MAKALELER

Don Kişot'un Görülmedik Serüveni

2016.03.08 00:00
| | |
6629

Tüm zamanların tartışılmaz en kahraman, en romantik şövalyesi. Masumların koruyucusu, zalimlerin korkulu kabusu...

 


 

“Taşkın tutkuları deliliğin doğurduğu açıktır. Bir deliyle bir bilge arasındaki fark, birinin tutkularına diğerinin aklına boyun eğmesidir” Desiderus Erasmus  “Deliliğe Övgü”   

Tüm zamanların tartışılmaz en kahraman, en romantik şövalyesi. Masumların koruyucusu, zalimlerin korkulu kabusu. Gözünü kırpmadan canavarlara, (bu canavarlar aslında yel değirmenleri de olabilir ama siz asıl olan niyete bakın) mızrağıyla saldıran kahraman şövalye La Mancha’lı Don Quijote (Don Kişot).  Yani, namı diğer asilzade Alonso Quijano (Kihano). Hiç uyumadan sabahlara kadar okuduğu şövalyeleri anlatan kitaplardan etkilenen, zamanla o şövalyeler gibi olmayı kafasına koyan, takıntılı Alonso Quijano sonunda kendisini dünyadaki bütün haksızlıklara karşı savaş açan gezgin bir şövalyeye dönüştürür. La Manchalı Don Quijote (Don Kişot) olmaya karar verir. Atı Rosinante (oyunda üzerine bindiği ahşap fıçı oluyor) ve silahtar olarak köylüsü Sancho Panza’yı da yanına alınca ekip tamam olur ve türlü maceralara atılmak üzere yollara koyulurlar.


Sahnede yan yana iki ahşap fıçının üzerine binmiş ileri geri sallanan iki adam. Aslında ata binmişler ama biz gönül gözü kapanmış faniler gerçeği göremiyoruz. Birisi kafasında bir berber tası, üzerinde derme çatma zırhı ve mızrak niyetine taşıdığı yamuk uzun sopasıyla La Manchalı Don Quijote, diğeri de silahtarı Sancho Panza. “Önümüzde sıralanan şu canavarları görüyor musun Sancho?” diyor Don Quijote. Hangi canavarlar demeye kalmadan “ben onlarla savaşmaya gidiyorum” diyerek ileri doğru atılır ve yel değirmenlerine saldırır. Zavallı Sancho Panza “aman efendim onlar canavar değil, sadece yel değirmenleri” demeye bile fırsat bulamaz.   

 


Yer İzmir Sanat. Tiyatro Terminal ekibi “Don Kişot’un Görülmedik Serüveni” isimli oyunu sahneliyor. Oyunu sahneye İbrahim Güngör koyuyor. İspanyol yazar Miguel De Cervantes’in orijinal eserinden Selda Uzunkaya’nın sahneye uyarladığı oyunun başrollerini Batuhan Köksal (Feliciano, Don Quijote), Julide Kara (Calvina, Hancı Kadın, Kahya), Jülide Derya (Marcella, Sancho Panza) , Pervin Güner Aygün ( Filippa , Dulcinea), Gülin Bakkaloğlu (Garaitz, Yeğen), Atila Acar (gerçek Don Quijote, Aynalar Şövalyesi) , Orkun Kocabıyıkoğlu (Garcia, gerçek Sancho Panza) , İbrahim Güngör (Pedro Usta, Orman Şövalyesi, Rahip) ve Can Erdil Şentürk (Juanito, gitar çalan müzisyen) paylaşıyorlar.


