MAKALELER

Ölümü Yaşamak - Diyarbakır Devlet Tiyatrosu

2009.11.25 00:00
| | |
9927

Aslen Diyarbakırlı ve Kürt kökenli olan Orhan Asena’nın (1922–2001) “Ölümü Yaşamak” başlıklı oyunu, daha önce Diyarbakır Büyükşehir Belediye Tiyatrosu’nda oynanmış...

Kan Çağırdı mı, Tutamazsın; Yazıdan Kaçamazsın: Ölümü Yaşamak 


Aslen Diyarbakırlı ve Kürt kökenli olan Orhan Asena’nın (1922–2001) “Ölümü Yaşamak” başlıklı oyunu, daha önce Diyarbakır Büyükşehir Belediye Tiyatrosu’nda oynanmış. Kan davasını anlatan bir oyun “Ölümü Yaşamak”. Kan davası dediğim ise iki aile ya da aşiret, kabile, köy arasındaki öldürme silsilesi olarak tanımlanmakta. Silsileyi başlatan birincil katil kim olursa olsun, ilk katile karşı sürekli katil çıkıyor. Yıllarca, on yıllarca silsile halinde süren bir kin, bir nefret… Bu sistemde, taraflar hukuk kuralları içinde cezalandırmayı kabul etmeyip, infazı kendi elleriyle yapıyorlar. Genellikle tek tek cinayetler işlense de, bazı bölgelerde kadın ve çocukların da içinde bulunduğu toplu kan davası cinayetleri de görülmekte. Mayıs ayında Mardin’in Mazıdağı ilçesine bağlı Bilge köyünde 7’si çocuk 44 kişinin yaşamını yitirdiği katliam, toplu kan davası cinayetlerinin en yakın tarih örneği.

Sorun, sadece Güneydoğu’nun sorunu değil elbette! Boyutu evrensel olan bir sosyal sorun bu kan davası. Kan davasının şiddeti ve vahşeti, her yerde ve her ölçekte mevcut… Yerelde, ulusalda, evrenselde… Çünkü yerel yapılar şiddet üretiyor, Feodal ilişkiler bir türlü (bitirilemiyor değil) bitirilmiyor, şiddete dayalı güç hiyerarşisinin belirlediği düzen sürdükçe sürüyor. Aşiretler… Aileler…

Diyarbakır Devlet Tiyatrosu, 2009–2010 sezonunu Orhan Asena’nın 1982 yılında yazdığı “Ölümü Yaşamak” başlıklı oyunuyla açtı. Asena’nın metni 2000 yılında kitap olarak da yayımlanmış, ama ne yalan söyleyeyim, okumamışım. Asena’nın dile hâkimiyeti karşısında bir kez daha şaşırdım ve de vallahi kıskandım. Yarattığı sesten kaynaklanan müziği, oyunu sahneye taşıyan Devlet Tiyatroları’nın deneyimli ve saygın yönetmeni Tamer Levent yörenin diliyle bezeyince, ortaya pekâlâ bir antik tragedya çıkmış. Tamer Levent, oyundaki Ayşa Ana ile Emo Bacı’nın ikili tablosundan sonra gelen cenaze tablosunda, kadınlara hem Kürtçe, hem de Türkçe ağıtlar yaktırmış. Keza, kadınların “helhele” attıkları Mustafa’nın uğurlanma tablosunda da yörenin türkülerinden birini Kürtçe olarak seslendirtmiş. Böylece eserin kan davasına karşı duruşunu hem Kürtçe, hem de Türkçe olarak dile getirmiş. Aynı tabloda kullandığı bendirler eşliğindeki dinamik, yüksek tempolu şaman dansıysa oyuna ayrı bir renk katmış. 

