Gerçeğin sahnede, sahtenin hayatta olduğunu fark ettim birden.Her iki karakter de o denli yaşıyordu ki, onlar mı izleyici, ben mi oyuncuyum, bir an kafam karıştı.Kenneth Tynan haklıydı :
" Dünyada olup bitenle sahnede olan arasında organik bir bağ..."
Tarihin ( yoksa, sadece yaşam mı desem ) herhangi bir zamanından alınmış bir kesitin içindeydik sanki.Fonda sadece Beethoven ve Ayışığı Sonatı... askıda sallanıp duran siyah ceket ve bir fötr şapka.
Tarık Günersel imzalı, " Aşk ve Siyaset " adlı oyunun tekstini ilk okuduğumda, karakter ve hadiselerin şiirsel, yer yer soyut bir gerçekliğin üstüne oturtulmuş olduğunu ayrımsamıştım.
En yenilmez, en acımasız, en amansız hüzünlerle sınanırken bile, oyun kahramanları, Piyanist Oya Esin ve Başvekil Kaya Düşsel, bir 'belki' ye, keskin bir 'imkansız'a, uzakta kalmaya tutsak bir hayale, solmuş bir güle sığınmışlardı.
" Aşk ve Siyaset " oyununda Kaya Düşsel'i yaşar kılan Serkan Aydın'dan Kaya Düşsel'i anlatmasını istedim geçen gün.Bu role nasıl hazırlandı, ruh çözümlemesi yaparken hangi uçurumların kenarında buldu kendini, dahası Kaya Düşsel ile kurduğu organik ve duygusal bağ hangi psikodinamiklerin ürünüydü, bunları öğrenmek istedim.O konuşurken söze girmedim.Noktasına, virgülüne karışmadım.Her ne söylediyse, aynen, kelimesi kelimesine yazdım.
İşte anlattıkları :
" Tarık Günersel’in belirttiği gibi, 'birbirini çeken ama siyasette çatışmalı iki kişinin yaşadığı duygusal ilişki'nin kahramanlarından birini, yani Kaya Düşsel'i, canlandırdım sahnede.
Bildiğiniz gibi, Kaya Düşsel’in milletvekili seçim sonuçlarını tedirginlikle, heyecanla, kuşkuyla beklediği bir geceyle başlıyor oyun. Sonrasında farklı zamanlar yaşanıyor… bir uçak kazası mesela. Tırmanan toplumsal huzursuzluk, gerilen siyasi ortam ve bir askeri darbe. İşte, bütün bu yıllar içinde iktidar sahibi bir adamın çocuksu masumiyetini, sevgi, güven arayışını, çıkışsız kalışını, hırçınlıklarını, reddedilişini, hatalarını ortaya koymaya çalıştım. Farklı duygusal gelgitlerin çok doğru, en inandırıcı biçimde yansıtılması gibi bir sorumluluğum vardı.Dahası tekste mevcut hem komedi, hem dram öğelerini yalın bir biçimde aktarmak, cinnet eşiğindeki öfke, hiddet patlamalarını sahici bir biçimde, nasıl desem oynamadan, oynayarak ifade etmek, mecburiyetindeydim. Doğru notalara basmadığım takdirde, illüzyon kırılacak, dramatik yapı ister istemez hasar görecekti.Bıçak sırtı bir durumdu, anlayacağınız.
Öncelikle 1950’li yılların Türkiye’sini, dünyadaki gelişmeleri etüt etmem gerekiyordu. Yayın taramaları yaptım, birkaç belgesel izledim. Sonrasında Kaya Düşsel neye, hangi durumda nasıl tepkiler verir, duygu dünyası nasıldır, bunları düşündüm tek tek. Nasıl yürür, nasıl bakar, nasıl oturur, nasıl şaşırır, yedeğinde taşıdığı mutsuzluklar nelerdir, kimi sözcükleri nasıl vurgular, pişmanlıklarını, yaşadığı güç zehirlenmesi, bir başka ifadeyle iktidar sarhoşluğunu, öfkesini, vazgeçişlerini, hırçınlıklarını ne şekilde yansıtır, konuşurken ellerini nasıl kullanır, değişik duygu durumlarında verdiği fizyolojik tepkiler, ahlaki değerleri nelerdir… tüm bu detaylara yoğunlaştım, diyebilirim. Mesela beyaz ( teslimiyet ), mavi ( uçsuz bucaksız özgürlük, gökyüzü ), kırmızı ( kan, kurban kanı ) renkli mendillerin simgesel anlamlarını...öfkeli bir anda mavi mendili yani özürlüğünü buruşturup yere atmasını...
Şimdi rahatlıkla itiraf edebilirim, Kaya Düşsel karakterinde kendime rastladım zaman zaman, bir tür kesişme, buluşmaydı bu yaşadığım.
Belki de kendi yaralarımdan tanıdım en çok onu. Birbirimizin öyküsünde nefes alıp vermeye başladık an be an. Ve bazen rüyamda boşlukta sallanan bir ilmeğe doğru yürüdüğümü gördüm.Thanatos karşısındaki acizliğimizi duyumsadım.
Bu bağlamda izleyiciyi farklı derinliklere, değişik iklimlere taşımam gerekiyordu.Gerçek ve gerçeküstüyle haleledim yorumumu.Hem kendim, hem başka bir insan olmanın keyfine bıraktım kendimi.
" Kimsenin etkilenmesi umurumda değil.Doğrusu sizden başka."
Aslında içindeki çocuğu hiç kaybetmemişti Kaya Düşsel.Hep o küçük çocuğun sesine kulak vermişti yıllar yılı.O savruluşlar, o sarp hüzünlerle sınanmış memnu yanlızlıklar, tehditler belki de bundandı.Zaman zaman dizginlenemeyen öfkesi de.Kendi ifadesiyle, akordu bozulmuştu bir kez.İş çığrından çıkmıştı.
