MAKALELER

Vahşet Tanrısı - İstanbul Devlet Tiyatrosu

2010.08.08 00:00
| | |
9244

İstanbul Devlet Tiyatrosu, Macar anne ile Rus Yahudi'si bir iş adamının kızı olup, "Demir Perde"nin yıkılmasının ardından Paris'te yaşamaya başlayan Yasmina Reza...

İÇLERİNDEKİ ÇOCUKLARI YİTİRMEMİŞLERİN ÖYKÜSÜ: "VAHŞET TANRISI"...
 
İstanbul Devlet Tiyatrosu, Macar anne ile Rus Yahudi’si bir iş adamının kızı olup, “Demir Perde”nin yıkılmasının ardından Paris’te yaşamaya başlayan Yasmina Reza’nın “Le Dieu du Camage-Vahşet Tanrısı”nı oynamakta. Eseri, Zeynep Avcı’nın Türkçesinden Celal Kadri Kınoğlu sahnelemiş.
 
Reza’yı dünyanın pek çok ülkesinde ve ülkemizde de oynanan “Art – Sanat” başlıklı oyunundan tanıyoruz. Modern sanatı ve modern zamanlarda yaşanan arkadaşlıkları sorgulayan “Art/Sanat”ı, anımsayacaksınız, Tiyatro İstanbul tarafından sahnelenmiş ve Gencay Gürün yönetimindeki yapımda Cihan Ünal, Cüneyt Türel ve Can Gürzap rol almıştı. "Sanat", sanatın günümüz insanının hayatındaki gerçek yerini ve ticari bir meta haline dönüşmesiyle, kişiye statü sağlama özelliği yüklenmesinin suni etkilerini çarpıcı ve eğlenceli diyaloglarla tartışan, çok zekice yazılmış bir oyundu. İnsanın, insan ilişkilerinin çeşitli yüzlerini, derindeki boyutlarını sorgulama ve sergileme işini, alabildiğine doğal, müthiş eğlenceli, düşünceyi kahkahaya yediren bir biçem içinde başaran bu oyun, uzun süre oynandı ve gerçek bir tiyatro keyfi alınarak izlendi.
 
Reza’nın ülkemizde izlediğimiz ikinci oyununu Ahmet Levendoğlu sahneledi. “Yaşamın Üç Yüzü” başlıklı bu komedi, bir uzay bilim kuruluşunun birim şefi olan Hubert Finidori (Mutlu Güney) ve eşi Inés Finidori’nin (Yasemin Alkaya), bir akşam yemeği davetine bir gece önce gelinmesiyle gelişiyordu. Oyun, “küçük şeyler” yüzünden yaşanan kimi beklenmedik değişimler ve ev sahiplerinden Finidori ile aynı kurumda çalışan bilim adamı Henri (Ömer Çolakoğlu) ve bir finans kurumunda yöneticilik yapan eski avukat karısı Sonia ile konukların içine düştüğü şaşırtıcı durumlar üzerine kuruluydu. “Yaşamın Üç Yüzü”, Tiyatro Stüdyosu’nun çalışması olarak evrenin tüm gizlerine neredeyse ulaşmış insanoğlunun kendi doğası ile ne denli baş edebildiği, daha doğrusu nasıl baş edemediği sorusunu çarpıcı ve eğlenceli bir biçimde sahneye taşıyordu.
 
Doğrusunu söylemek gerekirse “Sanat” da, “Yaşamın Üç Yüzü” de nitelikli, ama zor metinlerdi. Aynı durumun farklı versiyonlarla yinelenmesi, kuşkusuz ilk kez Reza tarafından denenmiyordu, ama gerek Gencay Gürün, gerekse Ahmet Levendoğlu, oyun içindeki karmaşa ve şaşırtıcı gelişmeleri dengeli, her hangi bir aşırılığa izin vermeden ve tekrara düşmeden sahnelemeyi başardı. Günümüzdeki küçük insanın, esasında galaksilere kadar uzanmayı hem bilimsel, hem de teknoloji açısından erişmiş olmalarına karşın, hatta yakın gelecekte galaksiler arası yolculuklar planladıkları halde, kendi yaşamlarında modern dünyayı algılayamamalarını çizen tipleri, belli ki son derece dikkatle yönetmişlerdi. Tiplerin küçük didişmeleri, küçük hesapları ve hesaplaşmaları sırasında, kendilerini nasıl anlamsızlığa tutsak ettiklerini fevkalade bilinçli bir tempo düşürmeme ve sulandırılmamış komedi öğeleriyle seyircinin kavrama sürecini de iyi hesaplayarak sundular.
 
İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenen “Vahşet Tanrısı” ya da özgün adıyla “Le Dieu du Camage”, yazarın ilk kez 2007’de Zürih’te Jurgren Gosch yönetiminde oynanan bir oyunu. Halen Boadway’de James Gandolfini, Jeff Daniels, Marcia Gay Harden ve Hope Davis tarafından oynanmaktaymış. 2009 yılında “En İyi Oyun” ödülünü kazanmış. Paris’te Antoine Tiyatrosu’ndaki sahnelenişinde rejisörlüğü Yasmina Reza yapmış ve Veronique rolünü Isabelle Huppert üstlenmiş.    Reza, bu kere de günümüz ebeveynlerinin çocukları ve birbirileri ile yaşadığı sorunları; giderek çağımız kadın erkek ilişkilerini izleyiciye sunmayı denemiş. Celal Kadri Kınoğlu, yazarın ince zekâ pırıltılarını üst üste koyarak oluşturduğu ve örneğin Londra’da ağır tempoyla, oldukça ağdalı, dram havasında oynanmakta olduğunu “istihbar” ettiğim yazılı metni "komik trajedi" haline dönüştürmüş. Hangi yaşa gelinirse gelinsin, bizlerin de çocuklaşabileceğimizi işlemiş. Çocuklarının kavgası hakkında uzlaşmak üzere bir araya gelen iki çiftin, başta uygar ve mesafeli bir ortamda başlayan görüşmeleri, zaman geçtikçe çığırından çıkıyor ve ortalık meydan muharebesine dönüyor. Yasmine Reza bir anlamda uygar, sorunsuz ve sakin görünen batı burjuvazisinin üstündeki örtüyü önce aralar gibi yapıyor, sonra tümden kaldırıyor. Yüzeyin altındaki riyakârlıkları, hokkabazlıkları, içten pazarlıklı ve kibirli dünyayı incelikle ortaya seriyor. Aradaki kadına, erkeğe, evliliğe dair veciz sözlerse işin çeşnisi…
 
Esasında Yasmine Reza’nın altını çizdiği, tam anlamıyla “güleriz ağlanacak halimize”lik bir durum. Celal Kadri Kınoğlu’nun program kitapçığında da söylediği gibi: “Bir insanın, gerçekten kim olduğu bazen hayatta tam olarak birden bire ortaya çıkmıyor. Ancak aniden gelişen olaylar, başkalarıyla yaşadığı çatışmalar karakterin gölgede kalmış taraflarını aydınlatıyor.” Ağlanacak durumlar var, ama olaylar o denli komik gelişiyor ki oyun rotasını doğrudan komediye çeviriyor. Serpil Tezcan’ın kadın kostümlerini neden koyu renk yaptığını, neden siyah ve koyu kahve çoraplar kullandığını anlayamadım. Oyuncu doğru dürüst ışık almıyor ayol! Işık tasarımını yapan Ayhan Güldağları da sarı-mavide ısrarlı olunca… Gene Serpil Tezcan imzalı dekorun da mutfakla banyoyu belirleyen paravanlarını hangi amaçla kullandığını düşündüm taşındım içinden çıkamadım. O turne için işlevsel sayılabilecek mütevazı dekora paravanalar hiç yakışmamış. Hiç kullanmasaymış, oyuncular paravanın arkasına geçeceklerine, sağdan soldan çıkış yapsalarmış olmaz mıymış? Ben bilmem, Serpil Hanım böyle yapmış.
 
Celal Kadri Kınoğlu, öyle sanıyorum ki, Zeynep Avcı’nın mükemmel çevirisini önce metinsel, sonra dramaturjik açılardan somutlaştırmış. Böylece oyuncuların söylenecek metni her türlü akustik, tonsal, jestsel, mimiksel, duruşsal yollarla bütünlemesine ve ekipleştirmesine olanak tanınmış. Kınoğlu, yazarın oyun metnindeki düşüncesini açık seçik kavramış, kavradıklarını oyuncularına doğru anlatmış, oyunun dakikadan dakikaya gelişip biçimlendiğini önceden bilinçaltında sezinlemiş, en küçük ayrıntılara, sahne işlerine, hatta kimi zaman yazılı metin kadar anlam taşıyan susmalara varıncaya dek, oyunun tümüne dikkat kesilmiş. Yapıtın doğru yorumunu elde edebilmek amacıyla bütün sesleri, bütün jestleri, bütün değişik hareketleri, birbirine benzemeyen her şeyi uyumlu hale getirmiş.
 
İşdar Gökseven, oyunun dilindeki çok anlamlılığı ve “muğlâk”lığı dolayısıyla, anlaşma tabanını bedensel ifade ortamına başarıyla kaydırıyor. Zafer Algöz, sevimli mi sevimli bir Michel Houille yaratmış. Oyun tarzını farklı yorum ve hareket biçimlerine, farklı ifade biçimlerine açık bırakmış. Belli ki can verdiği karakteri de pek sevmiş. Kusursuz bir oyun veriyor. Ülkü Duru, gözleme ve izleme yetisini oyun süresince uyanık tutuyor. Zaten bedeninin anlatımsal yeteneğini geliştirmiş bir oyuncu. Veronique’i seyirciye “peşkeş çekmiyor”, Veronique’i oynuyor. Zerrin Tekindor da rolüne her zaman derinlik ekleyen, böylece rolüne olguları, yönelimleri, içsel itkileri, hatta psikolojik imalarıyla ifade eden bir oyuncu. Tekindor, bu oyunda da içsel yaşamının kaynağını bir oyuncu olarak kendi doğasına yaklaştırarak bir rolün “ben”i olan o gizemli ve belki de “mahrem” sayılabilecek merkeze inmesini sağlıyor.
 
"Vahşet Tanrısı” her yönüyle, ama “gözümüzün nuru” olmuş dört oyuncusuyla ilgi çeken bir oyun.
 
Tiyatroyu seven, bu oyunu kaçırmaz.
 
Kaçırırsa, tiyatronun tanrıları kaçıranlara asla af çıkarmaz.

Anahtar Kelimeler: vahşet tanrısı, istanbul devlet tiyatrosu



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir