İSTANBUL DEVLET TİYATROSU'NDA İYİ ÇALIŞILMIŞ BİR YAPIM: "ÇAYHANE"
Özdemir Abicim, beni amma heyecanlandırdınız yahu! İzmir Sanat'tan Kezban Kuyumcu aradı, kalktım 23. İzmir Tiyatro Günleri'ne bir söyleşi için 2 Nisan günü İzmir'e geldim de, dinleyiciler arasında seni, üstüne üstlük yengemi görünce içim pırpır etti vallahi. Mikrofonda da söyledim ya, heyecandan olsa gerek konuşurken hiç durmadan “ördek” gibi su içtim.
Orada konuşamadık, toplantı sonrası da acelem vardı, salondan hemen ayrılmak zorundaydım, hatta İzmir Sanat'ın yöneticisi Sergül Bulut'a da doğru dürüst bir teşekkür edemedim. Dönüş uçağında, 2003'ün Haziran ayının sonuna doğru, seni telefonla arayışım düştü aklıma. CNBC-E'de izlediğim bir filmi anlatmıştım sana, bilmem anımsarmısın. “The Teahouse of the August Moon / Çayhane” adını taşıyan bu film, bir Amerikalının tamamen başka bir kültürle baş etme çabalarını ve başına gelen ilginç olayları, hayli esprili bir dille anlatıyordu. Yönetmen Daniel Mann'di ve 1956 yılında çekilmiş bu filmde Mann'in en büyük şansı, zaten önemli adlardan oluşan oyuncu kadrosunun, normalin üstünde bir performans sergilemiş olmasıydı. Marlon Brando ile Gleen Ford başrollerdeydi. Hatta telefonda: “O, sanki oyunculuk için doğmuş bir adamdır,” demiştin Brando için. “Her ne kadar ikide bir 'oyunculuk boş ve yararsız bir meslektir,' demiş olsa da, sinemadan hiç vazgeçmemiştir o. Burjuva ahlakına ve aşırı düzenli bir yaşama karşı başkaldırışını, özel yaşamından filmlerine de gayet güzel taşımıştır,” diye de eklemiştin.
ÇAYHANE İSTANBUL DEVLET TİYATROSU'NDA
İstanbul Devlet Tiyatrosunda “Çayhane”nin tiyatro oyunu olarak galası ocak ayının ortasında yapıldı. Meğer bu oyun, 55 yıl önce İstanbul Küçük Sahne'de oynanmış. Ben doğal olarak hatırlamıyorum. O tarihte Sakini'yi oynayan Mücap Abi (Ofluoğlu) ile yan yana oturduk. Oyun öncesi perde açıktı ve Şakir Gürzumar'ın Atatürk Kültür Merkezi'nin geniş sahne olanaklarını kullanacağı anlaşılıyordu.
Elbette bilirsin, ama ben gene de konuyu sana anımsatayım. Yıl 1945... Müttefik Kuvvetleri baharda Okinawa`ya kanlı bir harekât düzenler... Binlerce Amerikalı ve Japon'un öldüğü harekât Amerikalılar açısından zaferle biter ve Amerika bölgeyi işgal eder. Sıra bölgeye, yani Okinawa`ya demokrasi dersi vermeye gelir. Görevi yerine getirmek üzere de, Amerikalı Yüzbaşı Fizby, Okinawa`da Tobiki adlı küçük bir köye gönderilir.
İNSANLIK DERSİ VE DEMOKRASİ
Demokrasi dersi vermek için köye gelen yüzbaşı, insanlık dersi ve demokrasinin ne olduğunu, yine bu köyde öğrenecektir. Amerikan Hükümeti, köye askeri okul yapılmasını ister, ancak köy sakinleri askeri okul yerine çayhane yapılmasını istemektedir. Üstelik Yüzbaşı Fizby`ye bir de geyşa armağan edilince, Pentagon`un planları alt üst olur.
Çayhane, esasında günümüzde Irak`ta yaşananlara göndermeler yapan bir oyun. Silah, şiddet ve kaba kuvvetle hiç bir şeyin halledilemeyeceğini anlatan Çayhane, zekâ ve inceliğin galip geldiğinin de en güzel mesajını veriyor oyunla.
Eserin yazarı Vern Sneider, o işgal ordusunun subaylarından biri... Yine aynı ordunun subaylarından işgale bizzat tanıklık etmiş John Patric oyunlaştırmış bu ünlü romanı. Amerika'nın işgal mantığı ve bu mantığın “öngörülemeyen” sonuçları üzerine iyi bir komediydi İstanbul Devlet Tiyatrosunda izlediğimiz. Yanımda oturan duayenlerden Mücap Ofluoğlu, Sakini'nin neredeyse tüm repliklerine eşlik ederek beni şaşkına çevirdi. Bizim kuşak dün yediğini unuturken, Mücap Abi 55 yıl önceki rolünün tümünü anımsıyordu be Özdemir Abi. Bir kez daha anladım ki, o kuşağın yediği ile bizim yediğimiz oldukça farklı.