Yoksa her başka bedende bir anne / şefkat arayışı mı ? Olası tehlikelere karşı koruyan, güven veren, her koşulda koşup sığınabileceği bir anne...bir yasak aşk neden olmasın ?
" Kılavuzum olun yine de. Yolda tuzaklar olabilir."
Tarık Günersel bir defasında Kaya Düşsel'den şöyle bahsetmişti :
" Kaya’da bizi en çok etkileyen şeylerden biri samimiyeti,
nezaketi, duygulu ve duyarlı oluşu aslında.Sevdiği kadının
yanında kendisi olabiliyor.
Ama dış dünya başka:
İstediği oyun oynanmayınca bozulup saldırganlaşıyor hemen:
‘Şimdi de üniversitelerde muhalefet başladı!’
Meclis’te, siyasette muhalefet yetmiyormuş gibi !
Bütün bunları anlayamıyor. Kendisi hep haklı çünkü !
Psikolojide ‘mitomani’ hastalığı varmış, kafasında yarattığı myth'e, efsaneye inanmak.
Sanatçı olsa yararlı olabilecek bir sorun bu, hiç kuşkusuz.
Siyasette tehlikeli, hatta öldürücü...Oya’nın estetik güçlülüğü ve olgunluğu çekici geliyor Kaya'ya.
Anne düşkünlüğünün izi, diyelim.
Coşkulu çocuksuluk sanatta verimli olur, ama bu durum siyasette (ve iş hayatında) tehlikelidir.
Sınırsızlaşmak istiyor Kaya. Çapkınlıkları bundan belki.
Bu istek iktidarda baskıcılığa yol açıyor ister istemez."
Kaya ne zaman sığındığı çocukluktan sıyrıldı ? Ne zaman erişkin oldu ?
Tarık Günersel şöyle yanıtlamıştı :
' Reşit olmak’ yaşla olmaz,
çoğu insan reşit olmadan yaşlanıp ölür.
Kaya ne zaman reşit oluyor?
Hapisteyken.
‘Meydanlar nasıl da dolardı!..’
O uzun replik farkına varma sürecini yansıtıyor aslında.
Hayretler içinde.Ve yalnız..
Son sözü: ‘Kimseye kırgın değilim.’
Bağışlama. Kendisi dahil mi? Bir tür kabulleniş, diyelim.Yine içten ve yine çocuksu.'
İlk sahnede Kaya Düşsel tedirgindir, geleceğe dönük nice yanıtlanmamış sorular vardır kafasında, otururken vücut dili gergindir, mesela ayak topukları tam olarak zemine basmaz bir türlü.İkinci sahnede artık güç sahibidir, kendine güveni ( artan güvensizliği mi ? ) tamdır.Umursamaz.Otururken bacak bacak üstüne atar.Umursamaz tavırlar sergiler.İstemediği konular gündeme geldiğinde sıkıntıyla basit kaçış yollarına (" Şu fotoğraf nereden ?", " Hava çok mu sıcak bir pencere açsanız", "Hocam teneffüs zili ne zaman çalıyor ?" vs.) yönelir.Sadece onun kuralları vardır...hayata meydan okurken, aslında bilinçaltında tutuklu kalmış Oidipus karmaşasının yüzeye çıktığını ayrımsamaz bile.Baba figürüne karşı koyamayacağını bilir.Giderek gerçeklerden koptuğunun, üzülmesini istemediği kadını en çok üzdüğünün farkında değildir.Ya da önemsemez.Bu bağlamda kaçak oynamayı seçer.İd, ego, süperego çatışmaları giderek şiddetlenir.Yaşananlardan yorgundur aslında.Kıstırıldığını hisseder, bu durum onu daha da huzursuz, gergin kılar.Sık sık, konuşturulması gereken ' es ' kere sığınır.
Oyun sonrası fuayede şöyle bir yorumla karşılaştım : ' O kadar gerçekti ki anlatılan...ve bir o kadar da hayal. '
Ne diyeyim AŞK ve SİYASET, böyle birşey, işte !
Yalın tiyatro nedir ? Oyuncu rolüyle nasıl buluşur, diyerek çıktım yola, kılı kırk yararak her detayı inceledim.Skeç, film, televizyon dizisi, okul müsameresinden, her türlü derme çatmalıktan uzak bir tiyatro tadı yaşatmak istedik izleyiciye.Performansı hiç düşmeyen bir çizgide akıp giden, sade, abartısız, ödünsüz, iyi, doğru, nitelikli, dengeli bir oyunculuk sergilemeye çalıştım, başaralı olabildim mi, bilmiyorum."
" Ya 'Aşk ve Siyaset' in rejisör yardımcılığı ve yapımcısı olmak," diye sordum.
" Oyuncu olarak başladığım projede, Tiyatro Su'nun Genel Sanat Yönetmeni, hocam Tarık Günersel'in önerisi ve takdiriyle bu iki görevi de üstlendim.Ayrıntılarda titizliğe, niteliğe verdiğim önem, ilkeli, hedefleri, söylenecek sözü, özü olan bir oyunun yapımcılığı gibi bir sorumluluğu kabullenmemde esas oldu, diyebilirim.Günümüz koşullarında zor bir iş..."
Kaya Düşsel ve Serkan Aydın.Acaba hangisi Kaya, hangisi ne kadar Serkan Aydın, diye düşündüm bir an...sofitadan düşen ışık duvarda ince gölgeler oluşturmuştu.Az sonra salon kapıları açılacak, izleyiciler yerlerine geçicek, oyun başlayacaktı.
Anahtar Kelimeler: aşk ve siyaset, Kaya Düşsel
0 Yorum