“Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna bir baskı yöntemi uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum."*Borgess
Anthony Burgess, 1917 yılında İngiltere’de doğar. Otuzlu yaşlarının sonuna kadar ünlü bir besteci olmak isteyen Burgess, bir senfoni ile birçok eser besteler. 42 yaşında ameliyat edilemez beyin tümörü tanısı konulan Burgess’e doktor bir yıl ömrü kaldığını söyler. Burgess bu tanıdan sonra kendisinin ardından karısının geçinebilmesine yardımcı olmak adına roman yazmaya başlar ve bir yıl içinde biri Otomatik Portakal olmak üzere toplam beş tane roman yazar. (1959) Ki Otomatik Portakal romanında hikayeye eşlik eden müzisyenler, besteler ve şarkılar ayrıntı taşır. Daha sonra kendisine konulan teşhisin yanlış olduğunu öğrenen Burgess, yazmayı o yıldan sonra da sürdürür ve 50’den fazla eseri kaleme alır.
Genelgeçer yargılara başkaldırışı, kara mizahı ve dildeki oyunlarıyla Burgess, romancılığının yanı sıra gazetecilik, eleştirmenlik, dilbilim çalışmalarıyla Çağdaş İngiliz Edebiyatı’nın en verimli yazarı olur.
1993’te 76 yaşında iken akciğer kanseri nedeniyle vefat eder.
Yazarın dilimize çevrilen bazı kitapları şöyle: Otomatik Portakal, Mozart ve Deyyuslar, Doktor Hastalandı, Bir Elin Sesi Var, Deptford’daki Ölü Adam.
Anthony Burgess’in Otomatik Portakal romanı, Stanley Kubrick tarafından aynı adla 1971 yılında sinemaya uyarlanır.
Çağdaş toplumlarda şiddet ve pornografiye düşkünlüğün artması, toplumların en önemli sorununun şiddet olduğu, sinema ve televizyonun çoğunlukla şiddeti eleştirmek savıyla yola çıkıp onu yansıtan ve kullanan birer alana dönüştüğü; gelecekçilik, bilimkurgu, korku, kara mizah bakış açısıyla şiddetin bireysel değil, toplumsal olduğu; şiddetin toplumun bağrında barındığını sentezleyen roman, sinemada gösterime girdiğinde dönemin çok konuşulan filmi olur. Öyle ki yazılanlara göre İngiliz gençleri arasında yoğun şiddete neden olduğu gerekçesiyle bizzat Kubrick tarafından film gösterimden kaldırılır.
Devletin birey üzerindeki baskısı ve bireyin çaresizliği karşısında afallayan Burgess, bir röportajında şöyle der:
“Otomatik Portakal'da anlattığım aslında tam o dönemlerde (1960’ların başı) yaşananlardı. Sadece araya biraz masal koydum. Gelecek hakkında yazmak istiyorsanız, o günlerde olanları hayal gücünüzle birleştirmeniz yeterli.”
Hırsızlıktan, şiddetten ve tecavüzden keyif duyan ve bunu nedenlere bağlı olmaksızın sadece keyiften yapan Alex, bu eylemleri gerçekleştirdiği çete arkadaşlarıyla -liderlik arzusu sebebiyle- bir gün ters düşer ve arkadaşları, onu birlikte yaşlı bir kadını soymaya gittikleri vakit polise ihbar eder. Bu kumpasta Alex yakalanır ve hapse atılır. Bu sırada hükümet, yaklaşan seçimler öncesinde suçluları azaltma projesi için çalışmalara başlamakta ve bu projede uygulanacak Ludovico tekniğini kabul edecek denekler aramaktadır. Alex, mahkumlar arasında bu söylentileri duyar ve oradan bir an önce kurtulmak için hapishane rahibinin gözüne girmeye çalışır. Ve Alex’in çok sevdiği Beethoven’ın Dokuzuncu Senfonisi devreye girdiğinde işler karışır.
Yıllar önce Patrick Süskind’in Koku, John Fowles’in Fransız Teğmenin Kadını, Jerzy Kosinski’nin Boyalı Kuş romanlarıyla beraber okuduğum Otomatik Portakal kitabı dün gibi aklımda. Boyalı Kuş romanı, sinemaya uyarlanma aşamasındayken (2019 yılında gösterime girmesi bekleniyormuş), diğer romanları beyaz perdede izledim.
Tabii çok sevdiğim roman, sinemaya uyarlandığında da roman kadar haz duyduğum filmden sonra Küçük Salon, sezonu Çağıl Tekten’in yazdığı Emre Tandoğan’ın yönettiği Angina Pektoris ve yine Emre Tandoğan’ın yönettiği Otomatik Portakal oyunuyla açarken ben de ilgi ve merakla haberlerini okuduğum, “Yeni sezonda acaba hangi oyunu sahneleyecekler” sorusuyla oyunlarını seyrettiğim Küçük Salon’un Otomatik Portakal oyununu izlemek için Kadıköy’deydim.
İki oyunu da izlemiş olmanın sevincini taşıyorum. Fakat bu sevinç, kuru bir sözden ibaret değil; ki heyecanla oyun seyretmeye gittiğim ödenekli-özel tiyatrolardan yine aynı heyecanla çıkmak her zaman mümkün olmazken Küçük Salon bu sezon da bana bu seyir keyfini yaşattı.
İki perdelik Otomatik Portakal oyunu, sözsüz -Fiziksel Tiyatro- giriş bölümüyle yaşadığımız dünyanın tekrarlanan olaylarını müzikle harmanlayarak başladı. Zamana bağlı olmaksızın akıp giden aynılık olarak nitelenebilecek bu özgün girişte ve oyun boyunca üç oyuncunun kullandığı tek dekor ise klozetlerdi. Kostümler ise sade ve oyuncuların oyun boyunca rol değişiminde oldukça kullanışlıydı.
Sahnede gördüğümüz üç oyuncu bu dünyaya doğmuş ve içine düştükleri bu dünyanın etki tepki sistemiyle yaşamlarını şekillendirirken oyunumuzun başkahramanı Alex’i ve onun etrafında olup bitenlerin hikayesini seyretmeye başladık.
Suç işlemekten ve Beethoven dinlemekten keyif alan Alex’in başından geçenleri üç oyuncu oyun boyunca birçok karaktere bürünürek (anne, baba, yaşlı sarhoş adam, hükümet yetkilisi, yazar, rahip, kadınlar, vs.) suç ve kötülüğün; özgür irade ile aynılaşmanın; birey ve toplumun birbirine zıt birbiriyle iç içe geçmiş olduğunu resmeder gibi bizi bu döngüde bir çemberin etrafında döndürdü. Ve bu çember; kimi kez rahatsız edici kimi kez de anlık gülümsemelerle oyuncuların oyuna hakimliğiyle daralıp genişledi.
Bu seyir içinde üç oyuncunun her birini tebrik ediyorum: Efe Akercan, Emir Özden, Güneş Seven. Ki bugüne kadar izlediğim oyunlarında (Faust, Şato, Dönence, Othello, Angina Pektoris) Küçük Salon’un oyuncuları bedenlerini çok iyi kullanıyor. Öncü (avangard) tavrı, Fiziksel Tiyatro ile ışık tasarımının ve müziğin etkin olduğu anlayışla oyunlar sahneleyen Küçük Salon ekibi, bu oyunda da yalın oyunculuklar izlemenin heyecanını yaşattı.
Suç nedir? Doğuştan kötü mü doğar insan? Özgür irade var mıdır? Suçlu iyileştirilebilir mi? İnsanı iyileştirme aygıtları nelerdir? İnsan, sistem içinde bir mekanizmanın parçası mıdır? Kurumlar bireye mi toplum yapısına mı hizmet eder?
Sorular, sorular ve çıkmaz bir sokak karşımızda anlatılan...
Çok sevdiğim bu romanı –özellikle sonlandırma kısmıyla- oyunlaştırdığı için Emre Tandoğan’ın yönetmenliğine ve çabasına ne söylesem az.
Gönül rahatlığıyla bu sezon içinde bu oyunu izlemenizi öneririm.
Neden Otomatik Portakal sorusuna kitabın yazarı Anthony Burgess şöyle der:
“Cokney dilinde (ingiliz argosu) bir deyiş vardır: ‘uqueer as a clockwork orange’. Bu deyiş olabilecek en yüksek derecede gariplikleri barındıran kişi anlamına gelir. Bu çok sevdiğim lafı yıllarca bir kitap başlığında kullanmayı düşünmüşümdür. Bir de tabii Malezya’da canlı anlamına gelen ‘orang’ sözcüğü var. Kitabı yazmaya başladığımda; rengi, hoş bir kokusu olan bir meyvenin kullanıldığı bu deyişin tam da benim anlatmak istediğim duruma Pavlov Kanunları’nın uygulanmasına dayalı bir hikayeye çok iyi oturduğunu düşündüm.”
Yazan: Anthony Burgess
Yönetmen: Emre Tandoğan
Dekor-Kostüm: Elif Arman
Işık: Enrico Zeber
Müzik Seçimi: Emre Tandoğan
Oyuncular: Efe Akercan, Emir Özden, Güneş Seven
Asistanlar: Özlet Çelebi, İlayda Altınbağ
KAYNAKLAR:
Otomatik Portakal / Anthony Burgess / Çeviri: Dost Körpe / İş Bankası Yayınları
Otomatik Portakal / Stanley Kubrick / Sinema Filmi
http://www.bambuagaci.com/otomatik-portakal/
http://listelist.com/otomatik-portakal-hakkinda/
http://www.andante.com.tr/tr/4561/Otomatik-Portakal-siddet-Ve-Beethoven
https://forumalv.com/ucretsiz-e-kitaplar/377552-otomatik-portakal-anthony-burgess-ozeti.html
https://oggito.com/anthony-burgessin-yuz-yilina-damgasini-vuran-romani-hangisi-03201726160
http://www.biyografi.info/kisi/anthony-burgess
Anahtar Kelimeler: otomatik portakal, küçük salon
0 Yorum