Hatırlıyorum, Tamer Levent ile ilk karşılaşmam Atatürk kültür Merkezi Büyük Salon'da " Yasalar ve İnsanlar " ile olmuştu sanırım, ardından " Keşanlı Ali Destanı "nda...
1986 yılının sıcak bir İzmir öğleden sonrasında, Nafize - Mehmet Öztok'un çay davetinde, Seynan ve Tamer Levent çiftiyle tanışma, kendileriyle uzun uzun konuşma imkanı bulmuştum.Altı yıl önce de Yavuz Pak ile gerçekleştirdiğimiz " Dionysos'un Çocukları " röportaj serimize konuk olmuştu Tamer Levent.
O’nun 'oyuncu, yönetmen ( " Uyandığımda Sesim Yoktu " oyunundaki etkileyici rejisi şuan bile gözlerimin önünde ) kısaca gerçek bir tiyatro adamı' olarak bir ömrün zamana meydan okuyan özeti, doruktaki tartışılmaz ustalığının da belgesidir aslında. Hayatla derdini, hayata dahil ve dair her şeyi, yaratıcılık değerindeki estetik duyarlılıkları yaşar kıldığı karaktere ilikleyip, o karakteri en sahici haliyle sahneye taşıdı her defasında.
"Küheylan"da Dr.Dusart ile benzersiz bir oyun sergiledi yine, tiyatro sanatının, safkan oyunculuğun ne anlama geldiğini bir defa daha kanıtlamış oldu herkese. Tıpkı "Galileo Galileo"da Galileo, "Venedik Taciri"nde Syhlock, "Keşanlı Ali Destanı"nda Şişman Polis gibi.
Düşünüyorum da, rolünün yoğunluğunu yaşatırken, seneler sonra bile hatırlanacak bir oyunculuk sergiler Tamer Levent. Her tonlamanın, her susuşun hakkını vererek izleyiciye aktarır. Bu bağlamda, sahne üstündeki olgunluk döneminin en başarılı oyunlarından biri olarak da sayabiliriz “ Küheylan”ı.
Her canlandırdığı karakterde kendini aşmış, yetkin bir oyunculuk sergileyen Tamer Levent’in kazandığı başarı elbette sıradan bir rastlantı değil, yorumladığı kimliği imar ederken ortaya koyduğu özen, disiplinli çalışma, benzersiz oyunculuk yeteneğiyle de ilgilidir.
Evet, ailesi tiyatroyla ilgilenmesine doğrusu ya, pek sıcak bakmıyordu. Hele lise birinci sınıfta tam yedi kırıkla gelen karne. Ama yılmadı, direndi. Kafasına koymuştu bir kez. Geriye dönmeyecek, yan yollara sapmayacaktı. Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nün seviye sınavını “üstün yetenek”li kaydı ile kazandı.
1977 yılında mezuniyetinin hemen sonrasında "My Fair Lady" ile Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sahneye çıktı. Tam da o günlerde "İnsandan Kaçan" da bir sanatçının rahatsızlanması nedeniyle o oyunda da görev aldı Tamer Levent ve aynı sezon "Genç Werther’in Yeni Acıları"nın kadrosunda adını gördü.Hızlı bir giriş yapmıştı tiyatroya.
Zafer Ergin, Alev Sezer’li "Yasalar ve İnsanlar" (Billy Budd) ile ilk kez İstanbul izleyicisi ile tanıştı.
"Monserrat", "Özgürlüğüne Kavuşturulan Don Kişot", "Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi" ve derken "Keşanlı Ali Destanı"…
Tamer Levent Devlet Tiyatrolarında oyuncu, yönetmen olarak çalışmalar yaptı. Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü ( ilk ve son kez seçimle göreve gelen ) ve genel müdür yardımcılığı, yaratıcı oyunculuk dersleri, yurt içi ve dışında atölye çalışmaları, oyun yazarlığı, kaleme aldığı makaleler.
" Niçin Tiyatro " kitabını ve "Bütün Dünya Bir Oyun Sahnesi", "Ya Tutarsa", "Karısına Göre Bir Halk Düşmanı", "Anla Beni", "Masal Kadınları" oyunlarını yazdı, "Efruz Bey" ve "Ben ki Abdülcanbaz" uyarlamalarını yaptı.
Alkışlar, turneler, provalar, sinema filmleri, televizyon dizileri…Her başarının bir sonrakinin çekirdeği olduğu bütün o yıllar…
Rol aldığı "Tartuffe", "Yaşamaya Dair", "Yağmur Adam", "Mutlu Yıllar", "Sanatçının Ölümü", 'Bir Sabah Gülerek Uyan" oyunlarında oyunculuğu ile göz doldururdu, "Mança’lı Adam – Don Kişot "ve "Carmen" operaları ile "Bir Elin Nesi Var", "Bütün Dünya Oyun Sahnesi", "Bernarda Alba’nın Evi", "Yeniden Yaratma", "Önce İnsan", "Masal Kadınları", "Yaşamaya Dair", "Caligula', "Kalpaklılar"," Ferhat ile Şirin", "Domuz Ahırı", "Midas’ın Kulakları", "Yalancının Resmi", "Ölümü Yaşamak", "Ak Kartalın Oğlu Gılgameş" oyunlarını yönetti.
Başarılı kariyeri 2009 Ankara Sanat Kurumu “En İyi Erkek Oyuncu” ödülü (Galileo Galilei – Galileo’nun Yaşamı), 2016 Yeni Tiyatro Dergisi “Onur” ödülü, 2016 İsmet Küntay “Onur” ödülü, 2016 Frankfurt Tiyatro Festivali “Onur” ödülü ve Dionysos Tiyatro Festivali “Onur” ödülü, 21. TAKSAV Tiyatro Onur Ödülleriyle taçlandı... Ayrıca, 2003 yılında, Çorlu Belediyesi tarafından “Tamer Levent” adına bir tiyatro sahnesi de açıldı.
Kısaca dopdolu, tiyatroyla varolmuş bir hayat… Tiyatro için, tiyatro adına! Bir aylık maaşına eşit bir tutar birkaç cümlelik reklam seslendirilmesi için önerildiğinde hiç düşünmeden reddetti, bunun gibi pek çok teklifi de. Yanlış tarif edilmiş adreslere düşmedi hiç yolu. Sanatçı kimliğine, tiyatroya ihanet saydığı her şeyden uzak durdu. Evet senelerce Ankara’ya kilitledi kendini adeta. Çalışmalarını orada sürdürdü. Bugün geriye dönüp baktığında hiçbir ‘keşke’si yok Tamer Levent’in, pişmanlığı da. Daha güzel ve daha anlaşılır bir dünya için “Sanata Evet” demişti çünkü.
“Tiyatro kültürü esasen insanlık tarihi kadar eski. Kimi toplumlar, bu en başından beri insanların birbirleriyle ilişki kurmak, yaşantılarını anlamlandırmak için var edip kullandığı kültürü alıp geliştirmişler. Bunu vazgeçilmez bir ihtiyaç olarak görmüşler çünkü. Maalesef ülkemizde tiyatro kültürünün hâlâ toplumsal gelişmede, bireyin gelişmesinde taşıdığı önemin anlaşılmadığını düşünüyorum. Bu nedenle kendini eleştiremeyen bir toplumuz. Ayna ile yüzleşir gibi, tiyatro sahnesi ile yüzleşmenin yaratıcılık ve kendini geliştirme konusundaki etki ve yararlarını anlamadan fanatik, tek taraflı düşünmeyi marifet zannediyoruz.”
“Tiyatroyu geliştirip, onu yaşama kültürünün bir parçası haline getiren toplumlar, sosyal yaşamlarını da geliştirmek, demokrasi ve adalet kavramını geliştirmişler, insanı anlamak konusunda da gelişme göstermişler; bu anlamda din kültüründen farklı olarak, insanın kendi kendisini yönetebilmesine dair felsefeler geliştirmişlerdir. Kendi kendisini yönetebilecek insanın ise birçok konuda yetişmiş, bilgi ve farkındalık sahibi olması, üstelik bunları özümsemiş bir şekilde yaşamında kullanabilmesi üzerine tezler geliştirilmiştir. Rönesans, Avrupa’da toplumun genlerine girmiştir. Onlar artık sanatı yaşama biçimi sayıyor, Siyasette, demokrasi kültüründe sanat, eğitim de sanat ve kültürü belirleyici bir unsur. Ama biz sanatı böyle bir işlevsellikte görmüyoruz yaşantımızda; bunların dışında soyut ya da mistik bir şey gibi görüyoruz. Osmanlı döneminde, Ramazan aylarında “şano”ya giden halk, tiyatroyu ‘şanodan’ ibaret zannetmiştir! Bugün de bu kültür devam ediyor.
“Ahmet Vefik Paşa’nın bu kültürü var edebilmek adına verdiği mücadeleyi unutmamalıyız. Darülbedayi geleneğinden gelen İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları ve Devlet Tiyatrolarının tiyatro kültürünün oluşturulması konusundaki önemini anlamak ve anlatmakta yetersiz, zayıf kalındığı olunuyor. Bizde, tiyatro kültürü değil ama tiyatro kültürünü karalama kültürü gelişmiştir! Mahkemede oyuncunun şahitliğinin kabul edilmemesi, oyunculuk kavramının bir meslek değil de ancak aylak gezen, işsiz güçsüz takımı tarafından yapıldığı, oyuncuya kız verilmemesi gibi aşağılayıcı tutumlar gelişmiş, bu gelişmelerin uzantısı günümüze kadar gelmiştir. Tiyatroları kapatmak, sanata hakaret etmek, sanata verilen paradan tasarruf etmek bu soyut algının somut uygulamalarıdır!”
“Sanatın yaşama biçimi olması için, insan hayatının kalitesini ifade eden ortak bir payda teşkil edebilmesi için tiyatro gerçek anlamda bir ihtiyaçtır, bana göre. Çünkü tiyatro toplumu kendiyle yüzleşmeye, kendini geliştirmeye yönlendiren bir tür itici güçtür aynı zamanda. Ne yazık ki ülkemizde tiyatro kültürünün hala toplumsal ve kişisel gelişimde taşıdığı önem derecesinin anlaşılamadığını düşünüyorum. Ayna ile yüzleşircesine, tiyatro sahnesi ile yüzleşmenin yaratıcılık ve kendini geliştirme konusundaki tesir ve faydalarını yadsıyarak, fanatik, tek yanlı düşünmeyi bir tür hüner sanıyoruz sanki.”
”Şanslıydım Devlet Tiyatrosu’nda benden önceki oyuncularla aynı sahneyi paylaşma imkânım oldu. Onlardan da, yönettiğim, rol aldığım oyunlardaki tüm arkadaşlarımdan da çok şeyler öğrendim tiyatro adına. Kendimi eğittim öncelikle. Egolarımı azaltmaya çalıştım mümkün olabildiğince…”
“Öğrenciliğimden beri, tiyatro sanatında doğaçlamanın önemini tekrarlarım hep. Kuşkusuz analitik dramatoloji yapılmalı ama doğaçlama da göz ardında tutulmamalı, diyorum. Hocalarımız şu rolü, böyle oyna derlerdi. Oysa daha iyiyi ortaya çıkartabilmek için denemeler yapılması gerektiğini savunuyorum ben. Rolün tek yönlü ele alınmaması gerekiyor çünkü.“
Rejisi, hocalığı, oyunculuğu, yaratıcılığı, özgün biçemiyle, sahnede zamanlama ve dinamizm mükemmeliyetiyle, yorumladığı duygulanım ve hadiselerin seyirci tarafından doğru algılanmasını sağlayan ustalık katındaki oyunculuk tekniğiyle bir başkadır Tamer Levent…
Anahtar Kelimeler: tamer levent
0 Yorum