. Eklerim: “Pek de iyi değil,” derim. Neden: “Pek de iyi değil” diye sual edecek olursanız, “Güreşçi, öncelikle oda kapısının yerini yanlış kullanmış,” diye yanıtlarım. 1991 yılındaki yapımda, dekor tasarımcılarının başbüyücügillerinden Osman Şengezer, yanlış anımsamıyorsam oda kapısını soldan içeri açıyor, oda kapısı açıldığında odanın numarası bile görünüyordu. Sahne önüne aldığı gardırop/dolap ise, cesedin saklandığı tablolara bu yapımdaki gibi sorun yaratmıyordu. Diğer taraftan, odanın görkemli olmamasını eleştirmemi lütfen beklemeyiniz benim Saygın Okurum. Emre Törün, oyuna bir replik ekleyerek sorunu akıllıca çözmüş. Ulaş Yatkın’ın ışığı ise tipik mi tipik fars ışığı. Cascavlak ve fazla beyaz. Duygu Kabaçam, bilinçli bir kostüm sentezi yaratmamış. Bakanın karısı, gecenin o vakti otele o kıyafette mi gelir a Canım Efendim? Bakanın kostümü öyle mi olmalı? İngiltere’de otel müdürü öyle mi giyinir? Neyse!..
OYUNCULUKLARA GELİNCEEE…
Gazanfer Ündüz, Gazanfer Özcan & Gönül Ülkü Tiyatrosu’ndaki yardımcı oyunculuklarına hiçbir şey katmadan Otel Müdürü’nü canlandırmakta. Londra’daki bir otel müdürünü değil, adeta Sirkeci otellerinden birinin kâtibi gibi… Richard Phillips’te Volkan Ünal, kontrolün, zamanlamanın, oyuna yaşamsal disiplinle hazırlanmanın oyuncunun vazgeçilmezleri olduğunun bilincinde. Doğal fizikselliği dış aksiyonu mükemmel yansıtıyor. Ünal’ın tiyatrocu kimliğine ve komedi oyuncusu gömleğine hayran olmamak olanaksız. Tiyatrokare’den tanıdığım Deniz Oral (Ronnie), Garson’da Ali Uyandıran, gerçekdışılığın yansıması sırasında, doğrusu oyuncular arasındaki emniyet ve güven duygusu pekiştiren bir oyun vermekteler. Ama Ali Uyandıran’a artık bir çift sözüm var: N’olur “Bizimkiler” dizisindeki “Halis” tiplemesinden kurtulsun. Mandy Harmon’da Yasemin Öztürk, sahneye gerçekten estetik bir tat salıyor. Öztürk, belli ki “okullu”. Dolayısıyla, onun komedinin oluşmasını ve komik karakter yaratımındaki özelliği daha bir belleyeceğine inanmam gerekmekte. O bir okullu ise; farklılığının, kişiliklerin yanında, çeşitli fiziksel özellik ayrımının belirginleşmesinden kaynaklandığını elbette biliyor olması kaçınılmaz. Ammaaa… Her şeyden önce aman sözcüklere, vurgulara dikkat! Bundan böyle “dal:kavuk” demek yok, sözcüğün doğrusu “dalkavuk” çünkü…
ZEYNEP GÜLMEZ İYİ YOLDA
Cansın Özyosun’a “kötü” diyemeyeceğim, ama tiyatro sahnesinde Hizmetçi’yi canlandırmanın TV’deki “dizi dizi incilerde” rol kesmekten, örneğin “Pelin”i oynamaktan çok daha zor olduğunu ve tiyatronun çoook çalışma gerektirdiğini anımsatacağım. Kırılmak, darılmak yok! Cansın Özyosun’dan kendisini geliştirmesini beklemek, anamın ak sütü gibi hakkım benim. Hemşire Gladis’te Nurkan Törün, bu rolün altından pekâlâ kalkmakta. Olanak bulabilirsem kendisini Tiyatro Ti yapımı “Başkan ve Hayalet”te de izlemek isterim. Yolu açık Törün’ün. Zeynep Gülmez, Oyun Atölyesi’nde izlediğim “Cimri”deki Mariane tiplemesi ertesi “amca” olarak söylediklerime “itibar” mı etmiş, yoksa kendi kendini mi düzeltmiş bilemiyorum, ama Suzan Phillippe’yi belirginleştirdiğini, sesinin parametrelerini değiştirme sanatında başarıya ulaştığını açık yüreklilikle söyleyeceğim. Bu arada, Emre Törün’ün zor olduğuna inandığım “Ceset” rolüne bir anlamda beden dilini de katarak “can vermesini” kutlamadan edemiyorum. Ceset’e inanılırlığından hiçbir şey kaybettirmiyor. Emre Törün’ün her komedi oyuncusunda pek rastlanmayan bir tür yeteneği olduğu kesin.
ALİ SUNAL FİLİZ VERİYOR
Mercek altındaki Ali Sunal’a gelinceee: George Pigden’in doğallığını seyirciye aktarırken, yapay bir takım fiziksel illüzyonları fevkalade başarılı bir biçimde ön plana taşımayı başardığını söylemeden edemeyeceğim. Oyundaki sıradan tabloları ciddiyetle algılamakta Sunal. Ciddi yöne mizahi açıdan eğilebilmeyi başarması, genç oyuncunun ilerisi açısından daha ciddi anlamlarda umut vermekte. En azından beni gönendirmekte, iyiden iyiye ümitlendirmekte.
(Nisan ayı boyunca her Cuma saat 21.00’da Profilo Kültür Merkezi’nde – Telefon: 0212 217 70 97 – 8)
Anahtar Kelimeler: karmakarışık, DonKişot Prodüksiyon
0 Yorum