Oyun Atölyesi 2008 yılından bu yana sahnelediği Testosteron’un Kasım ayında perdelerini kapatmasının ardından çok kısa bir süre sonra yeni ekibiyle provalara başladığını duyurdu. 400’den fazla temsil veren oyunun beşinci sezonunun başında aniden kaldırılması ve yine beklenmedik şekilde yeni bir ekiple sahnelenecek olması sadık bir kitle olan Oyun Atölyesi seyircilerini şaşırttı. Şaşırtıcı olduğu kadar merak uyandıran bir diğer konu ise kuruluşundan bu yana Oyun Atölyesi’nin hemen hemen bütün oyunlarını yöneten Kemal Aydoğan’ın sahne tasarımcısı, ışık tasarımcısı da dahil olmak üzere ekibin büyük bir kısmı ile birlikte tiyatrodan ayrılmış olmasıydı. Ekipteki değişiklikler, aynı oyunun yeniden sahneleniyor olması gibi tartışmalar eşliğinde Testosteron provalarını tamamladı ve perde açmaya başladı.
Peki neydi yedi erkeğin bir gecesini anlatan oyunun bunca ilgi görmesinin sebebi? Aslında kısaca tanımlandığında çok klişe gelebilecek bir konuya sahip Testosteron. Bir düğün gecesidir anlatılan ancak sinemada, tiyatroda örneklerine çok rastladığımız şekilde düğünün iptal olmasına nikaha gelmeyen damat değil bizzat nikah sırasında başka bir erkeğe aşık olduğunu söyleyen gelin neden olmuştur. Erkek egemenliğine bu yönüyle bile darbe vuran oyun iptal olan düğün sonrasında yaşananları tamamen erkekler üzerinden anlatarak hem acınası hem de gülünesi bir tablo çiziyor.
Akademisyen, gazeteci, avukat, gitarist, garson gibi birbiriyle hiç alakası olmayan mesleklere sahip yedi adam düğün iptal edilmiş olsa da kutlamanın yapılacağı mekanda hesaplaşma için bir araya gelirler. Bu hesaplaşmaya çok hevesli olanlar olduğu gibi zorla orada olanlar da vardır. İki kişinin hesaplaşmasına tanık olunacağı düşünülse de herkes bu hesaplaşmadan payına düşeni alacaktır.
Polonyalı yazar Andrzej Saramonowicz Testosteron ile sıradan bir konudan harika bir metin yaratmış. Sahne üzerinde yedi erkek görsek de yazar kadınların oyun içindeki varlığını ihmal etmemiş. Erkek olma halini her yönüyle ele almış. Yüceltilen, kutsanan erkekliğin aslında nasıl bir şey olduğunu erkeklere anlattırmış. Bunu yaparken de günlük hayatımızdaki en sıradan bir davranışımızın altında neler olduğundan hayvanların biyolojik yapısına kadar çok boyutlu bir şekilde iktidar,güç kavramını irdelemiş ve tüm bunların başımıza ne işler açtığını net bir şekilde ortaya koymuş.
Konunun bu kadar ilgi çekici olmasını sağlayan şey ise kuşkusuz ki yazarın kullandığı dil. Konu madem ki erkeklerdir, oyunun dili de erkeklerin kullandığı dildir. Alkollü ve sinirli yedi erkeğin bir arada olduğu gecede konuşmalara bolca küfür eşlik ediyor. Kimi seyirciler tarafından fazla olduğu gerekçesiyle tepki çeken küfürler bu oyun için son derece gerekli. Oyunun gerçeklik duygusunu aktarabilmesi için bu küfürlere ihtiyacı var, üstelik edilen küfürler üzerinden de erkek bakış açısını tüm çıplaklığıyla görüyoruz. Bir diğer tepki çeken nokta ise oyunda kadınlara hakaret edildiği, kadınların aşağılandığı iddiası. Oyunda her ne kadar kadına yönelik küçümseyici söylemler olsa da bu oyundaki adamlar o kadar zavallı durumdalar ki kadını aşağılamaları söz konusu olamaz. Olsa olsa bu söylemleriyle kendi acınası hallerinin altını çiziyorlar denilebilir.
Oyunun yönetmenliğini Celal Kadri Kınoğlu üstleniyor. Metin gereği sahnede büyük bir hareketlilik var, oyunun temposu genel olarak yüksek. Bu bağlamda yönetmenin rejide çok büyük çaba harcadığını söylemek mümkün değil. Bolca telaş ve karmaşa hakim oyuna. Mizansenler biraz daha sade tutulmuş olsaydı zaman zaman oluşan yorgunluğun önüne geçilmiş olurdu. Sahnedeki karmaşadan nasibini alan şeylerden biri oyuncuların birbirlerini kapatmaları. Bir diğer sorun da bazı yerlerde oyuncuların seslerinin duyulmaz ve anlaşılmaz olması. Tiyatro sahnesinde çoğu zaman hiç gerçekçi olmayan kavga sahnelerinde kullanılan ışıkla kısa donma sahneleri oluşturulması ise görsel açıdan hoş olduğu gibi inandırıcılığı da arttırmış.