ALİ CEM KÖROĞLU'NUN DEKORU VE BEYNİN GÖZLERİ
Mücap Abi, replikleri sıraladıkça anladım Ayşe Sarıalp'in çevirisine dokunulmadığını. Çeviri rahatsız edici değildi, ama kulak kesilince bayatlığı pekâlâ anlaşılıyordu. Ali Cem Köroğlu usta işi bir dekor tasarlamış, Gülhan Kırçova uygun giysileri bulup buluşturmuştu. Yalnız, Amerikan bayrağının o yıllarda kullanılan bayrak olmamasını anlayamadım, Ali Cem Köroğlu'na sormak olanağını da bulamadım Özdemir Abi. Ama dekorun, senin deyiminle beynin gözlerine yöneldiğini itiraf etmeden edemeyeceğim. Evet… Tam senin istediğin gibi, oyuncu sahneye girdiği anda dekor kayboluyordu. Ben de Platon gibi düşündüm ve: “Ben güzelliği arıyorum, güzel şeyleri değil,” dedim içimden. Önder Arık'ın ışık tasarımını yaparken, oyunu en ince ayrıntılarına varıncaya dek incelediği ayan beyan belli oluyordu. Nil Berkan'ın dans düzenine tek kelimeyle şapka çıkarılırdı, ki ben şapka çıkaramadım, çünkü şapkam yoktu.
Şakir Gürzumar, sahneyi eylemin gereklerine uygun olarak geniş sınırları içinde tasarladıktan sonra, eylemin kendisiyle de en ince ayrıntısına varıncaya dek tablo tablo, replik replik bir sıraya, bir düzene koymuştu. Hal böyle olunca da ortaya dört başı mamur bir oyun çıkmıştı Özdemir Abi. Doğrusu keyif aldım.
OYUNCULUK GÖSTERİSİ
Oyunda, Orhan Tetikcan'ın, Ayşegül Taştan'ın, Rezzak Aklar'ın, Tunç Günbay'ın, Cem Gürleyen'in, Seval Gökçe'nin, Fikret Urucu'nun, Özgür Atkın'ın, Gılman Peremeci'nin görevlerini kusursuz yerine getirdiklerini rahatça söyleyebilirim. Yedi sekiz yıl önce tatil için geldiği Türkiye'ye yerleşen Japon oyuncu Ayumi Takano'yu yadırgayacağımı düşünüyordum, yanılmışım. Ülkesinde radyo ve televizyon eğitimi alan Takano'yu 'Her şey Çok Güzel Olacak' adlı filmdeki rolüyle tanıdık. Yıldızı Mehmet Ali Erbil ve Emel Sayın gibi oyunculara eşlik ettiği 'Aşkım Aşkım' dizisiyle parlayan oyuncu, vizyonda olan 'Hırsız Var' adlı filmde de oynuyormuş. Ben kendisini Küçük Sahne-Sadri Alışık Tiyatro'sunda Camoletti'nin “Boeing Boeing” oyununda seyretmiştim. Hani, Çetin Akcan, Japon asıllı Ayumi Takano'dan daha Amerikalıya benzeyen birini bulamamıştı da, Takano'yu Amerikalı hostes olarak oynatmıştı. Ayumi Takano'yu Japon hostes olarak uyarlasa, Takano'nun Türkçe'sini de gargara yapacaktım da, olmamıştı. Şakir Gürzumar iyi düşünmüş, Geyşa Lotus Blossom rolünü Takano'ya vermiş, o da elinden geleni yapmış. Metin Beyen çok şirin bir Osira çizmiş. Çavuş Gregovich'de İşdar Gökseven iyi üstü. Albay Purdy'de Ali Düşenkalkar rolünü sevmiş. Attila Şendil'in Yüzbaşı Mc Lean'ini görmeni isterdim. Şendil, rolüne dönük olası tüm yaklaşımları bilmiş, anlamış. Helâl olsun vallahi. Hakkı Ergök, Yüzbaşı Fizby ile özdeşleşmiş. “Şevk” yaratmak gibi zorlu bir görevi başarıyla yerine getiriyor. Ama bir de Sakini'de Bülent Emin Yarar var. Yarar, sadece Sakini'nin karakterini ortaya koymuyor, karakterin duyumsadıklarını da seyirciye yansıyor. Karşıtlıklar arasındaki bağlantıyı vurucu olarak kullanıyor. Konular arasındaki bağlantıyı başarıyla kurduğu gibi, uygun tercihi yaparak, görünen komik gerçeklerin altındaki dramatik yan olmayı gösteren tercihi gerçekleştiriyor.
TANRIM BANA BİR KÖŞE VER
Çok satışlı gazetelerden birinde köşem olsa, bu oyunu görmelerini daha başlıktan salık verirdim. Tiyatroyu sevin derdim. Beni “Cumhuriyet”ten kesen büyük usta İlhan (Selçuk) Abimin yazısını yazıma eklerdim. Hani bir yazısında: “İnsanın soluması yaşamının elektrosunu çıkaran gösterge gibidir. / Bir tiyatro salonunda sahneye şartlanan seyirciler, oyuncularla birlikte nefes alıp vermeye başladıkları zaman, paylaşılan sanatın mutluluğu birliktelikte mayalanır… / Ne sinemada insandan insana böyle bir paylaşım var… / Ne televizyonda… / Ne mimarlıkta… / Ne resimde… / Sanatçıyla izleyicinin soluk soluğa bütünleşmesi ancak tiyatroda gerçekleşebilir” dedi ya, o yazıyı olduğu gibi alıntılardım.
Olmuyor, gazetede dergide falan köşem yok benim. Ama neresinden bakarsan bak, bu iş böyle olmayacak Özdemir Abi. Ya bir yol bulacağız ya da bir yol açacağız.
Öperim, yengeme selam ederim.
Anahtar Kelimeler: çayhane, istanbul Devlet Tiyatrosu
0 Yorum