MAKALELER

Seyirci, Yazar, Oyun

2021.04.16 00:00
| | |
2857

2018, 19 yıllarının sonlarında, daha önceden de etkisi başlayan bir konuyu yoğun bir biçimde düşünür olmuştum.

Yeni Seyirci
2018, 19 yıllarının sonlarında, daha önceden de etkisi başlayan bir konuyu yoğun bir biçimde düşünür olmuştum. Sokakta metroda, parkta, vapurda, hastanelerin bekleme salonlarında, tiyatro salonlarında oyunun başlamasını beklerken, akıllı telefonları ellerinden düşmeyen seyirciyi… Yeni seyirci için her yer sahne olabilirdi çünkü cep telefonları herkesi bir şekilde çerçeveli bakmaya, seçerek, sınırlayarak bakmaya ve nerde olursa olsun yalnızca kendi seçtiği, yoğunlaştığı yerde olmaya alıştırmıştı… Bu bakış, canlı olana bakışın sahip olduğu dinamizmi barındırmasa da, sokakta ayakta kalsa da oturmuş bir seyretme alışkanlığı hali hazırda her yerde tiyatro için iyi bir teknik temeldi. Bu yeni seyircinin ilgisini canlı tutan etmen bir tek kendi seçimi, kendi hâkimiyetiydi. Bir anlamda mekansızlık anlamına da gelen bu durum geniş halk kitlelerinin sanatı olan tiyatro için bir avantaj olabilir miydi? Resmin, müziğin, heykelin, fotoğrafın, yazının harmanlandığı, neredeyse tüm sanatları kapsayan, sosyoloji, psikoloji, felsefe, antropoloji, bilimleriyle etkileşim içinde olan tiyatro sanatının bu yeni formu için zemin kendiliğinden hazırdı. Üstelik şimdilerde salgının yarattığı mekânsal ve zamansal birliktelik (kısıtlamalarla aşağı yukarı herkes aynı saatlerde evinde) ile dikkati ve yoğunluğu daha da artırıcı bir dinamizm oluşmuştu. Tüm dünyayı bir tiyatro sahnesine ve tüm insanlığı aynı seyirciye dönüştüren bu salgınla tüm dünyaya yeni bir yaşam biçimi hâkim oldu ve dolayısı ile salgın bittiğinde algıları sokakta olup bitene, kalabalıkta olup bitene daha açık hale gelmiş insanlar olacağız. Mekanın her yer olduğu, “her yer oyunları” yaygınlaşacak. Sokak müzisyenlerinin sanatının yaygınlaşması gibi tiyatronun da doğrudan hayatın içine karıştığı oyunlar… Işığın, müziğin diğer sahne etmenlerinin bu yeni mekânlara göre kullanımı üzerine düşüneceğiz… 


2- Oyun Yazarlığı
Çocukken kimi ev işlerine yardım ederken biz çocukların bıkmaması için büyükler masallar anlatırlardı. O günlerden öğrendiğim bir bilgi; her söz bir eylemdir. Masallar bizim iş yapan parmaklarımıza söylenirdi... Dinlediğimiz masalların en heyecanlı yerlerinde farkında olmadan daha hızlı çalışırdık. Ritim duygusunu ve her sözcüğü seçerek yazmayı o günlerden, öğrendim. Sanırım o günlerden kalma bir alışkanlıkla ve de tiyatronun temel etmenlerinden biri olan topluca katılım daha yazarken gerçekleşiyormuş gibi de hissettiğim için belki de dışarıda çalışan birileri varsa daha keyifle yazarım. içsel sesim, dışarıdaki ritmini bulmuş gibidir. Keser, çekiç, dikiş sesi, mutfak tıngırtıları, garsonların ayak sesleri, lokanta ya da çay ocağı uğultusu, fabrika sesleri, kazanlar, buharlar, reçel yapılan kavanozlar, taşan süt, koşturan çocuklar, martı sesleri, balıkçı ağları, gevrekçiler, maç sesleri, seyircilerin tezahüratları, havada uçuşan tavla taşlarının sesleri, kahvehanelerin günlük olağan sesleri… Bir gelişimin somutlanıyor oluşu, bir yapının yükselişi akış, dinamizm, canlı bir yazı türü olan tiyatro metni için doğal bir yataktır belki de…“Yaz çocuğum yaz, hayat devam ediyor” diyordur belki de içinde yazma sevinci olan benim gibi birine hayat annesi,  çocuksu bir hisle…

Hayatın ıssız olmadığını, seyirciler salonda bekliyormuş gibi, işlediğini gösteren birileri varsa… Terzinin başında provadaki elbisesini bekler gibi hayata bir şey yetiştirmem gerektiğini hissediyorsam omuzlarımda daha büyük bir sorumlulukla yazarım…

Sahnenin kocaman karanlık boşluğuna karşı, başucumda heyecanla bayram sabahı giyeceği elbisesini bekleyen bir çocuk varmış gibiyse… Annesinin dikiş makinesinde gidip gelen ellerini merakla seyreden bu çocuğun beklediğini her an hissediyorsam; çocuk oyunu yazarım… 

Söğüt, kavak, manolya, dut… İşleyen şeylerin kenarında, ben de onlara uyum sağlayarak, kendime onlara uygun bir rol biçerek daha sevecen yazarım.  Kedi, köpek, kaz, tavuk, güvercin… Canlıların başucunda daha rahat yazarım… Şu hayatta ben de bir yer bulmuş, bir köşeciğe sığışmış, yazınsal yalnızlığı verimli bir kalabalıkla buluşturabilmiş, aklımdaki yazı kalabalığını, kişilere, olaylara bir konuya sınırlandırabilmişimdir… 

Başka bir işle meşgulken, yazı sobasına durup durup odun atar gibi çıtır çıtır aklıma geldikçe koşup yazarım… Ev yürüyen Şato’ymuş gibi kalkıp evi ev işleriyle başlatan ben değilsem de geniş zamanların ferahlığıyla eğlenerek yazarım.

Somut bir işte çalışırken yahut da çalışan insanların arasındayken yazım gücünü gerçek eylemlerden alır ve böylece gereksiz tüm ayrıntılardan arınmış olur. Eyleme eş duyumsal zihin, yazıyla birleşince gerekli harmoni oluşur.

Yazı doğal özünü hareketten alır. Bir başlangıcı ve bitişi olan süregiden işler yazının iskeletini oluşturur… Gerçeklik içindeki somut kalıbını… Bir gazeteciymişim gibi, haber yazmak için not alıyormuş gibi, ayakları yere basan bir gerçeklikten güç aldığımı hissederim böylece çalışmanın içindeyken… Yazım ete kemiğe bürünmüştür, sonunda ortaya çıkan şey hepimizden çıkmış gibidir. Gerçek hayattan doğduğu için de bir bebeğin boşluğu kavrayan eli gibi güçlüdür. Artık sadece soyut, zihinsel bir varlık değil, omurgası olan neredeyse insanlar arasında dolaşan bir yazı canlısıdır… İşte tiyatro metni budur.

Oyun yazmak için her zaman bir sorun gelip bir kedi gibi dizlerinizin dibine kurulur. İki insanın konuşması, onların hayattaki her şeyle ilgili köklere doğru yürüyen daha çok komedi özü barındıran diyaloglar… Bir sorun, oyun yazarak göstermek istediğim, mutlaka insanca bir çözüm bulmak istediğidir. Oyun yazarlığı teknik bir şeydir. Bu yüzden bir iş tanımına en çok uyan yazarlık türü gazete muhabirliği ve oyun yazarlığıdır. Yazının eylem olduğunu direkt görebildiğimiz alanlar bu iki alan… Diğer türlerin eylem oluşundaki yolu keşfetmek biraz daha uzundur. Örneğin romanda belki bir ömür, öyküde bir dönem, kısa öyküde bir an, şiirde anaforik zaman belki de… Örneğin muhabirlik doğrudan hayattan gelir ve doğrudan hayatı etkiler. Tiyatro metni de bir yaşam reçetesi gibidir; yazının yaşamı dönüştürme gücüne birebir şahit olabiliriz. Kurmacanın yaşamla kurduğu bağı, onu etkileme gücünü görebildiğiniz bir alandır tiyatro. Örneğin üç yüz kişi bir saatte üç yüz sayfalık bir romanı okumuş gibi sarsıcı bir güç. Bu yüzden tiyatro metni yoğundur. Romandaki kişiler bir bir çıkmış, kim olduklarına bakmış, boşlukta dolaşmış, kendilerine yeni bir kurnada hayat bulmuş gibidirler… Ama bu kez hiçbir zaman unutulmayacakları bir biçimde. Çünkü tiyatro birlikte nefes alınan bir sanat olduğu için yaşam yolu ile yaşama dahil olunan bir alan olduğu için,  kurmaca olan seyircilerin anılarına dahil olur. Seyirci olmak aynı zamanda şahit olmaktır. Giderek katılmak, söz hakkına sahip olmak… En sessiz seyirci bile oyuna eşlik eden düşünceleri ile etkindir. 
Bir mimarın, mühendisin elindeki yapı haritası gibidir oyun metni. Krokidir. Roller, rollerin ayrıntıları, sahne, kostüm, ışık, müzik tasarımı, giriş çıkış… Düşünsel temel odağında ortaya bir harita çıkarırsınız. 

Bir tariftir oyun metni. Kim, ne zaman, nerede, neyi, nasıl yapacak? Temeli budur. Neyi tartışıyor? Hangi düşünsel temeller üzerine kurulu? Bu yüzden oyun metni, ilk provada tüm kadronun hep beraber açtığı bir bohça gibidir. İçinde herkes için bir hediye olan… Böylece yazarın tarifi yaşamak için bir yol bulmuş olur. Yaşayan kişilerin kattıkları ile ele ayağa bürünen replikler, yeni bir kimlik, kişilik kazanır. Sonunda herkesin bildiği bir şey ortaya çıkar. Gözle görünmez bir ritimdir bu. Ekipteki herkes onu tanır, bilir. Küçük bir kültür oluşmuştur.  Oyun sahnelerken, hareketlerden gelen bir şey (metin)  hareketlere dönüştürülür ve çeşitli büklümler, boğumlar, ses yokuşları, hareket öbekleri… Son olarak yeniden hareket eden bir şey olarak sabitlenir. 

Oyun metni bir şeyleri harekete geçirir ve daha provalarda okunduğu an bir şeylere etki etmeye başlar. Önce oyuncuların içsel dünyalarına, yaşamları ile temas eder, rolleri ile ilişkilerini sorgulattırır oyun üzerine düşündürürken rollerine hazırlar… Bu haldeki oyuncu artık etki eden birine dönüşmüştür, rolünün iç ve dış aksiyonlarını tamamladığında… 
Oyun metnindeki her şey, oyuncuların giriş çıkışını sağlayan sahnedeki bir kapı kolu kadar somut ve işlevseldir. 

Oyun metninin bir tür olarak diğer metinlerden farklı ve eğlenceli tarafı her sahnelenişinde yeniden yeniden yazılmaya devam ediliyor oluşudur.

Oyun yazarlığı günlük yaşamın içindedir. Yaşanılan coğrafyanın sorunları, dünyanın sorunları… “şimdi bura ”dayı gözetir oyun. Tarihi bir metin de böyle repertuara alınır. Etkili mi? Bir ağrısı vardır toplumun. Repertuar eczane gibidir. “Durun şurada bir ilaç olacaktı” diye tekst uzatır sanat yönetmeni. Gününün seyircisi için evrensel konular üzerinden çözümler sunabilen metinler de işte günümüze kadar gelebilmiş, çağını aşmış metinler, klasiklerdir. Bugün için ne söylüyor, bugüne etki ediyor mu? En önemli soru bu. 
Oyun yazarlığı en keyifli yazı türüdür. Çünkü oyunu ilk seyreden sizsinizdir. Şaka bir yana eğer yazdığınız şeyin içinden gerçekten de bir oyun izlemiş olarak dışarıdan bakan bir seyirci gibi çıkabiliyorsanız oyununuz bitmiş demektir. Bu gözlere sahip olmak da bol bol oyun izlemeyi gerektirir. Bol oyunlu güzel günlere…

Anahtar Kelimeler: seyirci, oyun, yazar



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





TİYATRONLİNE

E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir