MAKALELER

Doğum Günü Partisi - İstanbul Şehir Tiyatrosu

2013.01.20 00:00
| | |
6502

Belki de pek azımızın bildiği Harold Pinter, henüz 2008 yılında kaybettiğimiz, yazarlıktan yönetmenliğe ve hatta oyunculuğa kadar birçok işe el atmış,


 

Belki de pek azımızın bildiği Harold Pinter, henüz 2008 yılında kaybettiğimiz, yazarlıktan yönetmenliğe ve hatta oyunculuğa kadar birçok işe el atmış, ve hepsini de hakkını vererek yapmış bir yazardır. Çeşitli türlerle adlandırılmaya çalışılsa da (absürd gibi), hiçbirine uymadığına karar verilince, kendine özgü bir tür olduğundan “Pinteresque” (Pintervari) olarak nitelendirilmiştir. İlk dönem oyunlarından bazıları  “Comedy of menace” (menace kelimesinin Türkçe karşılığı tehdit) olarak adlandırılmış ve II. Dünya savaşı sonrası, travmatik bir sosyo-politik ortamda yazılmıştır. Pinter hayatı boyunca her zaman politik bir aktivist olduğundan, oyunlarında politik öğelere rastlamak ve oyunlarını politik anlamlarıyla okumak kaçınılmazdır. Politik ister bireylerle ilgili isterse toplumsal ve sistemle ilgili olsun, Pinter’ı politik derdinden ayrı tutmak onu katletmek olur. 

 

‘Doğumgünü Partisi’nin derdi nedir?


“Doğumgünü Partisi”nin de içinde bulunduğu ilk dönem oyunlarında açıkça politik olduğunu belirtmez ve üstü kapalı bir şekilde derdini anlatır. II. Dünya Savaşı sonrası dönemin tehdit algısı ve dışarıdan gelen tehditlere karşı olan hassaslığı da bu türe adını veren temalardır. “Doğumgünü Partisi” de bu özellikleri tipik olarak barındırır. 

Ana karakter Stanley, hiçbir iş yapmadan Meg ve Pete’nin eski pansiyonunda yaşamaktadır. Kendisinden başka kimse bulunmayan pansiyona bir gün dışarıdan ‘tehdit’ olarak Goldberg ve McCann adlı iki adam çıkagelir. Aradıkları kişi Stanley’dir. En temel olarak, Stanley toplum düzeninde uygun görülen bir birey değildir: Ne kılık kıyafeti, ne olmayan işi gücü ile. Kendisi bu hayattan mutludur; ancak Goldberg ve McCann, Stanley’i topluma uydurmayı ve diğer herkese benzetmeyi amaçlamaktadır. Bu iki karakter, Stanley gibi normlara uymayan bireyi düzeltmeyi amaçlayan her türlü otoriteyi temsil eder (din, sistem, toplum, devlet vb). Stanley’nin boyun eğmesi, beyninin yıkanması ve toplumda diğer herkes gibi olmasını hedefleyen otorite figürleridir. Bu otorite figürlerinin kendi içlerindeki çelişkileri ise yine Pintervari bir üslupla sunulur. 

 

Bireyin topluma ve/ya otoriteye karşı çıkma ve konformist bir tavırla boyun eğmeme hakkının bulunması gerektiğini savunur, politik bir tavırla. Bu bağlamda, herkesi kendi istediği şeye dönüştürmeye çalışan otoriteye karşı çıkar. Yani Stanley, Goldberg ve Mccann’a karşı çıkma, beyninin yıkanmasına izin vermeme ve kendi olma gibi haklara sahiptir. Bu bağlamda, oyunun en önemli mesajı: “Sana ne yapman gerektiğini söylemelerine izin verme!” Bu sözlerden anlaşılacağı üzere, Pinter kısaca birey ve sistem arasındaki en önemli ilişkiyi, güç ilişkisini inceliyor .

 


İstanbul Şehir Tiyatroları’nın yorumu
Tüm bunlar aklımın bir köşesinde, “Doğumgünü Partisi”ni İstanbul Şehir Tiyatroları’nda uzun bir süre bekledikten sonra, heyecanım doruktayken izleme fırsatı buldum. En sevdiğiniz oyunu izlemek çok zordur. Hele ki bu yapım, en sevdiğiniz oyunun katledilmesini izlemek demekse. 
Bu metinde tema çok açıktır, çünkü Pinter’ın politik kaygıları bilinir – özellikle hem dramaturg, hem yönetmen hem de rejisör tarafından. Vurgu açık olduğundan, yapım ekibine bunu vurgulamak kalır aslında. Başka bir derdiniz ve mesajınız varsa da oyunu ve metni buna göre şekillendirirsiniz. Ancak bazı metinler de buna pek fırsat vermez ve “Doğumgünü Partisi” de bunlardan biri. Tüm bunların sonucu, rejisel anlamda ortada ne anlatmak istediğini anlamadığımız bir yapım ve güzelim bir metnin katledilişinin resmi vardı. Özellikle bazı sahnelerin neden var olduğu, ne amaçla sahnelendiği bile belirsiz sanki.

 

Oyunculuklar
Oyuncular da ne yapıldığından ve dertlerinin ne olduğundan oldukça bi haber görünüyordu. Hedeflerinin komedi olduğunu yazan ekip, kara komedi ile, Kahpe Bizans komedisi arasındaki çizgiyi çizememiş gibi görünüyor. Özellikle de otorite figürleri MacCann ve Goldberg’i canlandıran Mert Tanık ve Cem Davran. Cem Davran maalesef oyunculuğuyla sulu komedinin ötesine bir adım gidemiyor ve bize Kahpe Bizans izliyormuşuz izlenimi veriyor. Her zamanki gibi seyirci hedeflenmiş ve güldürmekle oyunculuk arasında doğru (ama yanlış) bir orantı kurulmuşa benziyor. Ona eşlik eden Mert Tanık ise, yine seyirciyi ve seyirciyi güldürmeyi hedefleyen bir oyunculuk tercih ettiğinden, metinle taban tabana zıt ve hatta kel alaka bir çerçevede. Bu kadar tribünlere oynamak, güldürme odaklı olmak, metnin ciddiyetini alıp götürüyor. Bizim de izlediğimiz şeyin ne olduğunu bile anlamamıza engel oluyor. Özge Borak ise yaptığı şeyden memnuniyetsiz, “bitse de gitsek” diye tanımlanabilen isteksiz bir oyunculuk sergiliyor. Jülide Kural ise, tüm bu özensizlik içinde, profesyonelliği, bulunduğu sahneye ve metne olan bağlılığı ile adeta parlıyor. Sergilediği oyunculuk kendi iç aksiyonu ve metindeki yeriyle ilgili tamamen. Hem yönetmen hem oyuncu olmak ise her yiğidin harcı değildir, tıpkı Yıldıray Şahinler’in durumunda olduğu gibi. Stanley’nin altı hiç doldurulmamış oyunculuğu da, tıpkı altı bomboş kalan rejisi ve yönetmenliğine benziyor.


Teknik açıdan “Doğuımgünü Partisi”

Dekor tüm bu bilinçsizlik içerisinde, ince çalışmasıyla Barış Dinçel’in her zamanki farkını ortaya koyuyor. Ancak kostüm için aynı şey söylemek mümkün değil. Oyun aslında dönem oyunu, yani II. Dünya Savaşı sonrasında geçiyor. Ancak gördüğümüz yer yer modernleşen, günümüz kostümlerinin sebebi ise bir muamma. Günümüze uyarlanma seçilmişse eğer, 1940lar ve 1950lere ait gördüğümüz aksesuar ve kostümlerin sebebi nedir? 

 

Sonuç olarak…
Tüm bu teknik hataların yanında, keşke “eğer keyifli vakit geçirmek istiyorsanız yine de gidin görün” gibi klişelerle bezeyebilseydim bu kısmı. Bu keşmekeşte, izleyicinin iyice kafası karışıyor, yer yer belki hedef tahtasında bulunduğu için gülüyor. Ancak en sonunda eli boş, genel olarak son derece sıkılmış ve de tatmin olmamış çıkıyor oyundan. 


Bireysel olarak en üzüldüğüm şey, yazınında ciddi bir meselesi olan bir yazarın, salt komediye indirgenmesi ve hatta bu derdinin görmezden gelinmesi. Amaç bu olmasa bile, bize bu izlenimi vermesi. En az bunun kadar üzüldüğüm diğer şey ise şu: Şehir Tiyatrolarının kendilerine yönelik ithamlar ve suçlamalarından sonra, insanları düşünmeye sevk eden, politik kaygılı metinler seçtiğini zannederek gitmiştim bu yapıma. Gördüğüm şeyin, insanları uyandırmakla, farkındalık yaratmakla, düşünen entelektüel bireylere ucundan dokunmakla hiçbir alakası yoktu. Sadece her zamanki gibi sorgulamadan, televizyonda bir komedi dizisi izliyormuşuz gibi kahkaha ve tebessümlerle “bakmamız” istenen sahneler vardı. Bu her zaman bunu seçip prim verdiğimiz için bizim mi ayıbımız, yoksa bizi daha da buna sürükleyenlerin mi? Yumurta ve tavuk… 
 

Anahtar Kelimeler: doğum günü partisi, istşeh, istanbul şehir tiyatrosu



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir