YAKUP KADRİ’NİN YABAN’INDAN GÜNÜMÜZE AYDIN SORUNSALI ve HALİDE İLE NAZIM’IN BİR TUHAF BULUŞMASI
Gestus Tiyatro Halide İle Nazım’ın Bir Tuhaf Buluşması isimli yeni oyunlarını geçtiğimiz ay seyirci ile buluşturmaya başladı. Her sezonun sürpriz oyunları olur, bu oyun da bu sezonun sürpriz oyunlarından oldu. Özellikle dev prodüksiyonların, şöhretli isimlerin, reklamı bol oyunların yanında bu oyun, seyirciden kısa sürede büyük bir ilgi gördü ve kendinden bahsettirdi. Bunda belki de en büyük sebep - oyunun kendi başarısı olduğu kadar- gerçek tiyatro seyircisinin az önce bahsettiğim dev prodüksiyonların başarısızlığından sıkılıp da ‘tiyatro’ izlemek için bir seçenek arayarak bu oyunu keşfetmesiyle oldu.
Oyun, Halide ile Nazım karakterleri üzerinden bir aydın çatışmasına ve oradan da toplumsal eylem / eylemsizlik üzerine bir fikir münakaşasına dönüşüyor. Yazar-Yönetmen Gökhan Erarslan kurucularından olduğu Gestus Tiyatro ile politik tiyatro türünde oyunlar sahnelemeyi tercih eden bir isim. 2019 yılında yazıp yönettiği Orijinal Günahlar adlı oyunu o dönem büyük ses getirmiş, ödüller almış fakat 2020 yılında başlayan pandemi nedeniyle sahne yolculuğu yarıda kesilmişti. Bu oyunla Gestus Tiyatro yeniden adından söz ettirmeyi başarmış gibi görünüyor.
Gökhan Erarslan ile yaptığım kısa görüşmede, Yakup Kadri’nin Yaban adlı romanından günümüze kadar devam eden aydın sorunsalı üzerine farklı bir bakış açısı getirmek için bu oyunu yazmaya karar verdiğini anlattı. Bilindiği gibi Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ilk kez 1932 yılında yayınlanan ünlü romanı Yaban, I. Dünya Savaşı’nda bir kolunu kaybeden bir Ahmet Celal isimli bir subayın, emir erinin ısrarıyla gelmiş olduğu Porsuk çayı yöresindeki bir Anadolu köyünde yaşadığı çelişkileri anlatmaktadır. Romanda Anadolu’da bulunan insanlar ile İstanbul’da yaşayan insanlar arasındaki fark, benimsemiş oldukları değerler bakımından ortaya konmuştur. Bu fark toplum ile aydın arasındaki çatışmayı belirginleştirir.
Gökhan Erarslan ise iki farklı edebi ve tarihi kişiliğin isimlerini simgesel olarak kullanarak günümüz aydın profilinin çıkmazlarını masaya yatırmaya çalışıyor. Cumhuriyet öncesinde başlayan ve günümüzde hala devam eden aydın sorumluluğu ve onun getirdiği ideolojik / politik eylemsel tavrın nasıl şekillenmesi gerektiğine dair sorunlar bu oyunun ana merkezinde yer alıyor. Günümüz aydını sadece toplumla ve farklı kutuplarla değil artık kendi kendisiyle de kavgalı. Nabza göre şerbet veren, girdiği kabın şeklini alan, tutarsız ve her devre göre kendini konumlandıran sözde aydın tipolojisi her ne kadar eleştirilse de soyutlayamadığımız bir gerçeklik maalesef. Oyun ana eksende bunu ele alarak dramatik kurguyu başlatıyor. Medeniyetin simgesi olarak nitelenen bir tren, tam da adalet sarayının açılış günü bekleniyor. Peki, o tren gelecek mi? Samuel Beckett’in ölümsüz eseri Godot’u Beklerken’i anımsatan bu bekleyişin içinde duyduğumuz ilk replik ‘Adalete sırtınızı dönmüş gibisiniz!’ oluyor. Bu bir tesadüf değil ve yazar daha ilk replikten bir adalet arayışının vurgusunu yapıyor. Bu arayış sadece sahne üzerinde aranan bir arayış değil tabii ki, bu arayış şu an bu toplumun yaşadığı en büyük sorun belki de…
Gökhan Erarslan’ın İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen ve Mitos Boyut Yayınevi’nden de çıkan politik oyunu Vakti Geldi’yi anımsatan bir giriş var oyunda. Bir bank ve o bankın mülkiyetine sahip olmak isteyen iki kişiyi görüyoruz. Oyunun Oğuz Şahin imzalı sahne tasarımı bir yarım kalmışlığı, bir parçalanmışlığı, bir yıkık döküklüğü ifade ediyor. İşte bu yıkık dökük tren istasyonunun yakınında bekleyen bu iki tekinsiz kişi bize Edward Albee’nin Hayvanat Bahçesi Hikâyesi oyununu anımsatıyor. Gerçekten de oyunun pek çok yerinde pek çok oyuna ve felsefi görüşe göndermeler var. Metnin en büyük gücü de buradan geliyor. Spinoza’dan Kant’a, Aiskhülos’tan Shakespeare’a aşina olduğumuz sözlere, fikirlere, repliklere ara ara selam veriyor yazar. Bu entelektüel seyirci için büyük haz veren bir durum. Çünkü son dönemde çalakalem yazılmış metinlerdense derinlikli bir metni takip etmenin hazzını yaşıyoruz. Sahnedeki iki karakter birbirlerini tanımaya ve geliş nedenlerini sorgulamaya devam ederken oyuncuların enerjileri bizi içine çekiyor. Odakta kalmamızı sağlayan unsurlardan birisi de bu. Gökhan Erarslan metnini ve rejisini iki genç oyuncuya emanet etmiş. Ayşegül Karademir ve Yusuf Nebioğlu. Her ikisi de coşkuyla ve nefes nefese oynuyorlar. Oyundan aldıkları keyif bize de yansıyor. Zaman zaman o coşkuyla aceleci olmasalar daha iyi olacak. Çünkü çatışmanın içinde yapılan vurgular hızlıca geçip gidebiliyor ve gerektiği kadar anlaşılamayabiliyor. Yapabileceğim tek eleştiri bu onlar için. Onun dışında sahne kontrolleri, metni aktarışları ve karakter yorumlamaları çok başarılı. Oyundaki sürprizler, bir matruşka bebek gibi açıldıkça derinleşen hikâye ve çatışma unsuru yetmiş dakika boyunca gözlerimizi kırpmadan oyunda kalmamızı sağlıyor. Yazarın merak unsurunu sürekli yukarda tutma çabası belki de bunun en büyük nedeni. Süre olarak sarkan hiçbir yer yok.
Oyundaki iki aydın karakter, iki farklı yöntemle bir eylemin ya da bir protestonun meşruluğunu tartışıyor. Bu tartışma ekseninde de birbirlerini ve savundukları fikirleri eleştiriyorlar. Belki de yazar bize bu kayıkçı kavgasının esas tartışmayı kaçırmamıza neden olduğunu anlatmak istiyor olabilir. Demokrasinin bir sihir numarası olduğunun vurgulanması, sanatçının yaptığı işin palyaçoluk denilerek küçümsenmesi, baskılar yüzünden Hamlet oynamak zorunda kalmak, yeri geldiğinde üç maymunu oynayan topluma bir şeyleri işaret diliyle anlatmaya çalışmak oyun sonunda aklımda kalan en özel anlardı. Gelmeyen trenin sonsuz beklenişine vurgu yapan döngüsel hareket tasarımı ile Ezgi Hüyükpınar Erarslan sadeliğin zarafetine örnek teşkil eden bir yorum sunuyor. Işık Tasarımında Ayşe Sedef Ayter’in her zaman bilinen ince işçiliği ve tabii ki Bulutsuzluk Özlemi’nin müthiş şarkıları oyununun tamamlayıcı unsurları değil, oyunun yaşayan unsurları gibi duruyor. Bunlardan herhangi biri olmasa bu oyun eksik kalırmış gibi geliyor seyirciye. Yalnız sahnelerin ses sistemleriyle ilgili sıkıntılar bu sezon çok dikkat çekiyor. Bu oyunda da bu sıkıntılar şarkılarda seyir zevkini etkiliyor. Buna dikkat edilmeli.
Her yönüyle düşünülmüş, ustalıkla çalışılmış bir oyun olmuş Halide İle Nazım’ın Bir Tuhaf Buluşması. Yakın dönem tiyatrosunda unutulan metnin gücüne odaklanıyoruz uzun zaman sonra. Oyunun adıyla zihinde oluşan beklenti sahnede izlediğimiz oyunla kırılıyor. Çünkü bambaşka bir dert var. Bambaşka bir tuhaflık var. Açık biçim denemenin yer yer bu tuhaflıkla absürde göz kırpması bizi gülümsetti oyun boyunca.
Aydın olmak; güzel kıyafetler giymek, kolalanmış yaka takmak ve başında modern bir şapka takmaktan ibaret değildir, der Beyaz Zambaklar Ülkesinde Grigory Petrov. Oyunun ana çatışmasında yaptığı vurguyla son dönem siyasetini ve yaşanan toplumsal olayları düşündüğümüzde tam yerine denk gelmiş bir oyun olmuş. Sadece eğlenmeye değil, biraz düşünmeye niyetlenmek için... Ömrü uzun olsun ama sırtları adalete dönük olmasın.
Ülkü Menderes
Ülkü Menderes: Yazar, Dramaturg, Oyuncu ve Koreograf… Lisansını Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık ve Dramaturgi Bölümü’nde tamamladı. Halen Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dramatik Sanatlar Bölümü’nde lisansüstü eğitimine devam etmektedir. Ödenekli ve özel tiyatrolarda çalışmaktadır.
Anahtar Kelimeler: gestus tiyatro, Halide İle Nazım ın Bir Tuhaf Buluşması
0 Yorum