MAKALELER

Kırmızı Burunun Mucizesi

2017.09.27 00:00
| | |
9783

Amacınız zarar vermekse güce ihtiyacınız vardır. Diğer her şey için sadece sevgi yeterlidir.” Charlie Chaplin

“Amacınız zarar vermekse güce ihtiyacınız vardır.
Diğer her şey için sadece sevgi yeterlidir.”
Charlie Chaplin


HAKAN YAVAŞ İLE CLOWN VE TİYATRO ÜZERİNE

1992 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Oyunculuk Bölümü'nden mezun olan Hakan Yavaş, 1991-94 yılları arasında Salihli Belediye Tiyatrosu'nun Genel Sanat Yönetmenliği'ni üstlendi, çok sayıda sokak tiyatrosunda rol aldı. Hocası Prof. Dr. Özdemir Nutku’nun İzmir Şehir Tiyatrosunda kurduğu Kamyon Tiyatrosunda oynadı. 1994'te Viyana Üniversitesi'nde 'Tiyatro Bilimi' bölümünde eğitime başlayıp 1997 yılında buradaki eğitimini tamamladı. 1998 yılında Viyana'da kendi tiyatrosu olan Tiyatrobrücke'yi kuran yönetmen, bugüne kadar Aşk Yaşayanlar İçindir, Bu Hasret Bizim, Taziye, Aşkımız Aksaray'ın En Büyük Yangını, Ya Muçi-Yoki ya Hamak, Tam Rolünde, Bugünkü Dersimiz, Kuva-yi Milliye, Pinokyo, Yedi Kocalı Hürmüz, Deli Dumrul, Mikolor, Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz, Keşanlı Ali Destanı, Fremde Monologe [Yabancı Monologlar] ve Nach der Grenze [Sınırdan Sonra] olmak üzere 20 oyun sahneledi. 


Lassaad Saidi, Marcello Magni, Alen Gautre, Jos Huben, Linda Scott, Michael Chistensen, Richard Dikki, Yoshi Oida, Andre Riot Sarcey, Cal McCrytal, Virginai İmaz ve Aitor Basaruri Barrvetabena gibi dünyanın önde gelen oyunculuk ustaları ile 20'yi aşkın oyunculuk ve clown atölyesine katılan yönetmen, 1997 - 2008 yılları arasında Viyana’da Rote Nasen (Hastane Clown’luğu) adlı kuruluşta clown olarak çalıştı. 


2002'de Avusturya Kültür Bakanlığı'ndan teşvik ödülü alan Fremde Monologe ile Kahire Uluslararası Tiyatro Festivali'ne ve Viyana'da yönettiği Nasreddin Hoca ve Till Eulenspiegel adlı çocuk oyunu ile Uluslararası Multikids Tiyatro Festivali'ne davet edildi. Viyana'da bulunduğu süre içinde Volkstheater [2000], Schauspielhaus [2001-2002], Burgtheater [2002-2005] ve Aktiontheater [2005] gibi Avusturya Devlet Tiyatroları ve çeşitli özel tiyatrolarda oyuncu ve reji asistanı olarak görev aldı. 
2008 yılında Erzurum Devlet Tiyatrosu'nda İki Efendinin Uşağı ve İki Bavul Dolusu oyunlarını yönetti. 2009 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları’nda yönetmen ve oyuncu olarak çalışmaya başladı. Kendisinin yazdığı ‘Kazuu’ adlı Clown oyununu, 2012 yılında Pinokyo’yu ve 2015 yılında Kuva-yi Milliye Destanı’nı sahneledi. 2000 yılında Selen Özkan’ın açmış olduğu Dancentrum’da Hakan Yavaş (2011’de), Türkiye’nin ilk Clown Okulu olan "Hakan Yavaş Clown World İstanbul" adıyla dersler vermeye başladı.
2016 Mayıs ve Temmuz ayları arasında Yunanistan’da Atina ve Selanik çevresindeki mülteci kamplarında RED NOSES İNTERNATİONAL ile mültecilere Clown oyunları oynadı.