Tamer Levent “Ölümü Yaşamak” çalışmasında, Kürtlerin yüz yıllardır yerleşik hayatta olduğu Mezopotamya’daki ritüeller içerisinde en önemlilerinden olan dengbêj kültüründen de yararlanmış. Sözcük olarak “bir sözü sözle aktarmak” anlamına gelen “dengbêj” üzerinde çalışmış. Kürt toplumunda yaşanan bütün önemli olaylar, dengbêjler tarafından kılamlarla (türkülerle) dile getirildiğinden, sorunları enstrümansız anlatan ve yöresel bir gırtlak yapısı isteyen müzikli öyküler eklemiş. Bu eklemeyse oyunun özgün yapısına tam anlamıyla “cuk” oturmuş. Bir de Mustafa’ya yöresel oyun Keşeo oynatmış. Keşeo, Zeybek ile pek benzeştiğinden, oyunu böylelikle yöresellikten daha bir soyutlamış, en azından ulusallaştırmış. 

Tamer Levent, oyunun sözcelenmesi ile gelişiminin toplu tartımını oyuncularına ve yaratıcı kadrosuna hiç kuşkum yok ki çok iyi açıklamış. Açıklamasını sadece diksiyon, diyalekt ya da jestsel ve görsel değişimlerle sınırlı tutmamış, tüm sahnelemeye dağıtmış. Sözlü olan ile sözlü olmayan arasındaki alışverişin gerçekleşebileceği sözceleme durumlarını kurmuş ve bir de güzel ince ayar çekmiş. Anlayamadıklarımsa, örneğin Ayşa Ana’nın: “… Mustafa benim bildiğim Mustafa’ysa kaçmaz. Sırasını Halil’ime, on yaş küçüğüne bırakıp bir yerlere gitmez” ya da Mustafa’nın Gazal’a söylediği: “… Halil’im on beş yaşında,” gibi replikleri neden kaldırmadığı, böylece ağabey-kardeş arasında görünürde olmayan yaş farkını seyirciye neden inadına “faş” ettiği”… Zülküf karakterine neden lehçe yaptırmadığı… Pınar Gün’e neden ellerini trafik polisi gibi sallamaması gerektiğini öğretmediği… Filiz Kılıç’ı neden oyun boyunca ağlattığı… Tüm oyunculara “sözün bilindik temel kullanımında” sözcük çeşitlemelerini değerlendirtmediği, dolayısıyla neden çok bağırtarak oynattığı… 

Yoksa Tamer Levent’in rejisi, özellikle “black-out”ları radyo ve televizyon haberleriyle geçiştirmesi; önce radyodan ve sonra televizyondan taaa 1920’lerden günümüze haber akışlarıyla dünyadaki değişim yanı sıra kan davası geriliğinin, cehaletinin değişmezliğini ortaya sermesiyle gene öne çıkmakta.

Diğer taraftan, Sevgi Türkay’ın kostümlerinin yöreselliği ve hatta dönemselliğini de aşan zevkliliği, çeşitliliğiyle göz doldurduğunu söylemeliyim. Giysiler, eminim ki yönetmenin özel yorum amacına hizmet eder nitelikte tasarlanmış ya da yönetmenle gerekli fikir alışverişinde bulunulmuş. Tezcan’ın kostümlerinin düşünsel, anlamsal işlevleri yerine getirdiğini de yorumuma eklemeliyim. Hakan Dündar’ın dekor verileri, hiç kuşkum yok ki, seyircilerin olayı seyretme anındaki kişisel yaratıcılığını da kışkırtıyor. Seyirci ile oyun arasında etkileşim sağlayan bir dekor tasarımı Hakan Dündar’ınki. Sadece, Mustafa ile Zülküf tablosunun geçtiği mekânda bulunan sokak lambasının pek metropol cadde lambası olduğunun altını çizeceğim. Evin içindeki aydınlatmayı da gizlemeliydi demeden geçemeyeceğim. İzzettin Biçer ise, ışık seviyelerinin makyaja etkilerine, kullanılan ışık açılarına doğrusu pek dikkat etmemiş. Evin önünde gece geçen tablolarda arkadaki fon üzerine keşke “yarım ay” gobosu kullansaydı, böylece istenilen atmosferin yaratılmasına yardımcı olurdu da diyeceğim. Diğer taraftan kimi gölgeli ışıklandırmalarına karşın İzzettin Biçer’in genel anlamda oyuncuların sahnedeki kişiliklerini, oyunun tüm heyecan ve duygusallığını yansıtan ışık tasarımı için kutlayacağım. 

