Geliyor Musun, Yoksa Geliyor Musun: Sarı Ay
David Greig (1969)’in kaleme aldığı “Sarı Ay”, Britanya’da doğmuş olan In-Yer-Face tiyatro akımı oyunlarını Türk seyircisiyle tanıştıran Tiyatro DOT yapımı ve de Pınar Töre’nin yorumuyla 2012-2013 tiyatro sezonundaki yerini aldı. Eser, kimi eleştirmenlere göre günümüzde geçen bir çeşit Romeo-Juliet efsanesinin, kimilerine göreyse Amerikalı ünlü kanun kaçakları Bonnie Parker (1910-1934) ve Clyde Barrow (1909-1934) masalının çağdaş bir yorumu. Yani pek sıradan, az buçuk bayat. Hıristiyanların çoğunlukta olduğu bir ortamda Müslüman kızı Leila ile Lee adlı bir genç arasında gelişen ilginç bir aşkı konu edinmekte.
“STAGGER LEE” ŞARKISI
Bayat mayat, ama Tarık Günersel’in dediği gibi: “… zekâ ile duygu yoğunluğunun, dram ile mizahın iç içe geçtiği” ve adını “Stagger Lee” şarkısının ilk dizesinden (“gece berrak, ay sarıydı…”) alan ve çok kültürlü ve çok dinli bir ortamda geçmekte olan “ilginç, zarif ve hayli sarsıcı” oyun, 5 yaşında babası tarafından terk edilen asi çocuk Lee’nin, annesi ile beraber aynı evde yaşadığı Billy’i bıçaklaması ve bunun ardından “Sessiz Leila”yla beraber çıktığı yolculukla başlıyor. Kaçıyorlar ve İskoçya‘nın dağlarında, Lee‘nin babasını arıyorlar. Güçleri tükenmek üzereyken bir bekçi onları kurtarıyor; Lee, her şeyin iyi olacağına inanıyor, ama dünya kaçakları unutmuyor. Lee, babası hakkındaki gerçeği öğrenirken, masalın kahramanları kendi gerçekleriyle yüzleşiyor.
ÇEVİRİNİN YANANLAMSAL BOYUTLARI
Sosyal bir topluluğun kaybolmuşluğunun da altını çizen metni, oyunu sahneye taşıyan Pınar Töre dilimize çevirmiş. Neden “iyi çevirmen” Füsun Günersel’in hazır çevirisi varken (Mitos-Boyut Yayınları-2012) sil baştan zahmete girişmiş burnumu sokmaya hakkım yok elbette, ama “mevcut” çeviriye itibar etmemesi, oyun içinde geçen “a.ına koyayım/koduğumun”, “s.ktir, “s.ikeyim”, “hass.ktir” gibi argo sözcükleri Günersel’in çekinceyle kullanmamasıysa, Türkçenin bu en çok ifade barındıran sözcüklerine yer verdiği için Töre’ye hak vermeden de edemem. Çevirinin yananlamsal boyutlarını hiç savsaklamaması özelliği içinse, çevirmen Pınar Töre’yi özel olarak övmeden geçemem. Töre’nin “Billy körili tavuk yapıyor” örneğini “Billy köri ile yemek pişiriyor” deyişine yeğlediğimi söylerim, başka da bir şey demem.
PINAR TÖRE’NİN YÖNETMENLİĞİ
İlk kez yönetmen koltuğuna oturan Töre, fiziksel bir anlatım yolu ve epik bir tiyatro dilini yeğlemiş. Bedensel tiyatro ile yazılı metni bir güzel birleştirerek oyuncular arasına ortak bir dil yerleştirmiş. Oyuncuları bedenleriyle ay, güneş, yol, su (Gizem Erdem’i “ölü geyik” olarak dikkatle izleyin) olurlarken, oyunun izleyici belleğinde biçimlenmesine özellikle yardım etmiş. Öyküyü tek bir kişi olarak, kişiyi bir karaktere büründürerek ve o karakterin içindeyken dillendirmiş. Karakterleri, karakterlerin içine büründükleri zamanki anlatımları, zamanı ve mekânı değiştiren durumları ortaya çekmiş.
TAM BİR “IN-YER-FACE”
Diğer taraftan, oyuncunun anlatıcılığına dayalı vurgusu olan metinde masalsı anlatımı çıkış olarak seçmiş. Pervasızca saldırgan, kışkırtıcı, görmezden gelinmesi ya da kaçınılması olanaksız olayları seyirciyi ensesinin kökünden tutup iletiyi alıncaya kadar silkeleyen bir oyun haline getirmiş. Hem oyuncuları, hem de izleyicileri geleneksel tepkilerinin dışına itmiş, sistem içerisinde yitip giden, yok olan, yaşadıklarını duyumsayamayan insanların öyküsüyle sinir uçlarına dokunmuş, alarma geçirmiş, tam bir “In-Yer-Face” elde etmiş. Oyuncularını vücutlarının dramatik anlatımda metin kadar, hatta metinden daha da fazla etkin olduğuna ikna etmiş. Oyuncuları da hep birlikte ve birer birer, zihin-vücut bölünmelerini kafalarının içinde silmiş. Tan Temel’in koreografi katkısıyla hareket tasarımını yaparken, oyuncuların bedenlerinin tüm olanaklarını (ses, hareket, düşünce, imgeleme, duygu, nefes) kullanmalarına dikkat kesilmiş.
OYUNCULUKLAR
Daha önce “Vur/Yağmala/Yeniden”, “Pornografi” ve “Öksüzler”de izlediğim Gizem Erdem, gerek Jenni Macalinden, gerekse Holly Malone karakterlerine can üflerken bedeninde doğuştan var olan zihin-beden bütünsel işleyişini bu kere daha da belirgin sergilemiş, duyularının ayırtına daha bir inmiş. “Punk Rock” ile tanıştığım Kaan Turgut, Lee Macalinden karakterinin duygusal dünyasını bedeninde yaratıcı eyleme çevirmiş. Billy Logan, Frank ve Dan Macalinden’de daha önce DOT’un “Alışveriş ve S…ş”, “Malafa” ve “Öksüzler” oyunlarında sevdiğim İbrahim Selim, düşünsel, duygusal, fiziksel dürtüleriyle alt metne destek vermiş, metin ve karakter ilişkisini pek güzel çizmiş. İlk kez sahneye çıkan Ayşecan Tatari ise, Leila Suleiman’ı bir güzel içselleştirmiş, içselleştirirken hiç kuşkum yok ki Leila’nın bedenini, duygu dünyasını, düşünme biçimini deneysel yollarla incelemiş. Bedenine metni kattığı gibi metne bedeninden ulaşmayı pek güzel becermiş. Metni ve diğer oyuncularla ilişkisini destek verecek kendiliğindenliği başarıyla oyunculuğuna sindirmiş.
Kısacası, öyle anlaşılıyor ki “Sarı Ay”; çevirisiyle, rejisiyle, koreografisi ve hareket tasarımıyla, oyunculuklarıyla yılın tiyatro olayı olmaya aday yapımların daha şimdiden başını çekecek.
Leila rolünün diğer “cast”ı Su Olgaç’ınsa hiç kuşkusu olmasın, o, bu eleştirmen amcası tarafından ayrıca izlenecek, ayrıca değerlendirilecek.
0 Yorum