Hakan Yavaş, dizi ve reklam oyunculuğu da yapmakta olup, en son Avusturya Devlet Televizyonu ORF için çekilen Copstories adlı dizi de ana castta ve Kiralık Aşk’ta oynamış ve ING bankası. Vodafone ve Şütaş reklam filmlerinde rol almıştır. 


Merhaba Hakan Bey. Türkiye’de yaygın dilde kullanılan ‘Palyaço’ kelimesini siz ‘Clown’ olarak kullanıyorsunuz. İki tanım arasındaki bu ayrım neden?
Palyaçoluk Türkiye’de gerçek anlamda yozlaşmış ve değersizleştirilmiş durumda. Bugün bir alışveriş mekanının açılışında, sokakta, herhangi bir dükkanın önünde garip peruklarla, yoğun makyajla, etrafta atlayıp zıplayan  palyaçolar görebilmeniz mümkün. Ama maalasef bu kişilerin birçoğu CLOWN’un ne olduğu bilgisinden ve yetisinden uzaklar. En çok boyananın, en çok zıplayanın Clown olduğunu sanıyorlar. Yani Clown’u olması gibi gerçekleştiremiyorlar. Empati, sanatsal yeterlilik, clown oyunculuğu, vb. gibi bilgi ve yetilerden çok uzaktalar. Bu da mesleğe çok ciddi anlamda zarar veriyor. İnsanların gözünde Clown’u antipatik duruma düşürebiliyorlar. Yoksa Clown bu belirtilen yerlerin hepsinde bulunabilir ve çalışabilir. Önemli olan mesleği hangi bilinçle gerçekleştirildiği. Benim ‘clown’ dememin nedeni de genelde palyaço kelimesinin oluşturduğu bu olumsuz olan imajdan biraz uzak tutabilmek. 

Clownluğun felsefesinden bahsedebilir misiniz?
Clown’un en basit  biçimde amacı; onu izleyenleri her türlü şeyle eğlendirebilmek. Kendi Clown dünyasının içine insanları çekebilmek, ona eşlik etmesini sağlayabilmektir. Çünkü kendi varlığıyla birlikte yeni bir oluşumu, doğumu, ilginç olanı birlikte getirir. Clown anın ve olanın-oluşanın- içindedir. Kendiyle birlikte yeni olan, komedi ve merak gelir. Acınası bir dünyanın içinde sakarlıkla (başarısızlıkla) başka bir varlık (yani clown) dünyası oluşur. İşte insanlar bu Clown dünyasının içinde kendi dünyalarını bırakıp (tasa, üzüntü, stres) başka bir dünyaya girerler. Girmelidirler. Clown bunu başarmalıdır. Yoksa Clown olamaz. Clown, samimi ve kalplere dokunabilen bir varlıktır. Bu da Clown’u izleyen insan için iz bırakıcı, etkileyici bir birlikteliğe dönüşür. 

Clownluğa ne zaman başladınız? 
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde oyunculuk okurken, okulun 2. sınıfında anaokullarında Clownluk yaparak başladım. Öğrencilik masraflarımın bir bölümünü bu işten karşılarken aynı zamanda da bu işin ne kadar güzel olduğunu o senelerde kavramıştım.

Peki, oyunculuk okulunu bitirdiğinizde hayaliniz neydi?
Hayalim, iyi bir yönetmen olmaktı. Yönetmenlik üzerinde yoğunlaşmak istedim. Bir de yurt dışında eğitim almak çünkü yabancı dil öğrenmek gibi bir isteğim vardı. Kendimi öğrendiklerim içinde ve yabancı dil konusunda yetersiz hissediyordum.

Yurt dışına gidişiniz nasıl oldu?
Okulu bitirince Salihli Belediye Tiyatrosu'nda Genel Sanat Yönetmenliği yapmaya başladım. Kerim Dündar, Deniz Turhan ve ben, memleketim Salihli’de yeni bir tiyatro yelkeni açarak işe başladık. Orada bulunan eski eğitimli oyuncularla yeni gelenleri de eğiterek yeni bir kadro oluşturduk ve oyunlar sahneledik. 2,5 yılda 11 tane oyun sahneledik. 8’ini ben sahneledim, 2’sini Deniz Turhan, 1’ini de Kerim Dündar... İnanılmaz bir çalışma yürüttük o süreçte orada. Oyunlar sahnelerken okulda Özdemir Nutku hocamın öğrettiği şekilde raporlar tuttuk ve müthiş bir arşiv çalışması bıraktık. Bilimsel bir çalışma yaptık. Oyun kitapları alıp Salihli’de bir tiyatro kütüphanesi oluşturduk. Öğrencilerin oradan kitap alışverişini sağladık. 


