Annemin plesentasında sanki bir kutudaymış gibi büzüşmüş olarak buldum kendimi. Doğunca kutu gibi bir beşikte salladılar aylarca. Kundakladılar ellerimi yandan bağlayıp büzüştürerek. Kutulardan oyuncaklarım oldu emeklemeye başladığımda. Onlardan trenler, arabalar, evler yaptım, oyunlar oynadım. Düşgücü dediler buna. Sonradan öğrendim ki bütün çocuklar böyle büyütülüp avutuluyormuş. Düşgücü dedikleri bile onların öngörüsüymüş.
Okula ilk gidişlerim herkesin geçtiği yoldan benim de geçiyor olmamın heyecanıyla doluydu. Öğretmenim bana özenle ‘Kutumsama’yı öğretti. Hayata bir kutudan nasıl bakacağım konusunda ileri bir eğitim aldım! Yıllar geçtikçe kutumsama konusunda onların istediği yönde sınavlara girip, onların istediği cevapları vererek uzmanlaştım. Üniversiteye gidene kadar arkadaşlarımla nasıl konuşacağım, büyüklerime nasıl davranacağım, karşı cinsle nasıl iletişim kuracağım ve nasıl bir meslek seçersem hayatı kutumsama konusunda topluma daha faydalı olabileceğim konusunda yeteri kadar şekillendirildim. Meğer hayatı kutumsamak bizden beklenilenmiş.
Yüksek Kutumsama Fakültesi’ni bitirdiğimde artık herşeyi bir kutuya doldurup kapağını kapatabilecek beceriye sahiptim. Sonradan öğrendim ki herkes bu beceriye sahipmiş. Sonra işe başladım. Evdeki kutumdan çıkıp işteki kutuma giderken vasıta olarak başka kutular kullanıyordum. İş yerimde büyüklerin istediği kutumsamayı becerdiğimde ödüller ve teşvikler aldım. Bu sayede kutu gibi evim, kutu gibi arabam oldu. Oh dedim, ne güzelmiş insanın kendi kutusunun olması. Köşelerini kendimin kıvırdığı, kapaklarını rahat rahat üstüme kapatabileceğim, istediğim şeyi içine doldurabileceğim bir kutu…
0 Yorum