Oyunculardan Köylüler’de Faruk Acar, Ercan Kılıçarslan, Hasan Çatalkaya, İbrahim İçözlü görevlerini kusursuza yakın yerine getirmekteler. Zülküf’te Ali Çelik’e ise sormak isterim, Zülküf sarhoş mu, yoksa sarhoş numarası mı yapıyor? Halil’de Şivan Binici üzgünüm ama gövdesinin yapaylıklarla ve gerilimlerle olan savaşını kaybetmiş. “Kör olmamışam ana, kör olmamışam,” diye başlayan repliğinde öyle abartılı ve öylesine kötü çığırıyor ki, sözcüklerinin hiçbiri anlaşılmıyor. Güllü’de Pınar Gün’ün ellerini kullanmasını öğreneceğine ve iç aksiyonu ile dışa dönük hareketleri arasındaki uyumsuzluğu isterse çok kısa bir süre içinde halledebileceğine inanıyorum. Gazal’da Filiz Kılıç’ı psikolojik yönelimlerini başarıyla oluşturduğu için yürekten kutluyorum. Ayşa Ana’da Ebru Nil Aydın, coşkularını yönetmeyi ve onları izleyiciye okutmayı iyi biliyor. Muhsin Bey’de Uğur Çınar’ın sesindeki gerilim tınısına, yaptığı lehçeye, hatta tonlamasına zarar veriyor, ona esnekliğini yitirtiyor, kabalaştırıyor. Diğer taraftan Çınar, Tamer Levent’in tüm verdiklerini almış, uygulamış. Keşke eklemeler de yapsaymış. Yetenekli bir oyuncu Çınar… Eseri okuduktan sonra anladım ki Muhsin Bey karakteri, Uğur Çınar’ın hafif köpürtmesini kaldırırmış! Murat Bölük’e, Veysi’yi keşfetmesini, incelemesini, araştırmasını, tartmasını, tanımasını ve Veysi’nin aksiyon çizgisini açığa çıkartmasını, jestüelini kontrol altında tutmasını öneririm. 

Daha önce İstanbul’da oltama takılmışgillerden Yurdaer Okur içinse, Mustafa’ya fiziksel ifadeyi gözleriyle, yüzünün ve mimiklerinin yardımıyla kazandırdığını söylemeliyim. Gazal ile ikili tablolarında gözlerinin dile getiremediğini sesiyle ele almasını ise ayrıca kutlamak isterim. 

Bu vesileyle, Diyarbakırlıların bir kez daha gözlerinden öperim… Bakarsınız Diyarbakır’a yeniden gelirim. İkram edilirse Menengiç kahvesi içerim. Ama Mardin yolu üzerindeki Özler’in Kaburga Dolaması’nı mutlaka yerim.

“GÖZLEMEVİ” KÖŞESİNİN “GÖZLEME BÖLÜMÜ

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Haldun Taner Usta’nın “Ay Işığında Şamata (Bilgi Yayınevi/2006)”sını genç bir kadroyla oynamayı sürdürüyor. Oyunlardaki güncel değinmeleri pek yerinde bulmasam da, Aydın Sigalı eli yüzü oldukça düzgün bir reji yapmış. Tayfun Çebi’nin müziği, Funda Çebi’nin ince zekâsından süzülmüş kostümleri, Erol Dinçdemir’in az kusurlu ışığı Aydın Sigalı’ya ciddi anlamda yardımcı olmakta. Recep, Zülfikar ve Saime rollerindeki gençler biraz zayıf kalıyor, ama Suzan, Cemil, Ömer, Özcan, Pop İsmet, Sevim, Hicabi, Jale karakterlerini canlandırmayı üstlenenler iyi yolda. Anlatıcı’da Seçil Mutlu çok sevimli, çok canlı ve gerektiği kadar abartılı. Hareketlerindeki yinelemelerdense, günahı boynuna, ama galiba Dans Düzenini yapan Ferdi Yıldız sorumlu tutulmalı. 

Anahtar Kelimeler: ölümü yaşamak, diyarbakır devlet tiyatrosu



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





TİYATRONLİNE

E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir