Sivas Devlet Tiyatrosu, 2014- 2015 sezonunu dört oyunla tamamladı. Recep Bilginer'in yazdığı Nurullah Tuncer'in yönettiği "Yunus Emre", Umur Bugay'ın yazdığı Doğan Yağcı'nın yönettiği "Kader Kısmet Oyunu", Federico Garcia Lorca'nın yazdığı Barış Erdenk'in yönettiği "Kanlı Düğün" ve Moliere'in yazdığı Kubilay Karslıoğlu'nun yönettiği "Gülünç Kibarlar".
Bu oyunlardan Lorca'nın Kanlı Düğün adlı eserinin temsili diğerlerinden biraz daha ön plana çıktı. Lorca'nın "Köy Trajedileri" üçlemesinin ilk oyunu olan eser, 1932 yılında yazılmış ve hemen ardından İspanya ve Arjantin'de sahnelenmiştir. Yazarın üçlemenin trajedi olduğu üzerindeki vurgusu üzerinde de ayrıca durmak gerekir. Trajedinin günlük yaşamdan uzak oluşu, yazarın simgesel anlatımıyla birleşerek fantastik bir boyut kazanır oyunlarda.
Bunu oyunun bir temsilinden önce şu şekilde vurgulamıştır:
"Düşünün, en sonunda doğru yazdılar afişlere: Tragedya. Tiyatro toplulukları oyunlarına dram deyip çıkıyorlar, tragedya demekten çekindikleri için! Ne mutlu bana ki, oyunlarına gerçek adını veren akıllı bir oyuncu ile karşılaştım." (Lorca)
Üçlemenin diğer oyunlarında olduğu gibi bu oyun da İspanya'nın Endülüs bölgesinde geçer. Eser, gelenek- göreneklerin insanın günlük yaşamındaki hareketlerine, duygularına ters düşmesi sonucu ortaya çıkan kaçınılmaz sonu anlatır. Aşk ana temalı oyunun destekleyici temalarından bir diğeri ölümdür.
Kan davasında oğlu ve kocası öldürülen anne, diğer oğlunun aynı aileden birisi ile evlenmesine karşı çıkar ancak bunda başarılı olamaz. Kızın daha önce nişanlanıp ayrıldığı Leonardo adında bir sevdiği vardır. Leonardo düğün günü eski nişanlısını kaçırır ve kan davası tekrar başlar. Her iki genç düello sonucu yaşamını yitirir.
Oyunun olay örgüsü aslında trajik olanın konvansiyonel bir biçimidir. Aristoteles'in Poetika'sından mülhem, kan davası ile başlayan bir fabel, tragedyanın gereği olarak mutlu sonla bitemez. Lorca'yı ve eserini farklı kılan ise metnin dramatik yanının şiirsel olanla güçlendirilmesidir. Oyunun ikinci perdesinden sonra, Leonardo'nun kızı kaçırmasıyla, şiirsel dil ortaya çıkar. Ay ışığı, oduncular ve dilenci birer simge şeklinde gerçek olanla iç içe geçer. Ortaya çıkan fantastik boyut Lorca'nın şiirsel diliyle açıklanabilir. Federico Garcia Lorca, İspanya'nın yetiştirdiği en büyük şairlerden biridir. Oyun yazarlığına da büyük etkisi olan bu özelliği onun eserlerinde dramatik ve şiirsel olanı birlikte görmemizi sağlar. Ancak bu şiiriyet oyunlarının dramatik aksiyonunun kimi zaman kesilmesine neden olur. Lorca ise bu durumdan hiç de rahatsız değildir:
"Ay ile Ölüm, kaderin temsilcisi sembolik elemanlar olarak belirirler. O ana kadar oyuna hakim olan tragedya durur, aralanır ve yerine şiirsel fantaziye bırakır. İşte o anda ben sudaki balık kadar mutlu olurum tabii" (Lorca)
ERDENK'İN LORCA YORUMU
Yönetmen Barış Erdenk, Lorca'nın trajedisini oyun içinde oyun olarak sahneleme yolunu seçmiş. Anlatıcı, oyun başında Lorca'nın biyografisini aktardıktan sonra onun şiirleriyle konuya bir giriş yapıyor. Oyun sonunda da yine Lorca'nın "Hoşçakalın" adlı şiiri ile kapanışı yapıyor. Bu sayede hem oyunun kendisinde hem de oyun içindeki oyunda Lorca'nın oyun yazarı ve şair kimliği birleştirilmiş oluyor.
Erdenk, Lorca'nın oyun metninde kendisinin de sıkça kullandığı sahne direktiflerini kendi sahnelemesinde de kullanır. Özellikle dilenci kadın; oduncu, ay ve ölüm kavramlarını tek başına üzerinde taşımaktadır. Bu seçimiyle oyunun simgesel anlatımı sadelikle ve daha yoğun bir biçimde aktarılmış olur.
Yönetmenin yazarın şair kimliğine vurgu yaptığı yerler de belirgindir:
Ana: "Bir kadının bir erkeği olur, o kadar." "Namuslu kadınlar suya atar kendini." "Kan saati çaldı yine."
Dilenci kadın: "Kanın yolunu izleyeceksin. Gün ışığını gören kanı toprak içer."
Erdenk, oyunculuklar konusunda da abartıya kaçmıyor. Leonardo'nun biraz daha öne çıktığı performanslarda ana, oğul ve gelinin sadelikle yürüttükleri oyunları gayet başarılı. Lorca'nın kadın karakterler üzerinde önemle durduğunu hatırlayarak birbirinden farklı iki kadını bu oyunda da görebiliriz. Ana toprağa olduğu kadar kocasına da bağlı aklıyla işini gören tam bir geleneksel kadını simgeler. Gelin ise duygularına kapılmaktan kendini alıkoyamayan genç bir kadındır. Farklı karaktere sahip bu iki kadın oyunda abartısız oyunculuklarıyla var oluyorlar. Gelinin unutulmaz tiradından:
"Sen olsan sen de giderdin. İçi dışı yarayla dolu, arzudan yanıp tutuşan bir kadındım ben; oğlunda kendisinden çocuklar, toprak, sağlık umduğum bir avuç suydu; ama öteki, çalılıklarla tıkalı, karanlık bir ırmaktı, sazlarının fısıltısını, mırıltılı türküsünü getiriyordu bana. Soğuk sudan bir küçük çocuğa benzeyen oğluna uydum ben de;
ötekiyse, yüzlerce kuş saldı üstüme, bu kuşlar yolumu tuttular, beyaz beyaz kırağı bıraktılar yaralarımın üzerinde, zavallı, sararıp solmuş bir kadının, ateşle okşanmış bir kızın yaraları üzerinde. İstemezdim, unutma ki, bende istemezdim! Oğlun benim yazgımdı, ona ihanet etmiş değilim; ama ötekinin kolu, denizin çekmesi boğanın itmesi gibi sürüklüyordu beni, her zamanda sürükleyecekti, her zaman, her zaman; kocamış bir kadın olsam da, oğullarımın oğulları saçlarımdan tutsa da!
Sus! Sus! Al öcünü, işte karşındayım! Bak boynum ne yumuşak; bahçendeki bir yıldız çiçeğini koparmaktan daha az zahmet ister. Ama onurumla oynama! Temizim ben, yeni doğmuş bir kız kadar temiz. Sana bunu ispat edecek kadar da güçlü. Yak ateşi, elimizi içine sokalım; sen, oğlun adına, ben de vücudum adına. Elini ilk çeken sen olacaksın" (çev. Turan Oflazoğlu)
Oyun metnindekinden daha fazla sahnede yer almasıyla "dilenci kadın"ın sahnelemedeki görevi de artmış oluyor. Bu rolüyle, teknik nedenlerden dolayı adını bilemediğim, oyuncu; yönetmenin isteği doğrultusunda oyunun simgesel gücü ile şiirselliğini artırmada oldukça başarılı. Ay, ölüm ve oduncular gibi neredeyse bütün simgeler dilenci kadın üzerinde toplanıyor. Anlatıcı ve güveyin babası rolüyle ve sesindeki dinginlikle Mehmet Demiralp, orkestraya tezat olarak oyunun yürütücüsü konumuna yerleştirilmiş. Demiralp, Lorca'dan okuduğu şiirlerle bir üst anlatı oluşturuyor.
VE FLAMENKO
Genel olarak İspanya biliriz ancak aslında Endülüs bölgesinin müziği ve dansıdır flamenko. Güneydoğu İspanya'nın heterodoks yapısıyla uyumlu müzik ve dans. Müziğiyle, diliyle, ırkıyla bir bütün olarak kültürüyle gelenekseli yaşayan insanların oluşturduğu özerk bölgedir Endülüs.
Oyunda da ciddi bir koreografi performansına şahit olduğumuz dansçılar ayrı bir övgüyü hak ediyor. Flamenkoyu sert ve keskin bakışlarla tempolu bir biçimde yansıtmaları seyirciden büyük alkış alıyor. Oyuncular da özellikle ritim sağlanması gerektiğinde dansçılara ayak uydurabiliyor.
Orkestra dansçılarla uyum içinde çalışmış ve oyunun durağan temposunun birden yükselmesini de sağlayabiliyor. Vokalin Flamenkodaki önemini kavrayan ve şarkılarla oyuna daha da renk katan orkestra elemanları Endülüs duruşunu da yansıtmayı başarıyor.
DEKOR- IŞIK
Dekor tasarımıyla Seyhan Kırca, oyun içinde oluşturulan oyuna paralel olarak daire bir platform oluşturmuş. Fonda ise asimetrik ve birbirini kesen ağaç gövdeleri konumlanmış. Oyuncular sahne sırası geldiğinde fon olarak oluşturulan bu bölgeden sahneye geliyorlar. Orkestra da bu ikisinin arasında sahnenin solunda yer alıyor. Bu konumlanma oyun seyri için herhangi bir zorluk da çıkarmıyor.
Işık tasarımını yapan Zeynel Işık, oyuncuların konumlanmasında ve belirginleştirilmesinde önemli rol oynamış. Bu sayede sahneye girişler, ölçüsünde black outlarla sağlanmış.
Sahnenin ve fonun kahverengi tonlarına oyuncuların kostümlerindeki siyah ve beyaz eşlik ediyor. Siyah ve beyazın birlikteliği Endülüs'ün çok kültürlülüğü ve zıtlıkları bir arada taşımasıyla düşünülmüş olabilir. Dilenci kadının üzerindeki baskın siyah renk ve ölümü çağrıştırmasının ardından kan kırmızı makyaj ise onun simgesel kimliğiyle örtüşüyor.
Lorca'nın şiirsel yanını ön plana çıkaran yorumuyla Barış Erdenk, tek perde doksan dakikalık bir sahneleme ortaya çıkarıyor. Konusu itibarıyla bize de yakın duran, Flamenko dansı ve müziğiyle akıllarda yer eden oyun, şair/ yazar Lorca'ya da saygı duruşu niteliğinde. Sivas Devlet Tiyatrosu'nun bu yorumu yılın başarılı sahnelemelerinden biri olarak hatırlanacak.
Not: Carlos Saura'nın "Flamenko Üçlemesi" olarak bilinen "Kanlı Düğün", "Carmen" ve "Büyülü Aşk" filmleri de sinemanın unutulmazlarındandır.
KÜNYE
Yazan: Federico Garcia Lorca
Çeviren: Turan Oflazoğlu
Yöneten: Barış Erdenk
DEKOR TASARIMI
SEYHAN KIRCA
GİYSİ TASARIMI
FUNDA KARASAÇ
IŞIK TASARIMI
ZEYNEL IŞIK
BESTECİ
EMİN SERDAR KURUTÇU
KOREOGRAF
SİBEL ERDENK
ASİSTAN
FİLİZ DEMİRALP
SAHNE AMİRİ - KONDÜVİT
METİN AKTAŞ
IŞIK KUMANDA
AHMET UBUZ
ERDEM YALÇIN
SUFLÖZ
E. ALARA KOÇYİĞİT
OYUNCULAR
FULYA ÜLVAN
BURCU ONGUN ALTAY
FİLİZ DEMİRALP
FİLİZ UYSAL
OZAN KALKAN
ÖMER ERYİĞİT
MEHMET DEMİRALP
ELVAN DEMİREZ
DANSÇILAR
GAMZE KARACA
BELGİN ÜNLÜ
GÜLŞAH KARAKAŞ
GÖKHAN KARAKOÇ
HAKAN ERSÖZ
ORKESTRA
SİNAN ELMACI
DURSUN ERTURAN
BURAK SEÇGİN
İSMAİL ÖZTÜRK
ŞAFAK ÖZTÜRK
HALİS TUNCA ÇATALTEPE
Anahtar Kelimeler: kanlı düğün, sivasdt, sivas devlet tiyatrosu
0 Yorum