Metin üzerinde çalışılırken bazı şeyler gözden kaçırılmış ya da seyirciyi daha fazla güldürmek adına işin kolayına kaçılmış. Nikah sırasında terk edilen bir damat elbette sağlıklı tepkiler veremez ama bu olağanüstü ruh halini yansıtmak için de Ruhi Sarı’nın canlandırdığı Kornel karakteri kadar karton bir tiplemeye dönüşmez. Damadın tüm arkadaşlarının öfkesini üzerinde toplayan Tretyn ( Emre Altuğ ) başına neler geleceğini bilemese de korkusunu göstermek için zangır zangır titremek zorunda mıydı diye de sormamak imkansız. Metin içerisinde zaten bolca cinsel söylem ve cinsel çağrışım yapan öğeler varken bunları gözümüze sokan mizansenlerle sahneye taşımak olayı basitleştirmiş. Janis ( Gökhan Yıkılkan ) karakterinin arada şiveli konuşması , her ne kadar tiyatro bölümü mezunu olsa da akıllarda şarkıcı olarak yer edinen Emre Altuğ’un müzikli bölümlerde ön planda olması inandırıcılıklarına gölge düşürmüş.
Tek mekanda geçen oyunda düğün kutlamasının yapılacağı tavernayı görüyoruz. Ancak buranın taverna olduğunu anlayabilmeniz için biraz zamana ihtiyacınız var. Çünkü sütunları, bembeyaz zemini ve mermer masaları gördüğünüzde buranın taverna değil de müze olduğu yanılgısına düşmemek pek mümkün değil. Oyun kişileri sosyo-ekonomik açıdan bakıldığında orta-üst gelir grubunda yer alıyorlar. Bunu sahip oldukları mesleklerden çıkarmak mümkün ama görünümlerine bakarak anlamak o kadar kolay değil. Özellikle de gazeteci olan Tretyn’in pantolonu ve bir rock grubunun gitaristi olan Fistach’ın kemerinin kocaman tokası bu iki karakteri günümüzde apaçi diye adlandırılan gençlere benzetmiş. Hikaye gereği çok çarpıcı bir noktaya işaret eden yedi erkeğin pantolonlarını indirdikleri sahnede giymiş oldukları boxerlar üzerinden bir komedi öğesi yakalamaya çalışmak yazarın söylemek istediği şeye hiçbir yarar sağlamadığı gibi içini de boşaltmış. Sahneyi ve karakterlerin kostümlerini bu şekilde tasarlayan kişi daha önce Oyun Atölyesi’nde sahnelenen Don Juan’ın Gecesi, Antonius ile Cleopatra isimli oyunlarda sahne tasarımı asistanlığı da yapan Efe Soykaraman. Oyun Atölyesi’nin doğru bir tercihle sahne tasarımı adı altında dekor ve kostümleri bir kişiye emanet ettiğini biliyoruz ancak bu kez emanet edilen kişi sanırım ilk işi olmasının da heyecanıyla biraz kafa karışıklığı yaşamış. Sahne tasarımı oyuna hizmet etmediği gibi gereksiz öğeleriyle seyircinin algısını yanlış yöne çekiyor.
Testosteron’un metninden sonraki en iyi tarafı Robal karakteriyle Gökçer Genç ve Tytus karakteriyle Bülent Şakrak. Uç noktalarda dolaşan Robal’i Gökçer Genç hassas bir dengeyle oluşturmuş. Şölen’den sonra ikinci kez sahnede izleme imkanı bulduğum oyuncu bu rolüyle de beni etkilemeyi başardı. Televizyondan aşina olduğum ve sahnede ilk kez izlediğim Bülent Şakrak ise doğal bir komedi yeteneğine sahip. Mimikleri,bakışları,konuşmasıyla canlandırdığı garson hem gerçeklik duygusu yaratıyor hem de seyirciyi bol bol güldürüyor.
Bir metni farklı yönetmenlerin yorumlarıyla farklı oyunculardan izleyip birbiriyle kıyaslamak doğru olmasa da Testosteron’u hem seyircilerin hem de oyun üzerine yazı yazan herkesin önceki sahnelenişiyle kıyasladığını görüyoruz. Kişisel olarak bu durumu çok da haksız bulmadığımı itiraf etmeliyim. Birinin bitmesinin hemen ardından aynı oyunu yeni bir ekiple sahneye taşıyan Oyun Atölyesi’nin de bu durumu tahmin etmediğini zannetmiyorum. Belki de en doğru tercih 400’den fazla temsil veren Testosteronla vedalaşmak ve yepyeni bir oyunla seyirci karşısına çıkmak olurdu. Başarılı işlere imza atmış olan bir tiyatroda bu ekiple farklı bir oyun yapılmış olsaydı ne seyirci böyle bir kıyasa girerdi ne de ekip bu kıyaslamanın öznesi/mağduru olurdu.
Aksak ve eksik yönleri olmasına rağmen Oyun Atölyesi’nin Testosteron’u harika bir metne sahip olması ve erkeklik halini tüm netliğiyle yansıtması nedeniyle özellikle de kadınlar tarafından izlenmesi gereken bir oyun.
Anahtar Kelimeler: Testosteron, oyun atölyesi
0 Yorum