Orada çalışırken hep aklımın bir kenarında da yurt dışına gitme fikri vardı. Ama para yok pul yoktu. O sıralarda rahmetli Tuncel Kurtiz Berlin’deydi. Viyana’ya da Gül Gürses’in Genel Sanat Yönetmeni olduğu ‘Theater des Augenblicks’te Nazım Hikmet’in ‘Şeyh Bedreddin Destanı’ isimli şiir destanını sahnelemek için Gül’den davet almış ve gelmiş.
Anlaşma sağlanınca Tuncel Kurtiz, ekibini alıp Türkiye’ye geliyor. Tuncel Kurtiz, Peter Brook ile çalışmış biri. Zamanında Peter Brook nasıl ekibini alarak yerinde incelemelerde bulunmak için özellikle Afrika’da çeşitli yerlere gitmişse, Tuncel Kurtiz de Şeyh Bedreddin Destanı için ekibini Türkiye’ye getiriyor. Burada kalacak yer arıyorlar. O dönem Salihli Belediye Başkanı Zafer Keskiner’di. Zafer Keskiner, sanatı, sanatçıyı çok seven sosyalist yapıda bir insandı. Çevresi de çok genişti. Tuncel Kurtiz’in bu projeyle geldiğini duyunca onu Salihli’ye davet ediyor. Tuncel Kurtiz de ekibini alıp geliyor.


Onlar Salihli’ye gelince bizim tiyatroda provaya başladı. Ben de böylece bu ekiple tanıştım, provalara girip çıktım. Sonrasında bu tiyatro beni Viyana’ya davet etti. 1993 yılının Şubat ayında 3 aylığına Viyana’ya misafir olarak gittim. Orada bulunduğum sırada da Türk öğrencilerle tanıştım. Onlar bana “Sen burada da okuyabilirsin.” dedi ve bana Viyana’daki okula başvurmam için yardımcı oldular. Bu işlemler bir yıl kadar sürer dedikleri ve benim de 3 aylık sürem dolduğu için Türkiye’ye geri döndüm. Salihli’de çalışmaya devam ettim. 10 ay sonra bana okula kabul edildiğime dair belge geldi ve ben de 1994 yılının Mart ayında bu sefer öğrenci olarak Viyana’ya gittim. 

Yurt dışında öğrenci olmak nasıldı?
Viyana Üniversitesi Tiyatro Bilimi bölümünde okudum. Ardından doktoraya geçtim. Ama sonra maalasef doktorayı bitirmeden bıraktım. Aslında derslerinin çoğunu vermiştim. Tembellik işte. Buradaki ile yurt dışındaki eğitim anlayışının farkını gördüm. Okulda çalışma sorumluluğu tamamen sizde. Zorlama yok. Ya kendi isteğinizle çalışıp sınıfı geçersiniz ya da başarısız olur kalırsınız. Genelde dersler de öğrencinin araştırmasına yönelik derslerdi. Ezberci anlayıştan çok, araştırmaya yönlendiriyordu. Ama Türkiye’de İzmir’deki Güzel Sanatlar Fakültesi’nde aldığım eğitimden de memnunum. Açık ve çok yönlü hocalarımız vardı haklarını yiyemem. Hepsinden Allah razı olsun. 

Viyana’da da Yönetmenlik, Oyunculuk ve Clownluk yapmışsınız. Ama ropörtajımızın asıl konusunu oluşturan Clownluğa nasıl başladınız? Ayrıca Rote Nasen isimli kuruluştan da bahseder misiniz? 
Viyana’ya gidince tabii dil öğrenme, oraya alışıp iş bulma, para kazanma gibi sorunlarla uğraştım birçok öğrenci gibi... Uzunca bir süre çok güzel bir İtalyan restoranında garsonluk yaptım. Ama dilinizi geliştirip çevreniz gelişince asal mesleğinizden hayatınızı kazanıp öyle yaşamak istiyorsunuz. İşte oraya gidişimden üç yıl sonra Rote Nasen isimli, hastanelere düzenli Clown ziyareti gerçekleştiren bir dernekte Clown olarak çalışmaya başladım. Bu kurum 1993 yılında kurulmuş bir kurum. Ben 1997’de başladım orada çalışmaya. Şu anda 70 taneden fazla çalışan Clown’u olan bir dernek. Bu dernek Avusturya’nın çeşitli şehirlerindeki çocuk hastanelerine, Geriatri Merkezleri’ne (tam olmasa da bizdeki Huzur Evi’ne denk geliyor) ve Rehabilitasyon Merkezleri’ne düzenli ‘CLOWN ZİYARETLERİ’ düzenliyor. Yani her kurum her hafta belirli günde ve saatte ziyaret ediliyor. Ama bu ziyaretten şöyle bir şey anlaşılmasın. Clownlar hastaneye geliyorlar, bütün çocuklar ya da kişiler bir odaya toplanıyor ve bir gösteri gerçekleştiriliyor. Hayır bu böyle bir iş değil. En önemli özelliklerinden biri de bu. Önce Clownlar (bunlar genelde iki kişi oluyor) hastanedeki soyunma odalarında üstlerini değiştirip, çalışacakları istasyona gidip orada çalışan hemşirelerden orada bulunan hastalar hakkında bilgi alıyorlar. Örneğin; kaç yaşında, adı ne, hastalığı ne ya da özel bir durumu var mı? Doğum günü veya bulaşıcı bir hastalığı var mı? Bu bilgileri aldıktan sonra her hastanın bulunduğu odaya gidip orada bulunan hastaya özel bir Clown ziyareti gerçekleştiriyorlar. Her hastaya yapılan ziyaret; hastanın yaşına, hastalığına, algısına başka özelliklerine göre farklılık gösteriyor. Bu da işi farklı, değişik, zor kılıyor. Çünkü alışılmış hazır bir şeyle değil, alışılmamış farklı olan kişi (hasta) durumlarla karşılaşıyorsunuz. Mesela apandist ameliyatı olan bir çocuğu çok güldürmemeniz gerekir ki dikişleri ona ağrı yapıp acı vermesin. Böyle durumlarda daha az komik oyunlar tercih ediyorduk. Örneğin sihirbazlık gibi. Çocuğa kahkaha attırmayacak oyunlar. Ya da bir yaşında ve daha küçük çocuklara müzik enstürümanıyla birlikte sabun köpüğü üflüyor veya el kuklası oynatıyorduk. Daha yumuşak ve hassas oyunlar çünkü küçükler ve hemen Clownlardan korkabilirler. Bu anlattıklarım bir kural değil. Ama genelde bunları bu durumlarda tercih ederdik. Bu dernekte çalışmak da öyle kolay bir şey değil. Önce sizi çok ciddi bir sınavdan geçirip işe alıyorlar ve dünya çapında Clown hocalarından workshoplar aldırarak eğitiyorlar. Ve sivil olarak, beş kez gidip sadece hastanede tecrübeli Clownların nasıl çalıştığını izliyorsunuz. Sonra beş kez üçüncü Clown olarak tecrübeli Clownlarla çalışmaya gidiyorsunuz. Daha sonra ikinci Clown olarak on kez gidiyorsunuz. Bu on kezin sonunda, derneğin Genel Sanat Yönetmeni sizi gelip izliyor ve bu işi yapıp yapamayacağınıza karar veriyor. İşin en güzel taraflarından biri, bu çok değerli dünya çapında hocalarla olan workshoplar, yılda bir ya da iki kez devamlı yapılıyor. Dernek, bu workshopları Viyana dışındaki çok güzel bir otelde bütün masrafları üstlenerek bizlere altı günlük eğitimle sağlıyor.
Bu workshoplar Clown’u inanılmaz geliştiriyor, öğretiyor hem de inanılmaz tazeliyor. Bence her oyuncu, Clown, yönetmen devamlı kendini geliştirecek workshoplara, eğer şartları uyuyorsa katılmalı. Hâlâ birçok Clown’a workshop veriyorlar. Orada eğitim hiç bitmiyor.

Kurumun ödeneğini kim ya da kimler sağlıyor?
Bu kuruma desteği halk veriyor. Sıfırdan başlayan bu kurumun şu an inanılmaz bir bütçesi var ve bu bütçenin %90’lık kısmını halk yaptığı düzenli bağışlarla oraya kazandırıyor. Bildiğim kadarıyla şimdi yüz binin üzerinde düzenli bağış yapan bağışçı var. Şu an orada 70-80 tane aktif çalışan Clown ve büroda 25 yakın çeşitli departmanlardan sorumlu çalışan kişi var. Clownlar Avusturya’nın değişik şehirlerinde çalışıyor. Viyana’daki büro ise şahane; içinde yok yok; yatma yerleri, çalışma salonları, depo, mutfak, kostüm odası, vb... Şu anda Rote Nasen (Kırmızı Burunlular) Avusturya’da kurum olarak tanınırlıkta en son 4. sıradaydı. Yani bu kadar prestijli bir kurum haline geldi. 

Siz kaç sene çalıştınız Rota Nasen’da? Hayatınıza neler kattı?
Ben bu kuruma bağlı olarak 12 yıl boyunca çalıştım. Buradaki çalışmamla yaşamımı kolayca idame ettirebiliyordum; hem çalışma saatleri (bir hastane ziyareti çalışma zamanı üç saatten oluşuyor) hem de aldığımız maaş çok iyiydi. Ayda sekiz on yarım gün çalışarak bir aylık ihtiyacım olan parayı kazanabiliyordum. Verilen workshoplardan zaten bahsetmiştim. Bu workshoplarda aldığım eğitimler tiyatro yönetmenliğime, oyunculuğuma ve kamera önü oyunculuğuma inanılmaz şeyler kattı. Çok şeyler öğrendim. Çünkü Clown eğitiminin ve oyunculuğunun başka bir dünyası var. Bu dünya size diğer alanlar için çok ama çok yardımcı oluyor, ışık tutuyor. Avrupa’daki alternatif oyunculuk okullarında, örneğin; Lecoq (Paris) ya da Lassad Saidi (Brüksel) gibi okullarda Clown eğitimi ikinci yılın sonunda verilir. Neden? Çünkü öğrenciler birçok değişik disiplinde eğitim alırlar. Komedya, Burleks, Melodram, Maske, Bufon, Tragedya, doğaçlama, akrobasi, sahne döğüşü vb. Ama Clown tüm bunları içinde barındırdığı için en son öğretilir. Çünkü en zor oyunculuk dalıdır. Chaplin’i ya da rahmetli Kemal Sunal’ı düşünün, ne kadar yetenekli, etkileyici ve iyiler. “Kemal Sunal da bir Clown mu” diyenler olursa bence evet, o bir Clown. Hem de çok iyi bir Komedyen-Clown. Aynı karakterle çok değişik konularda sosyal içerikli filmler çekmiş ve aynı kaliteyi göstermiştir. Tıpkı Chaplin gibi.

Odalarında palyaço gördüklerinde çocuklar, yaşlılar nasıl tepki veriyordu?
Bazı çocuklar şaşırıyordu, çekiniyorlardı, bazıları da hemen Clown’u kabul ediyordu. Tabii bizim işimiz de; korkan, çekinen çocuklardan bu korkuyu, çekingenliği alabilmek, daha doğrusu aşabilmek, onlarla clownsal iletişim kurmaktı. Bu da büyük bir hassasiyet, empati, öngörü, oyun zekası, doğaçlama yeteneği, algı gerektiriyor. Komik olabilirsiniz; ama iyi bir empati yeteneğiniz yoksa Clownlukta çok zorlanabilirsiniz. Çünkü bu tür durumlarda doğruya yakın kararlar vermeniz gerekir. Bir çocuğu ağlattıktan sonra maalasef her şey için çok geçtir. Yaşlılarsa çocuklardan ayrı tepki veriyordu. Genelde yaşlılar partnerlerimizle olan özel durumlarımızı merak ediyorlardı: Örneğin; evli miyiz, nişanlı mıyız, balayına nereye gideceğiz diye soruyorlardı. En çok partnerler arasında bir konudan dolayı geçimsizlik yaşanıyorsa, örneğin giyim tarzı, bu tür konular çok ilgilerini çekiyordu. Ya da sakarlık yaptığımızda, ayağımızla bilerek bir yere çarptığımızda gerçek zannediyor, “Acıdı mı?” diye soruyorlardı. 

Hastane Clownluğunda unutamadığınız anılarınız olmuştur. Bizimle bir tanesini paylaşabilir misiniz?
Ateşi yüksek olan bir çocuğun odasında Clownluk yapmıştık. Odadan çıktıktan sonra çocuğun babası arkamızdan koridora gelerek, çocuğunun ateşinin bir derece düştüğünü söyledi ve bize teşekkür etti. Buna çok sevindik. Zaten özellikle Amerika’da gülmenin-güldürmenin insan sağlığı üzerinde olumlu etkisi olduğu bilimsel olarak kanıtlanmış durumda. Bu konu üzerinde birçok bilimsel çalışma var. Çünkü insanın stresli, acılı, üzüntülü anlarında gülmek ya da o kişileri eğlendirmek o kişilere çok iyi geliyor. Geçen yıl Atina ve Selanik çevresindeki Suriyeli Mülteci kamplarında Red Noses İnternatıonal’le bu kamplarda Clown oyunları oynamıştık. Bu kamplarda acının ve geçmişi yitirişin içinde gülmenin insanlara ne kadar iyi geldiğini gözlemledim.

Türkiye’de Hastane Clownluğu var mı? 
Var ama yeterli değil. Hastane Clownluğu Türkiye’de hâlâ oturmamış bir düşünce yapısında. Yani, Hastane Clownluğu “hadi hastaneye iki tane Clown geldi, toplaşıp onları seyredelim” gibi bir durum değil. Bizde bu kavram da doğru anlaşılmadı henüz ne yazık ki.

Türkiye’de Clownluk yapan, eğitim veren kişi sayısı fazla mı?
Yok, değil.Clownluk bilinen bir meslek ama içeriğini, eğitimini, derinliğini bilen çok fazla kişi yok. Hatta ayağa düşmüş bir meslek diyebilirim. Yetkin birkaç kişi var bu alanda. Mesela bunlardan birisi Mine Çerçi. Kendisi Jacques Lecoq Uluslararası Tiyatro Okulu’ndan mezun. Burada atölye çalışmaları yürüttüğünü biliyorum, bir de Jacques Lecoq’un ‘Fiziksel Tiyatro’ kitabını çok güzel çevirmiş. İçinde Clown’la ilgili bilgiler de var. Herkese tavsiye ederim.

Clownluk dışında yurt dışında neler yaptınız?
Viyana’da Tiyatrobrücke adında kendi tiyatromu kurdum. Türkçe oyunlar sahneledim. Orada ilk sahnelediğim oyun Yedi Kocalı Hürmüz’dü. Deli Demrul, Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz, Keşanlı Ali Destanı gibi oyunlarla devam ettim. Bir de çok uluslu projelerde çok kültürlülük sorunları üzerine oyunlar yaptım. Burada konuyu kendim seçip yazarla beraber yeni oyunlar oluşturduk. Bu çalışmalarla devlet ödeneği alıyordum; bu ödenekle projelerimi gerçekleştiriyordum. Buradaki oyuncularım, değişik ülkelerden Viyana’da yaşayan oyunculardan oluşuyordu. 
Viyana'da bulunduğum süre içinde de Volkstheater, Schauspielhaus, Burgtheater ve Aktiontheater gibi Avusturya Devlet Tiyatroları ve çeşitli özel tiyatrolarda oyuncu ve reji asistanı olarak görev aldım.

15 yıldan sonra Türkiye’ye dönme kararını nasıl aldınız?
Yurt dışındayken Ağustos 2008’de Erzurum Devlet Tiyatrosu’ndan oyun sahnelemek için davet aldım ve Türkiye’ye geldim. Bu süreç içinde de memlekete dönme kararı aldım. Nasıl isteyerek yurt dışına gittiysem yine isteyerek de memleketime dönmüş oldum; vatan hasreti ağır bastı diyelim. Çok şükür ki bu kararımdan da pişman değilim. Zaten istediğim zaman yurt dışına gidip gelebiliyorum.

Türkiye’deki üniversitelerden davet alıyor musunuz? 
Evet. Çağrıldığım zaman gidiyorum. Ama yaygın değil. Daha çok festivallerden davet alıyorum. Türkiye’nin değişik yerlerindeki festivallerde Clown eğitimleri verdim: Erzurum’da Atatürk Üniversitesi Oyunculuk Bölümü’ne, Mardin’de Drased Derneği’nin davetlisi olarak, Salihli Sart’ta Dionysos Tiyatro Eğitim Festivali’nde, Bursa Devlet Tiyatrosu’nun ‘Balkan Ülkeleri Tiyatro Festivali’nde’, Samsun’da Katip’in düzenlediği Tiyatro Eğitim Kampı’nda, Burhaniye Taylıeli Köyü’nde, Uluslararası Köyümüzde Şenlik Var Festivali’nde...

Clown olarak önceliğiniz nedir?
Clown olarak; kişilerin samimi, kendi içinden gelen duyguların yönettiği clownsal varlıklar olmalarını sağlamaya çalışıyorum. Oynamayı bırakmasını, kendi gibi olmasını istiyorum. Çünkü oynadıkça taklit oluyor. Ama Clown öyle değil. Clown anı yaşayan ve duygularını, hislerini saklayan biri değil. Neyse o. Onu gösteren. Duygusal ama aynı zamanda eğlendirirken duygulandıran. Yani seyircinin kalbine dokunan, dokunabilen. Bir Clown için bu çok ama çok önemli.

Clown, kişisel gelişim açısından da yaygınlık kazanan bir alan. Siz, yıllardır Clown Atölyesi yapıyorsunuz; verdiğiniz atölye çalışmalarında ne gibi durumlarla karşılaşıyorsunuz?
Oyuncularla, beyaz yakalı denilen birçok meslek grubuyla bir araya geldim. Birçok durumla da karşılaştım. Mesela bir atölye çalışmasında personaj çalışması yapıyordum. Bu çalışma tek bir öğrenciyle yapılan 1, 1,5 saat süren zor bir çalışma. Temel amaç; Clown olmak isteyen kişinin oyunsal olandan uzaklaştırılıp, tamamen içten gelen duygusal, doğal olan bir itkiyle Clown’a yönelmesi. Böyle olunca Clown derinliği ve samimiyeti oluşuyor. Atölyenin 4. günüydü ve bu çalışmanın bir bölümünde şarkı söylettiriyorum. Bir bayan öğrencim, bu çalışmaya katıldı. Çalışma bitince şöyle bir gerçek açığa çıktı. Öğrencim dedi ki: “Ben bu yaşıma kadar insanların karşısında hiç şarkı söyleyememiştim, buna annem de dahil. Herkes bana sesimin erkek sesi gibi olduğunu söyledi. Ve ben bundan dolayı utandım, çekindim ve toplum karşısında hiç şarkı söylemedim. Burada ilk kez şarkı söyledim.” 

Benim 30 – 32 yaşında olduğunu düşündüğüm bu öğrencim için böyle bir düşüncem oluşmamıştı. Ama bu öğrencime öyle bir bilinçaltı oluşturmuşlar ki o da insanların sesinin kalın olduğunu söylemesine inanmış ve kendini hapsetmiş bu düşünceye. Ama bu kadın o çalışmanın içinde cesaret gösterip kendi içinde taşıdığı bu olumsuz durumu aşabildi. 

Kişisel gelişim, içsel kompleks diye adlandırdığımız bu süreç Clown Atölyeleri’nde zaman zaman kendini gösteriyor. 
Böyle bir takım örneklerle de karşılaşabiliyorum. Clown’un da insanların kişisel gelişimine ve öz güvenlerine katkısı olduğunu düşünüyorum. Personajı tamamlayan kişi çalışmanın sonunda öyle bir rahatlıyor ki yüzü, bakışı değişiyor, bu da çok fark ediliyor. 

Peki sizin Clownluğunuzda açığa çıkan bir şey oldu mu?
Benim hocam ritim, yürüme, ses çalışması yapıyordu. Yürürken bana “Sen çiftçi palyaçosun.” dedi. Hoca Fransa’dan gelmişti, beni hayatında ilk kez görüyordu. Ben de “Evet, benim babam çiftçi.” dedim; bir de ben yıllarca tarlada çalıştım... Geçmişte yaşadıklarımız, yaptıklarımız bizim üzerimizde bir kimlik oluşturuyor. Bu insanlar bunu halinden ve tavrından görüp anlayabiliyor. Vücut dili konusunda çok uzmanlar. Bedeni ve duyguları iyi tanıyorlar. Bu hocalar objelerle elementlerle de çok çalışıyorlar. Bu hocalara hep saygı duydum. Gerçekten üstün insanlar mesleksel olarak.

Clown olmak için oyuncu olmak şart mı?
Hayır, hiç değil. Hatta bazen oyuncu olmak Clown olmanın önünde zorluklar yaşatabiliyor çünkü oyuncu, aldığı eğitimle belli kalıpları öğreniyor ve bu kalıpları yıkabilmek için daha uzun bir zaman çaba göstermesi gerekebiliyor. 

Oyunculuk bölümlerinde Clown çalışması olmasını ister miydiniz?
Kesinlikle. Söyledim ya Clown eğitimi yurt dışındaki tiyatro bölümlerinde en son öğretilen yani en yüksekte tutulan bir alan. Clown olmak benim hayatıma birçok yönden olumlu katkı sağladı. Mesela korkusuzca oyun alanında öylece durabilmeyi öğrendim, tabii bu durmanın içinde, işte o personaj çalışması dediğim çalışmanın etkisi büyük. Bu durma içinde bile komik olabilmelisiniz, hiçbir zorlama, taklit olmadan; aynı zamanda da her şeyden bir oyun çıkarabilineceğini ya da her şeyle oynanabileceğini. Clown algısı içinde bunlar çok değişik ve başka görünüyor. Bunu öğrendiğinde ancak bunları anlayabiliyor ve uygulayabiliyorsun. Örneğin; Rusların çok ünlü Clown’u Oleg Popov, 80 yaşındaydı aşağı yukarı ben kendisini seyrettiğimde; sadece sirkin ortasında bir uçtan bir uca yürüyordu. Sadece yürüyordu ama herkes gülüyordu. İşte demek istediğim bu. Hiçbir şey yapmadan çok şey yapmak. Durmak da böyle bir şey. Duruyorsun ama herkes sana gülüyor. Bunu bu çalışmalarda öğreniyorsun. Özellikle aptal olabilmeyi. Bu çok etkili ve güzel bir duygu. Öğrenmek, yaşamak gerek. Ayrıca Clown çalışmaları, öz güvenin gelişmesi için çok güzel çalışmalarla dolu. Bunu sadece oyunculara değil herkese tavsiye ediyorum. Aptal olmak çok güzel bir şey. Özellikle oyuncuların Clown workshopu almaları gerektiğini düşünüyorum. Kendi komik yönlerini geliştirebilmeleri ve kendi sınırsızlıklarını anlayabilmeleri ve zorlayabilmeleri için...

Dancentrum’da Türkiye’nin ilk Clown Okulu’nu açmışsınız. Çalışmalarınız devam ediyor mu?
Dancentrum'un bünyesinde Türkiye’nin ilk clown okulunu 2011 yılında açtım. Orada zaten dans, nefes, resim, akrobasi, müzik ve ritim vb. dersler veriliyordu. Fakat şimdi çeşitli nedenlerden dolayı Selen Özkan Dancentrum’un yerini taşıyacak. Şu an net olmasa da Maslak Mashattan’da bulunan Massk Tiyatro Salonu’nda onlarla iş birliği yaparak inşallah eğitim vermeye devam edeceğiz. 

Hakan Yavaş’a bu güzel sohbet için çok teşekkür ederim.

 

Anahtar Kelimeler: hakan yavaş



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir