Yakın Tiyatro
Hacettepe Üniversitesi Drama Topluluğu mezun tiyatrosu olarak 2008 yılında kurulan Yakîn Tiyatro’nun ilk oyunu Matmazel Julie’dir. 2009-2010 sezonunda William Shakespeare’in Macbeth oyununu çalışmaya başlayan ekip, dramaturginin gerektirdiği sahneleme dilinin oyunculuk açısından yeterli olmadığı kanaatine vararak vücut merkezli oyunculuk çalışmalarına başlamıştır.
Bu kapsamda, tiyatromuzun alt yapısını oluşturan Hacettepe Üniversitesi Drama Topluluğu bünyesinde yoğun spor çalışmalarıyla akrobasi yapabilen, diksiyon çalışmalarıyla sahne üzerinde hareket ederken repliklerini doğru ve anlaşılır atabilen, akrobasi hareketlerini yaparken şarkı da söyleyebilen ve okumalarıyla sahneye koyduğu oyunun sembolik anlamlarını kavrayabilen bir ekip hedeflenmiştir. Bu hedef doğrultusunda, Uzakdoğu sporlarından cimnastiğe uzanan birçok farklı disiplinde spor çalışmaları yapılmış olup, bu çalışmalardan elde edilen deneyimler sahneye yansıtılmıştır. Genel olarak Akro-Tiyatro (Akrobatik Tiyatro) adını verdiğimiz bu oyunculuk ve reji anlayışıyla yeni oyunlar hazırlamıştır.
Yakîn Tiyatro (The Theatre of Certainty) ismini Martin Lings`in Yakîn Risalesi (The Book of Certainty) eserinden almıştır. “Şüphesiz, sağlam ve kat’i olarak bilmek, bir şeyi gerçeğe uygun olarak şüphesiz bilmek” anlamına gelen Yakîn kelimesinin İslam Tasavvufunda üç ana mertebesi vardır:
İlmelyakîn, aynelyakîn ve hakkalyakîn…
Frithjof Schuon, Seyyid Hüseyin Nasr, Rene Guenon gibi geleneksel (tradisyonel) ekolün temsilcilerinden birisi olan Martin Lings özelde tiyatroya genelde ise bütün sanata bakışını “Shakespeare’in Kutsal Sanatı” eserinde açıklar. Yakîn Tiyatro, sahneleme çalışmalarını kitapta belirtilen ilkeleri merkeze yerleştirerek gerçekleştirmektedir.
Dramaturgimizin temelini oluşturan geleneksel ekolün bakış açısını kısaca açıklayabilmek için bu ekolün en önemli temsilcilerinin kitaplarından derlediğimiz bölümleri aşağıda sunuyoruz:
…Modern Batı uygarlığı, tarihte, gerçek bir anomali olarak ortaya çıkar: Az çok bütünüyle bilebildiklerimiz içinde tamamen maddi yönde gelişmiş tek uygarlık, Batı uygarlığıdır. Rönesans denen olayla aynı anda başlayan bu canavarca gelişme, kaçınılmaz olarak, karşılığında, zihinsel bir gerilemeyi de beraberinde getirmiştir; eşdeğerli demiyoruz, çünkü söz konusu bu iki alan arasında, hiçbir ortak yan yoktur. Bu gerileme öyle bir noktaya varmıştır ki bugünkü Batılılar saf zihnin ne olduğunu bilemez, hatta böyle bir şeyin varlığına bile ihtimal veremez olmuşlardır; bu yüzden de sadece doğu uygarlıklarını değil, artık en az bu uygarlıklara olduğu kadar, ruhunu kavrayamadıkları Avrupa Orta Çağına da tepeden bakmaktadırlar. Zekayı, yalnızca maddeye üstünlük kurmada ve onu pratik amaçlara uydurmada kullanan, bilimi kendi kısır döngüsü içinde, sanayide ürüne dönüştürüldüğü ölçüde değerli bulan insanlara, tamamen kuramsal bir bilginin yararını nasıl anlatmalı?....
...Batılı, özellikle modern batılı sanki durmak bilmeyen bir harekete ve çalkantıya kapılmış ve bundan kurtulmak istemiyormuşçasına son derece değişken ve kararsız gözükmektedir; içinde bulunduğu durum, doğrusu, dengesini bir türlü bulamayan, bulamadığı için de bir dengenin mümkün veya arzu edilir olduğunu kabul etmek istemeyen, böylece de güçsüzlüğünden bir övünme payı çıkarmaya kadar işi götüren bir varlığın durumudur. İçine kapatıldığı ve artık hoşlanır olduğu, kendisini herhangi bir hedefe doğru götürmesini istemediği (çünkü artık onu böyle olduğu için sevmektedir) bu değişim, aslında “ilerleme” dediği şeyin ta kendisidir; sanki emin bir şekilde ilerlemek, yönü ne olursa olsun sadece yürümekmiş gibi; neye doğru olduğunu merak bile etmez; ilkesiz, amaçsız bu değişmenin kaçınılmaz, hatta gerçekliği yadsınamayan tek sonucuna, bu çokluk içinde dağılmaya “zenginlik” der…
…Modern Batı uygarlığı, diğer iddiaları yanında, son derece “bilimsel” olduğu iddiasındadır. Bilim derken ne anlatılmak istendiğini biraz açıklığa kavuştursalar hiç de fena olmaz, ama genellikle yapılmaz bu, zira bu kelime, çağdaşlarımızın, esas anlamlarından ayrı olarak bir çeşit gizli kuvvet atfettikleri kelimelerden biridir. Şöyle büyük harflerle başlayan “Bilim” kavramı, tıpkı “İlerleme” , “Uygarlık”, “Hukuk”, “Adalet” ve “Özgürlük” gibi, tanımlanmaya çalışılmasında fayda olan, biraz yakından incelenince bütün itibarını yitirmek tehlikesiyle karşı karşıya kalan kavramlardan biridir…
…Modernlere göre, görülebilen ve dokunulabilen şeyler dışında bir şey var gözükmüyor; ya da en azından, bunlar dışında bir başka şeyin var olabileceğini kuramsal olarak kabul etseler bile, onu sadece bilinmeyen olarak değil, aynı zamanda “bilinemez” diye ilan etmekte acele ederler. Tabii bu anlayış onlarla uğraşmalarını engeller. Bununla birlikte, her ne kadar bir “öte dünya” düşüncesi edinmeye çalışanlar varsa da, buna ancak muhayyilerinde yer verdikleri için, öte dünyayı, bu dünya modeline göre düşünmektedirler ve zaman, mekan ve hatta bir tür “cismanilik” dâhil olmak üzere, bu dünyaya özgü olan hayat şartlarını oraya taşımaktadırlar…
…Her şeyi doğrudan doğruya, kendisi amaç kabul edilen insanın ölçülerine indirmek istendiğinden, sonunda insanda bulunabilecek en düşük seviyeye kadar aşama aşama inildi ve sade insan tabiatının maddi yanına ait ihtiyaçların tatmin edilmesine çalışıldı. Boşuna bir çalışma! Çünkü insan tabiatı daima tatmin olabileceğinden daha fazla yapay ihtiyaçlar yaratır…
…Rönesans`la birlikte ün kazanan ve modern uygarlığın tüm programını önceden özetleyebilen bir kelime vardır: “Hümanizm”. Gerçekten de her şeyi insancıl boyutlara indirgemek, üst düzeydeki ilkeleri hesaba katmamak, simgesel olarak ifade edilirse yeryüzünü fethetmek bahanesiyle gökyüzünden yüz çevirmek söz konusuydu…
René GUENON (Abdulvahid YAHYA)
…Modern İnsan bu dünyanın bir yaratığıdır. Yeryüzünde kendini evinde hisseder. Cennetin bir yansıması olan yeryüzünü bir bakir doğa olarak değil, Tanrı`yı ve kendi iç gerçekliğini unutmak için modern insanın kendisinin yarattığı suni bir dünya olarak düşünür. Böyle bir insan, hayatı; içinde gezinebileceği ve alacağı şeyleri isteğine göre seçmede özgür bir Pazar yeri gibi görür. Kutsallık duygusunu kaybetmiş olmakla, bu insan, geçiciliğin ve süreksizliğin içinde boğulmuş ve özgürlük diye düşündüğü şeye teslim olarak kendi doğasının kölesi olmuştur. Bu insan, insanlık tarihinin aşağı doğru olan akışını pasif bir şekilde takip etmiştir, bunu yaparken kendi kaderini yarattığını iddia ederek gururlanmıştır. Ancak, insan olarak hala Kutsal`a ve Ebedi olana bir özlem vardır. Böylece, psikolojik garipliklerden uyuşturucuyla iç içe mistisizme kadar bin bir yol (ideolojiler, taraftarlıklar…) bu özleme cevap vermeye çalışır...
…Doğal çevrenin tahribi ve yaşamak zorunda bırakıldığı kent ortamı gibi şeylerin oluşturduğu, kendi yarattığı hapishaneyle, bu insanın sesi boğulmuştur. Geleneksel öğretilerde çözüm arasa da, bu kaynaklara modern bir insan olarak yaklaştığı için çözüm bulamaz…
…Yalnızca beş yüzyıl gibi bir zaman içinde yeryüzünü tahrip etmeyi ve doğal düzendeki dengeyi altüst etmeyi başaran bu son zamanların yaratığı, insanın ne demek olduğunu unutarak kendini içine attığı açmazla baş edebilmek için kendisini yeniden keşfetmek zorunda olduğunun çok az farkındadır…
Seyid Hüseyin NASR
Anahtar Kelimeler: yakin tiyatro
0 Yorum