“Düğünümüz oldu geldiler, düğünleri oldu gittik.
Bayramları oldu gittik, bayramımız oldu geldiler.
Cenazeleri oldu gittik, cenazemiz oldu geldiler.
Biz üzüldük onlar üzüldüler, onlar sevindi biz sevindik.”
Ermenilerin 1915 yılında Anadolu’dan göçüyle 1940’lı yıllarda Fransa’da yaşadıklarına dair bir hikaye karşımızdaki.... Oyunun yazarı Salih Efiloğlu iken, oyunun yönetmeni Kubilay Penbeklioğlu. Ben de Sızı oyununu Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde izledim.
Oyun, komşuluk hakkı birbirine geçmiş Türk-Ermeni ailelerin vedalaşma sahnesiyle başlar. Dış seste kargaşa, huzursuzluk, öfke nidaları varken Ermeniler ve Türkler birbirini gözyaşları ile uğurlar. Kimin kime zarar vermek istememesi belirsizdir; kimin neden gittiği de? Mobbing sistemi ile sağlanan dekor ve bu dekorla oyunun anlatıcısı olan oyuncu çıkar sahneye.
“Bu topraklar ne acılar gördü!” der anlatıcı. İşte bu anda anlatıcının anlatacaklarını merakla beklerken birden 1940’lı yıllarda olacağımızı sonradan anlayacağımız Fransa günlerinde buluruz kendimizi. Anadolu’dan göç eden Ermenilerden bir ailenin kızının doğum günü kutlaması hazırlığını seyrederiz. Ermenilerin Anadolu’dan gidişiyle aradan 25 yıl geçmiştir. Peki, 1915 yılında neden evlerinden ayrılmıştır bu insanlar? Böylesi sevgi sözcükleriyle uğurlanmanın ardında onları evlerinden, yurtlarından edecek ne yaşanmıştır Anadolu’da? (Metinde 1915, broşürde 1913 tarihi geçer. Ben bu oyunun yorumunu metne bağlı olarak yazıyorum.)
1915 yılında Osmanlı’nın çıkardığı Tehcir Yasası’ndan (Ermenilerin Zorunlu Göçü), 1914-1918 1. Dünya Savaşı’nın Anadolu’ya bıraktığı izlerden, 1939-1945 yıllarında 2. Dünya Savaşı’nın getirdiklerinden bihaber bir seyirde anlatıcı sürekli “Bu topraklar ne acılar gördü ne acılar yaşadı” der. (Sanırım izleyenlerin bu bilgide oyunu algılaması beklenir.)
Fransa’da yaşayan Ermenilerin Türkiye’ye özlemleri o kadar baskındır ki 2. Dünya Savaşı’nın bu insanlar üzerindeki etkisini göremeyiz. Kaldı ki bu insanlar geride bıraktıkları savaş günlerine tanıklık etmiştir ama ülkeleri saran bu savaş, sahnede sabun köpüğü gibi bir iki diyalogla geçiştirilir. Bu arada Fransa’da hangi mensuba, ne için, hangi amaca bağlı olduklarını anlayamadığım bir grup, gerilim müziği eşliğinde Ermenilerin evini basar ve Türkçe şarkı söyledikleri için onları tehdit eder. Doğum günü çocuğu, babasına Türkçe bildiği için okulda arkadaşları arasında sorulara maruz kaldığını anlatırken baba, kızına ''Biz Ermeni asıllı Türk’üz kızım.'' der. Babanın kitabevi vardır. Bu, ne için kötü olduklarını bilmediğim adamlar kitabevine gelir ve babaya Türkçe kitap bulundurdukları için zorluk çıkarırken onu öldürürler. Sonrası İstanbul seferidir...
Peki bu Dış Mihraklar, Türklere mi Ermenilere mi düşmandır?
Sızı (Acının Kız Kardeşi) metnini okuduğumda Kubilay Penbeklioğlu’nun ve dramaturg Dilek Tekintaş’ın zor bir işe giriştiğini anladım. Bir karalama öykü diye tanımlayacağım Sızı oyununu Kubilay Penbeklioğlu, mobbing sistemiyle yansıtmaya çalıştığı görsellik, anlatıcıyı ortaya koymaktaki düşüncesiyle desteklemeye çalışmış ama bu çaba, yetmemiş öyküyü kurtarmaya; hatta gerilim müziğiyle sahneye girip çıkan -Dalton Kardeşler benzetmesi yapacağım- “Dış Mihraklar” gülüşleri, tehditleri ile konunun türüne tezat komikleştirmiş öyküyü. (Bu “Dış Mihraklar” bugün de siyasetin ağzına yapışmış yüzleşememe sözü.)
Mobbing sistemindeki tren fikri, doğum günü kutlamasında oyuncuların enstrümanlarıyla sahnede çalıp söylemesi, babanın kızına İstanbul’u anlatışındaki betimlemeler seyre keyif katan öğelerken; görsellerin tekrardan oluşması, anlatıcının “anlatıcı” görevinden uzak yinelenen bir cümleyle sahnede dolaşması, babanın öldürülme ve kızın saçlarının kesilme sahnesi ile anlatıcının Anka Kuşu misali kanat takması derinlik, his taşımayan sahnelerdi. Sıkıyönetim içindeki Fransa’da Türkiye’yle mektuplaşmanın bu denli hızlı ve kolay olması ise gerçeklikten uzak göründü bana.
Ermenilerin göçünü ve onların savaşın içinde kalmışlıklarını konu eden bu metinde bir kez Ermenice türkü duyabilmemiz ise bende şaşkınlık yarattı. Birçok açıdan detay ve derinlik katılabilecek bir konu varken karşımızda ne Ermenilerin dillerini, türkülerini duyabildik ne de onlara ait kültürel değer ve adetlere tanıklık edebildik.
Salih Efiloğlu, “Benim dinlediğim / yaşadığım bir hikayedir.” derken Sızı oyunu için, Ermenileri hiç konu etmese çok daha yerinde bir durum olurdu kanısına vardım.
Savaş, göç, etnik köken, kültürler arası etkileşim, tarih, farklı kimliklerdeki insanların yaşadığı aşk havada bir toz zerreciği gibi kaldı.
Yazan: Salih EFİLOĞLU
Yöneten: Kubilay PENBEKLİOĞLU
Dramaturg: Dilek TEKİNTAŞ
Müzik: Engin ARSLAN, Ertan TEKİN
Görsel Tasarımı: Kerem ERSÜ
Kostüm Tasarımı: Nihal KAPLANGI
Işık Tasarımı: Özcan ÇELİK
Efekt Tasarımı: Özgür Yaşar İŞLER
Yardımcı Yönetmen: Musa ARSLANALİ
Yönetmen Yardımcıları: Yasemin TUNCA, Seda YILMAZ, Buğra Can ILDIRIŞIK, Semiha GÜRLEVİK
Sahne Uygulama: Sırrı Topraktepe
Video-Mappıng Uygulama: Yakup Altay
Süre: 120 dk. / İki Perde
Oyuncular
Ali Murat Altunmeşe, Emel Bertan, Erhan Özçelik, Ersin Sanver, Esin Umulu, İrem Erkaya, Kamer Karabektaş, Mert Asutay, Musa Arslanali, Oğuzhan Oğuz, Ömer Naci Boz, Samet Silme, Seda Yılmaz, Şirin Asutay, Yasemin Tunca, Yılmaz Aydın
Anahtar Kelimeler: sızı, istanbul şehir tiyatosu
0 Yorum