Bu aslında “oyun içinde bir oyun”. Biraz önce izlediğimiz sahne, bir tiyatro kumpanyasının sahnelemeye çalıştığı oyunun provalarından bir kesitti. Melisandre’nin Kurtuluşu Kumpanyası’nın provasını yaptıkları Don Kişot oyununu sahnelemek için sadece üç günleri var. Oyunun üç erkek oyuncusu haber vermeden çekip gittiği için diğer oyuncuların moralleri sıfır. Üstüne üstlük bir de bağlı oldukları Dük hazretlerine oyunu beğendirmek zorundalar. Çünkü kumpanyanın geleceği Dük hazretlerinin yüksek beğenilerine bağlı. Aksilikler bununla da bitmez. Yönetmenin ve oyuncuların kafası ciddi biçimde karışık. Çünkü ikinci perdeyi nasıl oynayacaklarını bilemiyorlar. Daha beteri oyunun finaline bir türlü karar veremiyorlar. Eserin birinci cildi tamam da sonradan yayınlanan ikinci cildin de bir tuhaflık var. Hikayenin mantık dışı akışı eşyanın tabiatına tamamen aykırı. Melisandre Kumpanyasının titiz ve biraz da huysuz yönetmeni Pedro Usta (İbrahim Güngör) ikinci ciltteki olayların akışını saçma bulur ve beğenmez. İronik bir biçimde, İbrahim Güngör sahnede izlediğimiz oyunun da yönetmenidir. 


Gerçek hayatta kitabın yazarı Miguel de Cervantes eserin birinci cildini 1605 yılında yazar. Uzun bir süre ikinci cilde dair bir ses seda çıkmayınca adı bilinmeyen biri tarafından 1614 yılında sahte bir ikinci cilt yayınlanır. Oyun bu gerçeğe gönderme yapıyor. Daha sonra bu sahtecilik üzerine Cervantes 1615 yılında kitabın ikinci cildini yayınlar.  


Oyun, müzikli danslı bir güldürü olarak karşımıza çıkıyor. Hayallerine sıkı sıkıya sarılan bir adamın gözünden bakıyoruz dünyaya. İnançlarından ödün vermeden ve gözünü kırpmadan tehlikelere atılan bu Dulcinea’ya (Pervin Güner Aydın) aşık adamı çok seviyoruz. Ortası bantlanmış sopasıyla (siz gösterişli bir mızrak olduğunu hayal ediverin lütfen) yel değirmenlerine saldırıp kafasını fena halde çarpan Don Quijote’ a gülüyoruz ama içten içe bu tatlı çılgına hayran oluyoruz. Hayalinde yarattığı Dulcinea’yı ne kadar güzel seviyor öyle. Dulcinea yerine koyduğu ağzı bozuk, külhanbeyi tavırlı, kaba saba çamaşırcı kadın kendisiyle alay edildiğini zannetse de biz onun Dulcinea’yı sevişine aşık oluyoruz. Çocuksu, saf bir gözle bakıyor hayata. Her şeyi olduğundan başka görüyor. Gerçek dünyanın sert, çirkin kurallarından uzakta, daha naif daha masalsı bir dünyanın erdemi içinde yaşıyor.   
   

Arada bir bizi şaşırtıyor. Dövüşmeye meraklı ama savaşa karşı bir şövalyenin ağzından oyunun bir yerinde Sanco’ya şöyle diyor. “Savaşa ait bazı olaylar savaşın kendisinden daha fazla değişime tabidir”. Ama silahtar Sanco Panza’yı oynayan Marcella (Jülide Derya) halinden hiç memnun değil. Kadın olduğu halde erkek rolü oynamayı “şapşallık” olarak görüyor. Marcella bütün olumsuzluklara rağmen neden çekip gitmediğini, kumpanyada kalıp hala oyunu sahnelemek için neden kendilerini paraladıklarını ise şu veciz cümleyle açıklıyor. “Biz, Melisandre’nin Kurtuluşu Kumpanyasının oyuncuları bir hayale inanan, bir avuç ahmağız”. Aslında inatla hayallerinin peşinde koşan herkesin sesi oluyor.

 


Dirençli oyunculardan bir de Calvina (Jülide Kara). Kumpanyanın oyununda Hancı kadını oynuyor. “Bu kumpanyayı neden terk etmediğimi şimdi daha iyi anladım. Çünkü ilk önce Feliciano’ya (kumpanyada Don Quijote’u canlandıran oyuncu) inandım sonra da Don Quijote’a”. Alaycı bir dille oyuncu olmanın trajik yönüne vurgu yapar. “Bizden kimseye kötülük gelmez, sadece kendimize fenalık ederiz”. Oyuncuların evrensel kaderi. 


Derken bir mucize oluyor ve kumpanyada Don Quijote (Atilla Acar) ve Sancho Panza’yı (Orkun Kocabıyıkoğlu) canlandıran oyuncular geri dönüyorlar. Hem de oyunun finalini nasıl yapacaklarına dair çözümü de beraberlerinde getirerek. Anlattıklarına göre, yarı yolda pişman olmuşlar ve tesadüfen gerçek Don Quijote ile karşılaşmışlar. Oyunla ilgili yazılmış orijinal kitabı da beraberlerinde getirmişler. Kaçmadan önce kumpanyadaki Don Quijote ve Sancho Panza rollerini oynayan oyuncular, kendi rollerini oynayan arkadaşlarını yönlendirirler. 


Kitapların yakıldığı oyunun ikinci bölümü hep problem olur. Her “kitapların yakıldığı” cümlesi geçtiğinde oyuncular “yakılmak” kelimesi yerine başka kelimeler bulmaya çalışırlar. Çünkü Don Quijote sürekli olarak “ben kitapların yakılmasına karşıyım” der. Don Quijote bu kızdırmaya gelmez. Şimdi ciddi bir sorun var. Çünkü ortada iki tane Don Quijote var. Kumpanyadan kaçan oyuncu, kendisinin yerine geçen ve rolü için çok emek veren aktöre dönerek “Benim kimsenin rolünü elinden almaya niyetim yok. Kumpanyaya bunun için dönmedim. Ben de Aynalar Şövalyesini  oynarım” der ve olay tatlıya bağlanır. 

   

 
İyi bir adam bu Don Quijote ya da gerçek adıyla asilzade Alonso Quijano. O nedenle dostları tarafından çok seviliyor. Öyle ki yakın arkadaşı Sanson Carrasco onu evine döndürmek için planlar yapar. Karşısına gizemli Aynalar  Şövalyesi olarak çıkar. Onu düelloya davet eder. Tek bir şartı vardır. Eğer o kazanırsa Don Quijote her şeyi bırakıp evine dönecektir. “Alonso Quijano gerçeğin aynasında bak kendine. Kitaplardan fırlamış bir şarlatansın sen” der. Bu kadarı çok fazla gelir erdemli Don Qujote’a. Şövalye çok yorgun, bitkin olsa da onurundan ödün vermez. Dizleri titreyerek karşılık vermeye çalışır. Çarpışırlar. Maalesef yere serilir. Çevresini saranlar Sanson Carrasco’ya hayalleri ellerinden alınan bütün çocukların çaresiz sesiyle cevap verirler. “Ah, beyefendi dünyadaki en hoş deliyi uslandırmak istemekle bütün dünyaya vermiş olduğunuz zarar yüzünden Tanrı sizi affetsin…” 

 


Oyunun bir yerinde Melisandre’nin Kurtuluşu Kumpanyasının oyuncularından biri Don Quijote için “iki ömür uykusuz, beş ömür yorgun ve on ömür aşık olarak döndü yurduna” der ve bizi oracıkta kalbimizden vurur. Tevekkeli değil biz o nedenle aşık olmuşuz Don Quijota’a. Bizi kendisine aşık eden şövalyemiz maceralarından damıttığı bilgeliği bizlerle paylaşır. Bütün yaşanmışlığı tek bir cümleye sığdırır. “Hayatta ne kötülükler ne de iyilikler daimidir….” 

 


Oyunda dansların koreografisini Jülide Derya yapıyor. Müzikler ve danslar dönemin tiyatro kumpanyalarının ruhunu çok güzel yansıtıyor. Oyunun dekoru çok basit ama çok fonksiyonel olarak tasarlanmış. Çok az eşyayla kocaman bir dünya yaratılmış. Dekor ve aksesuar Abdullah Kürsülü, Demir Ali Kökçü ve Feyza Tatar’dan oluşan bir ekip tarafından tasarlanmış. Sahnede kumpanyayı temsilen tekerlekli bir araba ve sahneye dönüşen katlanan bir platform, bir sıra, iki fıçı ve tekerlekler üzerinde hareket edebilen beyaz bir yel değirmeni var. Don Quijote her seferinde ortasından bantlı sopasıyla bu yel değirmenine saldırır ve her seferinde de mızrağı ortasından kırılır. Kafasını yel değirmeninin kanatlarına çarpar. Başını yaralar. Kan revan içinde canavarlarla mücadele etmekten vazgeçmez. Çünkü haksızlığın olmadığı daha iyi bir dünya yaratmak için çabalamaktadır. Oyunda yeri gelir oyuncular da dekorun bir parçası olur. Mesela, kumpanyada süflörlük görevini üstelenen yeğen Garaitz. Provalar boyunca Pedro Ustanın başına bela olur. Yakaladığı her fırsatta “Bu rolü ben oynayayım mı Pedro Usta?” diye sormaktan kendini alamaz ama yeri gelir üzerine sardığı saman parçalarıyla yerlerde yuvarlanır ve kırık mızrağı alarak ortadan kaybolur. Mesela Calvina (Jülide Kara) sırtını seyircilere dönerek elinde bir sopaya bağlı dallarla ağaç rolünü oynar. Bunlar eğlenceli ama aynı zamanda seyirciyi oyunun içine çeken, o masalsı dünyaya dahil eden, hayal gücünü tetikleyen güzel espriler.  Oyunun dönem kostümlerinde ise Gülen Bakkaloğlu ve Feyza Tatar’ın imzası var.

 


Bir de ilk sahnede itibaren elinde gitarı oyun boyunca canlı müzik yapan Juanito var. Oyunun özgün müzikleri Can Erdil Şentürk (Juanito)  ve Gökay Kaçanoğlu’na ait. Hatta aktör eksikliği içinde Pedro Usta bir an için Juanito’ya bile rol vermeye kalkar ama hemen itirazlar duyulur. “Aman usta, Juanito olmazsa müzikler kim yapar?” 

 


“Don Kişot’un Görülmedik Serüveni” çok çalışılmış, üzerinde çok düşünülmüş  bir oyun. Tiyatro Terminal oyuncuları ve sahne arkasında oyunu destekleyen ekip ortaya çok temiz, özenli bir çalışma çıkarmışlar. Oyuncuların hepsi çok iyi. Mesela Sancho Panza rolünü oynayan Jülide Derya erkek rolünde harika bir oyunculuk sergiliyor. Kadın olduğunun bilincinde olan bir oyun karakterinin üzerine bir erkek karakterini ustalıkla giyiyor. Silahtar Sancho Panza rolünü giydiğinde sesi kalınlaşıyor, erkek tavırlarıyla beden dilini konuşturuyor. Bir silahtara uygun hafiften bıçkın bir tavırla olaylara yaklaşıyor. Sonra tekrar kadın kimliğine dönüp Marcella oluyor. Kadından erkek karaktere, tekrar erkekten kadın karakterine kolaylıkla, çok hızlı ve akıcı bir şekilde  geçebiliyor. Sonra Don Quijote’u ve Feliciano rollerini oynayan Batuhan Köksal sesine ihtiyar bir adamın tınısını yerleştiriyor. Yorgun bir Don Quijote var karşımızda. Ama azimli. Ayakları titriyor ama olsun bu yel değirmenlerine saldırmasına engel değil.  Yere düşüp serilirken bile mücadeleye devam etmenin peşinde. Calvina ve Kahya Kadın rolündeki Jülide Kara rolünün hakkını veriyor. Becerikli bir kahya kadın olduğuna bizi inandırıyor. Ve İbrahim Güngör her iki oyununda hiçbir şeyi beğenmeyen, titiz yönetmen. Kumpanyanın Pedro Ustası. Aynı zamanda, aradaki küçük eslerde seyirciye yaşanan olayları açıklayıp anlatan “anlatıcı” rolünde. Titiz, hafiften huysuz yönetmeni çok iyi yansıtıyor. Tiyatro Terminal’in ve Melisandre’nin Kurtuluşu Kumpanyanın bütün oyuncuları her iki oyunda da tiyatro sanatına sonuna kadar aşık oyuncular. İçinde bulundukları ortamın duygusunu iyi yakalayıp seyirciye yansıtıyorlar. Oyundan çıkarken Türk  Tiyatrosu emin ellerde diye düşünmeden edemiyorum. Pırıl pırıl yeni nesil oyuncular geliyor, iyi tiyatro yapıyorlar. Don Quijote’lara her zamankinden daha çok ihtiyaç duyulan böyle bir ülkede iyi şeyler de oluyor….

Anahtar Kelimeler: don kişot, tiyatro terminal



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir