İ.B.B. Şehir Tiyatroları oyuncusu ve Sahne Seyir’in kurucularından Derya Yıldırım ile Türkiye’de “çocuk tiyatrosu”nun dünü, bugünü üzerine konuştuk…
Soru: Çocuk tiyatrosu ile ilişkiniz ne zaman, nasıl başladı Derya Hanım?
Derya Yıldırım : 12 yaşımda Eskişehir Tepebaşı Belediyesi Çocuk Çevre Kulübü’ne kaydolmuştum. Eti Park’ta küçük bir mekânda çalışmalar yapıyorduk. İlk olarak, Uluslararası Eskişehir Festivali kapsamında sahnelenen Ülker Köksal’ın “Barış Gezegeni” adlı çocuk oyununda Çekirge rolüyle sahneye çıktım. O yıllarda, Eskişehir’in ilk özel tiyatrosu olan ve aynı zamanda konservatuara öğrenci yetiştiren Eskişehir Tiyatora Kumpanyası’nda (ETK) kursiyer olarak çalıştım.
2000 yılında konservatuvar sınavına başvurdum ancak sınavın 6 aşamasını geçtiğim halde, 7. aşamada başarılı olamadım. Ege Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği Bölümü’ne kayıt yaptırdım. O dönemde, İzmir’de bir tiyatro grubu kurduk. “Ada” isimli oyunu yönettim. Bu oyunla kısa süreli turneler gerçekleştirdik. Tabii, tiyatro eğitimi almak benim için vazgeçilmez bir istekti.
Mezuniyet sonrası, Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı sınavını kazandım. Ergin Orbey, Sevinç Sokullu, Alev Gündüz, Mustafa Sekmen, Hasan Erkek, Ahmet Uğurlu, Ebru Gökdağ, Gülgün Kutlu gibi hocalardan ders aldım. Okul yıllarında, Sevda Şener, Turgut Özakman, Ali Taygun, Eugenio Barba gibi birçok isimlerin atölye çalışmalarına katıldım. Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde yaratıcı drama üzerine yüksek lisansa başladım. Ancak, bu bölümde tezsiz eğitim programı uygulandığı için tezli yüksek lisans yapmak amacıyla Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çocuk Tiyatrosu Drama Bölümü’ne yatay geçiş yaptım.
Soru: Dolayısıyla çocuk psikolojisinden başlayıp çocuk eğitimi ve çocuk tiyatrosuna uzanan bir geçmişe sahipsiniz. Bu çok önemli bir altyapı…
D.Y.: Okul Öncesi Öğretmenliği’nden yüksek lisansa uzanan süreçte, hem çocuk ve gençlerle çalışma yapma hem de teorik olarak kendimi geliştirme imkânlarım oldu. Çocuk Esirgeme Kurumu’nda ve cezaevlerindeki çocuklarla, dezavantajlı bölgeler (Gaziosmanpaşa, Ümraniye) ve üstün yetenekli çocuklarla gönüllü çalışmalar gerçekleştirdim.
Soru: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensitüsü Çocuk Tiyatrosu Oyun- Tiyatro-Drama Anabilim Dalı'nda gerçekleştirdiğiniz "İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda 1935-1960 Yılları Arasında Sahnelenen Bazı Yerli Çocuk Oyunlarının Didaktik Yapısı" (2011) adlı yüksek lisans tezinizden bahsedelim mi?
D.Y.: Bu çalışmayı yapma amacım, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda görev yapan bir kurum çalışanı ve aynı zamanda çocuk tiyatrosu ile yakından ilgilenen bir oyuncu olarak, kurum içinde giderek kökleşen çocuk tiyatrosuna katkıda bulunmaktı.
Soru: Türkiye’de “çocuk “tiyatrosu” kavramını ve gelişimini kısaca özetleyebilir misiniz?
D.Y. : Herşeyden önce, yetişkin izleyiciden farklı bir hayal dünyası ve algılaması olan çocuk seyirciye uygun bir tiyatro anlayışı, diyebilirim. Burada hemen belirtmeliyim ki, " Çocuklar İçin Tiyatro ve Çocukların Tiyatrosu'na Genel Bakış" (1979) adlı çalışmasında Prof.Dr.Metin And Türkiye'deki çocuk tiyatrosunu da etkilemesi açısından Sovyet Rusya'da Stanislavski'nin, Moskova Sanat Tiyatrosu'nda çocuk tiyatrosu adına ilk adımların atıldığından söz eder. Hiç kuşkusuz, Şehir Tiyatrosu bünyesinde, çocuk tiyatrosunun kurulma aşamasında Muhsin Ertuğrul'un Moskova Tiyatrosu'nu örnek aldığı gerçeğini yadsıyamayız.
Soru: Peki, dünyada çocuk tiyatrosunun gelişimi?
D.Y.: Almanya ve İngiltere bu alanda başı çeken ülkeler arasında yer alıyor. Almanya'da yaklaşık iki yüz yıllık bir çocuk tiyatrosu geçmişi var. Bugün yapısı çok farklı olsa da, kurulduğunda dini içerikli, didaktik oyunlardan oluşan bir tiyatro bu. İngiltere'de ise, Bertha Waddel, 1927'de "Scottish Children's Teather" ile ilk kez kalıcı bir çocuk tiyatrosunun temellerini atıyor.
Soru: Bizde, Muhsin Ertuğrul öncesinde herhangi bir girişim söz konusu mu?
D.Y.: Tekin Özertem'in "Türkiye'de Çocuk Tiyatrosu" (1979) adlı eserinde bu konuya değinilmiş. Türkiye'de çocuk tiyatrosu ile ilgili olarak, Meşrutiyet Dönemi'nde mekteplerde çocukların yer aldığı gösterilere, okullarda 'Mekteb-i Temsil',' Küçükler İçin Temsil', 'Mektep Tiyatrosu' gibi başlıklar altında oyunların yazılıp, çevrilmesi suretiyle başlandığını ve bu çalışmaların çocuk mecmualarında yayımladığını görebiliriz.
Soru: Muhsin Ertuğrul'un önderliğinde Şehir Tiyatrosu'nda başlatılan çocuk tiyatrosunun dönemin sosyo-politik yapısından etkilendiği ve bu etkilenişin oyun metinlerine yansıdığını söylüyorsunuz.
D.Y.: Çocuk piyeslerindeki metinlerde cumhuriyet ilkeleri ve yeni yaşam tarzına ait değerler belli bir didaktizmle ele alındığı görülmektedir.
Soru: Yani mesaj kaygısı güden oyunlar diyorsunuz?
D.Y.: Tamamen, öyle. Ulusal bilinç yaratmak, cumhuriyet ideolojisini pekiştirmek, ideal “Türk çocuğu kimliği” yaratmak söz konusu. Tabii, geleceğin izleyicisini yetiştirerek bilinçli, çağdaş bir toplum oluşturma amacı da var. O dönemde, sahneye konulan yerli ve yabancı tüm oyunlarda, özellikle metin iletilerini çıkarımlar ve kıssadan hisselerle çocuklara doğrudan empoze edilmesi gibi bir tercihin hakim olduğunu gözlemliyoruz. Oyunlarda sık rastlanılan, alegorik modeller, atasözleri, deyimler belli bir didaktik yapının başlıkları olarak çıkıyor karşımıza, ister istemez. Toplumsal ve bireysel ahlâk, aidiyet duygusu, milli ideolojiye uyumlu yurttaş yetiştirme fikri, siyasi sistem, aile kurumu, sosyal hayata tam uyum gibi detaylara ağırlık verilmiş hep.
Soru: Ve bir Küçük Kemal Ferih Egemen gerçeği var, değil mi?
D.Y.: Şüphesiz. 1935 yılında sahnelenen “İlk Dersimiz Tiyatro” Küçük Kemal’in yazdığı ve sahnelediği ilk çocuk piyesidir. Şehir Tiyatrosu bünyesinde Çocuk Tiyatrosu’nun kuruluş ve gelişme aşamasında özverisiyle tiyatro tarihimize geçmiş bir isimdir, Ferih Egemen. Bunun yanı sıra, Ferih Egemen’in de çocuk tiyatrosuna büyük katkıları vardır.
Soru: Çocuklar tiyatro ile çocuk tiyatrosu sayesinde tanışıyor ve geleceğin tiyatro seyircileri böyle yetişiyor. Ancak, geçmişten gelen bir didaktik tiyatro algısı ve eğitimi mevcut ülkemizde. Bu durumun değişmesi için çalışmalar var mı?
D.Y. : Hiç unutmam, yedi yaşımdayken kardeşim Elif ile izlediğimiz Bremen Mızıkacıları adlı oyunda, başlarındaki kocaman maskelerle seyircilerin arasına dalan oyuncular küçük çocukları hayli korkutmuştu. Elif de çığlık çığlığa ağlamıştı ve yaşadığı bu travmadan sonra çok uzun yıllar neredeyse tiyatroya gitmekten çekinir olmuştu. Dediğiniz gibi, çocuk tiyatrosu tiyatro sevgisinin tohumlarının atılması gereken alandır. Günümüzde, didaktizmin belli oranda kırıldığı söylenebilir. Örneğin, ülkemizde Ankara, Eskişehir, Antalya, Bursa, İzmir, Lüleburgaz ve İstanbul gibi şehirlerimizde çok önemli uluslararası çocuk tiyatrosu festivalleri, kukla tiyatrosu gibi etkinlikler düzenleniyor. Bu etkinliklerle, çocuk tiyatrosu üzerine didaktizmden uzak, farklı bir algı gelişmeye başladı. Assitej’in de bu alandaki katkıları yadsınımaz.
Şunu söyleyebilirim ki, çocukların pedagojik gelişim, yaş ve hatta yaşadıkları bölgenin coğrafi özelliklerine göre oyun yapılma mantığı giderek artış göstermeye başladı. Çünkü karşımızda artık bambaşka bir kuşak var. Tıpkı dünya gibi, çocuklar da hızla değişim gösteriyor. Bugünün çocukları X, Y, Z kuşaklarının ötesinde, “kristal çocuk” olarak tanımlanıyor. Bu çocuklar tümüyle bilgi ve teknoloji çağında yaşıyorlar ve artık parmak sallayıp “dişini fırçala, sütünü iç” denildiğinde bu emirleri kolayca kabullenmeyip olumsuz tepki verebiliyorlar.
Soru: Muhsin Ertuğrul’un bir sözü var: "Kanımca, seyircisini çocukluk çağından yetiştirmeye başlamayan şehirler ileride tiyatrolarına seyirci bulamayacaklardır. Bugünün çocuğu, yarının genci, ilerinin aydın seyircisidir. Bugün İstanbul şehri, tiyatrolarına seyirci ve oyuncu buluyorsa, bunun kaynağını dünkü çocuk tiyatrosu’nda ve öğrenci oyunlarında aramalıdır. Bu bakımdan tiyatronun en önemli sorunu çocuk tiyatrosu’dur." Bu tespit sizce halen geçerli mi?
D. Y. : Şunu belirtmek istiyorum ki, benim için aslında çocuk ya da yetişkin değil, sadece seyirci var. Ve tabii arka planda, onların bugününü oluşturan yaşantı ve deneyimleri. Yetiştirme konusuna gelince. Gerek Şehir gerekse Devlet Tiyatroları’nda çocuğu ve torunuyla birlikte oyun izlemeye gelen insanlar var. Bu gösteriyor ki, tiyatroya ilişkin yaşadıkları aidiyet duygusunu kendilerinden sonraki kuşağa aktarmışlar. Seyretme alışkanlığı olan bir toplum, kendisine ait hissettiği ve yapılan işi samimi bulduğu sürece, seyirlik olanla ilişkisini asla kopartmayacaktır.
Soru: Bu bağlamda, Muhsin Ertuğrul Cumhuriyet Tiyatrosu’nun simge ismi olarak bu topraklarda tiyatral olarak nitelendirilebilecek kimi unsurların yerine modern tiyatronun biraz da dayatmacı bir biçimde yerleştirilmesinin önderi olarak nitelendirilebilir mi? Sahnelenen ilk çocuk oyunu olan “Çocuklara İlk Tiyatro Dersi”nden başlayarak, çocuk tiyatrosu için de benzer bir tespit yapılabilir mi? Oyunun içinde iki ayrı konu var zira: Çocuklara tiyatro adabını öğretmek ve dönemin siyasal düşüncesini empoze etmek…
D.Y. : Muhsin Hoca’nın “Benden Sonra Tufan Olmasın” adlı eserinde yetişkin seyircinin çekirdek yediği, birbirine sulu şakalar yaptığı, bununla ilgili uyarılar aldığı, kılık kıyafetine özen göstermeden girdiği gibi bir takım notları vardır. Ben bu duruma tezimde çocuk tiyatrosu açısından bakmaya çalıştım. Bildiğiniz gibi, Türkiye’de 1935-1965 yılları arasında iki tane anayasa değişikliği var. Bunlar, hiç kuşkusuz siyasal rejim anlamında da, bir ülkeyi etkileyen sosyal gelişmelerin yaşandığı önemli dönemler. 1935 yılında, Kemal Küçük tarafından kaleme alınan ve sahneye konulan ilk çocuk oyununun adının “Çocuklara İlk Tiyatro Dersi” olması da bir rastlantı değildir. Eserde, tiyatro hocası rolündeki oyuncu, tiyatro izleme kurallarını didaktik bir şekilde izleyiciye aktaran karakteri canlandırmaktadır.
Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen ikinci çocuk oyunu olan, Ferih Egemen’in yazıp yönettiği “Gülmeyen Çocuk” isimli piyeste de, yeni siyasal rejimin övgüsüne ağırlık verilmiş ve yine tiyatro izleme kurallarını anlatan bir öğretmen sahnede yer almıştır.
Soru: Muhsin Ertuğrul en başından itibaren etkin bir çocuk tiyatrosu kurma amacı güdüyor. 1944 – 45 yıllarında, yetenekli çocukların çocuk tiyatrosuna alınması kararlaştırılıyor. Aynı zamanda da çocuk tiyatrosu birimi, ilk ve ortaokul öğrencileri için iki ayrı bölümden kuruluyor ve bu da gençlik tiyatrolarının temelini oluşturuyor. Örneğin, Muhsin Ertuğrul, Lütfullah Sururi’ye “Kızını getir, eğer annesi kadar yetenekli ise, iyi tiyatrocu olabilir” diyor ve Gülriz Sururi tiyatroya böyle başlıyor. Benzer şekilde, Jeyan Ayral’ı Necdet Mahfi Ayral’dan, Halit Akçatepe’yi Sıtkı Akçatepe’den sahnelecek oyunlarda oynamaları için istiyor. Yani bir yandan seyirci yetiştirirken diğer yandan çocuk oyuncu yetiştirmeye başlıyor.
D.Y. : Amaç sadece çocuk seyirci yetiştirmek değildi. Çocuk tiyatroya tek başına değil, ebeveynleriyle gittiği için, ister istemez bir ayak alışkanlığı oluşturuluyor ve tiyatro bilincinin yaygınlaşmasına zemin hazırlanıyordu. Bu süreç, özellikle ebeveynleri tiyatrocu olan çocukları da sahneye çıkmaya özendirmiştir.
Soru: Türkiye, Sovyetler etkisiyle, çocuk tiyatrosuna dünyada ilk başlayan ülkelerden biri olmuş ve tarihsel olarak değerlendirildiğinde dünyanın büyük çoğunluğundan daha uzun bir deneyime sahip bu alanda. Geldiğimiz noktadan bakıldığında, bu uzun tecrübeden yararlanabildiğimizi söyleyebilir misiniz?
D.Y. : Dünyadaki diğer ülkelerle kıyaslandığında, çocuk tiyatrosu alanında ilk ve önemli adımları atan bir ülke olarak, takip eden süreçlerde içerik olarak köklü bir değişim yaşanmadığından, gelişim de seyrini yavaş sürdürmüştür. Teknik donanım olarak gelişmiş olsak da, yapılan oyunlar içerik olarak çok hızlı bir değişim içinde olamamıştır.
Soru :Türkiye çocuk tiyatrosunun bugün evrensel düzlemde yeri nedir sizce? İlklerden biri olarak çocuk tiyatrosundaki gelişmeleri takip edebiliyor, öncülük edebiliyor muyuz? Bu alanda dünyada saygın bir konumda olduğumuz söylenebilir mi?
D.Y.: Umut vadeden işler yapılmıyor değil. İlk anda aklıma gelen, Tiyatro TEM (Şehsuvar Aktaş, Ayşe Selen), Bereze, BGST (gençlik oyunları), İstanbul Şehir Tiyatrosu, Antalya Şehir Tiyatrosu (çocuk birimi sorumlusu Özer Tunca) ve Devlet Tiyatroları gibi daha çok çocuk kimliğini kavrayan, evrensel boyutta işler yapan tiyatrolarımız var. Bugün uluslararası alanda daha çok dans ve performans ağırlıklı çalışmalar öne çıkıyor. Ama hala,büyük dekor, renkli kostümler yapılmazsa sanki o işin niteliğinden çalınıyormuş gibi bir klasik algı da yok değil. Az malzeme, az söz, az dekor olduğunda, bütçe yokmuş da o yüzden yapılamamış gibi bir algı yaratabiliyor. Bunun için biraz daha yol kat etmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Soru : Didaktik bir anlayışla başlıyor Türkiye’de çocuk tiyatrosu. Ama 1950’den sonra bir toplumsal dönüşüm yaşanıyor. 1950-60’lı yıllar nasıl yansıyor çocuk tiyatrosuna?
D.Y.: Demokrat Parti döneminde, Türkiye’nin büyük müttefiki olan ABD’nin toplumsal ve kültürel hayatımıza etkisi elbette yadsınamaz. Elbette bu etkiler dönemde yetişkin oyunlarına olduğu gibi, çocuk oyunlarının repertuarına da yansımıştır.
Soru: Hatırlıyorum, önemli oyuncular çok büyük bir ciddiyetle çocuk oyunlarında rol alırdı. Örneğin Deniz Gökçer Pafla Puf adlı çocuk oyununu oynarken Devlet Tiyatrosu’nun en önemli isimlerinden biriydi. 1968-1969 sezonunda Dormen Tiyatrosu’nda Oliwer Twist oynamıştı. Kadroda Altan Erbulak, Zeynep Tedü, Semiramis Pekkan, Erol Günaydın gibi dönemin en gözde oyuncuları vardı. Kapalı gişe oynamıştı o oyun. Bugün geldiğimiz noktada ise, çocuk oyunu oynamak kimi oyuncular için son derece basit ve hatta ceza gibi algılanıyor.
D.Y.: Çocuk oyununda rol almak aslında çok ciddi ve çok zor bir iştir. Sizin de belirttiğiniz gibi, yurt dışında prestijli oyuncular çocuk oyunlarında görev alırlar. Bizde ise, çocuk tiyatrosu oyuncuya verilen bir ceza ya da sürgün yeri olarak algılanıyor. Dolayısıyla, oyuncu rolüne çok da sarılmıyor. Zaman içinde bıkıyor, yoruluyor ve isteksizce oynamaya devam ediyor.
Soru : Öte yandan, bugün masallar yerine daha gerçekçi ve hatta ölüm kavramından bile bahsedilen çocuk oyunları sahnelenebiliyor. Artık işlenen temanın ve içeriğin farklılaştığı bir çocuk tiyatrosu algısı var denilebilir mi?
D. Y.: Sürekli algı bombardımanı altında kalan günümüz çocuğuna, kavrayabileceği çağa geldiğinde uygun bir dille ölüm gerçeği de anlatılabilir. Örneğin Almanya’da, (Grips Tiyatro) çocuk tiyatroları kapsamında toplumsal ve ailevi sorunlar belli bir dil bütünlüğü ve sınırlar çerçevesinde sahneye taşınabilmektedir. Bizde çocuk tiyatrosuna hala, “çocuktur, nasıl olsa anlamaz” diye yaklaşan bir grup maalesef var. Bunlar son derece ucuz, kötü dekor, aksesuar, oyunculuk ve sığ konularla tümüyle didaktizm ağırlıklı çocuk oyunları yaparak okul okul geziyorlar. Bu arada, altını çizeyim, çocuk tiyatrosunun hiçbir şekilde öğretici yanı olmasın demiyorum; olsun ama örtük dediğimiz, gizli mesajla, birebir gözüne sokup parmakla işaret etmek yerine, çocuğun algısına saygı duyan oyunlardan yanayım.
Soru : Bu noktada, gerçekçi biçemin çocuk tiyatrosuna uygun olup olmadığına dair bir tartışma var. Gerçekçi biçemin, çocukta asıl yaratının kaynağı olan hayal etmenin, dolayısıyla taklidin önüne geçtiği iddia ediliyor. Aynı zamanda, gerçekçi biçemin sahne oluşturma anlayışının, dilinin, oyunculuk yönteminin, çocuğun algılama yetisine uygun düşmediği, çocukta imgelemin oluşmasına engel olduğu savlanıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
D.Y. : Gerçekçi biçem, dünyanın gerçekliği içinde yaşayan çocukları besler ve hayatı tanımasına, sorunlarla baş etmesine yardımcı olur. Gözlemlediğim kadarıyla, kötü çocuk taklidi yaparak, abuk sabuk seslerle çığırtkanlık yapan tiplemeler çocuk için oldukça itici. Bu türden basit, sahte, yapay anlayışlar biraz da bizim çocuk tiyatrosu alanında ampirik ve kuramsal eksikliğimizden kaynaklanıyor. Benim için oyunculuğun gerçekçiliği samimi olmasındadır. Üzülüyorsa gerçekten üzülmesi, seviniyorsa gerçekten sevinmesi gerek oyuncunun; ne eksik ne fazla. Ama ben biraz daha bedensel, biçimsel formların küçük yaş grubuyla özdeşlik kurmaya yatkın olduğu kanısındayım. Bazı figürlerin, bazı tavırların, tekrar edilen bazı durumların, yetişkin birinin kendini sakarlıklar ya da başka şeylerle bir durum içine sokması ve “gördünüz mü, siz de bunu fark ettiniz mi” diye paylaşması çok samimi geliyor bana. Kaleme aldığım “Bir Gün Ayakkabımın Teki” adlı çocuk oyunumu oynarken bahsettiğim bu kriterleri tecrübe etme şansım oldu. Bu kriterler oyuna yansıtıldığında, seyircinin, beni kendisiyle eşit, omuz omuza görmeye başladığını, oyun alanı ile kendi dünyası arasında bir bağ kurduğunu keşfettim.
Soru: Tezinizde de değindiğiniz gibi, çocuk tiyatrosunun en başat sorunlarından biri, bugün bile bütün dünyada belirsizliklerle dolu olan “çocuk” kavramının tanımlanmasından kaynaklanıyor. 18. yüzyıldan beri, çocuk tiyatrosu uzmanlarının yaptıkları tanımlar, bir gruptan diğer gruba, bir bölgeden diğer bir bölgeye değişiyor. Dolayısıyla, çocuk tiyatrosunun karşılık teşkil ettiği yaş dilimlerini sistematik bir biçimde belirlemekten hala uzağız. Genellikle küçük yaş anaokulu çağı çocukları ve ilkokul çağı çocuklar diye iki ana kategoriye ayrılıyor. Sizce bu tanımlama nasıl yapılmalı ve bu tanımlamanın çocuk tiyatrosuna etkileri nelerdir?
D.Y.: Olması gereken belli gelişim dönemlerine göre çocuk oyunlarının sınırlandırılması ama, bu pek mümkün olamıyor. Genelde 7 yaş üstü ya da 3 yaş üstü olarak kategorize ediliyor oyunlar. Ancak, kardeş durumu göz önüne alındığında, çoğu zaman 3 yaşındaki bir çocuğun yedi yaş ve üst yaş grubuna hitap eden bir çocuk oyununu izlemek durumunda kaldığını görüyoruz. Tabii burada şöyle sorunlar var: Yüksek volümlü müzik, ışığın karartılması, sürenin uzun olması ve kullanılan aksesuar ve maskeler belirli yaş grubu altındaki çocuklarda korkuya neden olabiliyor. 9 ve 10 yaştan itibaren ön ergenlik dönemine giren bir çocuğa da, 7 yaş oyununu izletmek mümkün olmuyor. Gördüğüm kadarıyla, 9-13 yaş grubu için zaten hazırlanan herhangi bir oyun da yok.
Katıldığım sempozyumlardan birinde, şöyle bir konuşmacının şu sözleri dikkatimi çekmişti: “Çocuklar artık tiyatroya gitmeye gerek duymuyorlar. Çünkü kendi oyunlarını internet ortamında öyle bir kurguluyorlar ki; kendileri oyunun hem yönetmeni, hem oyuncusu, hem dekor-kostüm tasarımcısı olabiliyorlar.” Zaten günümüzün en büyük problemi çocukların genelde yalnız büyümeleri ve kendi dünyalarını kurgulayıp tiyatroyu gitmeyi gerekli görmemeleri. Çünkü tiyatroda kendi algılarını tatmin etmeyen bir kurguya maruz kalabilirler. Çocuklar artık herşeyi kendileri kontrol etmek istiyorlar. Eskiden anaerkil babaerkil aile derdik, bugün çocuk erkil aileler var.
Soru: Bugün, tiyatroda yaşanan ticarileşme sorunun izdüşümlerini çocuk tiyatrosu alanında da görmek mümkün mü? Özellikle büyükşehirlerden başlayarak, şehirlere ve hatta taşraya yayılan, bugünün çocuk merkezli aile yapısıyla harmanlanmış tüketim toplumunun giderek metalaştırılmış, ticari bir nesne konumuna indirgenmiş bir çocuk tiyatrosu yarattığı söylenebilir mi? Sanatı yatırımcı bir zihniyetle araçsallaştıran tüccar mantığı bu alanda da hüküm sürüyor mu?
D.Y.: Maalesef günümüzde çocuk tiyatrosu buna çok açık bir alan teşkil etmekte. Oyunun niteliği, verdiği mesajlar göz önünde tutularak, aile ve okulun bilinçlendirilmesi gerekiyor. Örneğin geçtiğimiz sezon Bursa Milli Eğitim Müdürlüğü, ücret karşılığı tiyatro oyunlarının okullarda sahnelenmesini yasakladı. Umarım bu uygulama İstanbul’a ve diğer şehirlere de yayılır. Hiçbir denetim mekanizmasının olmadığı, tamamen kişisel ilişkiler üzerinden, düpedüz ticaret yapılıyor bu alanda. Söz konusu ticaret olunca, bakış açısı kâr etmek olunca son derece basit, bayağı, niteliksiz çocuk oyunları dayatılıyor çocuklara. Bununla ilgili bir yasal düzenleme yapılması gerekmektedir. Çocuk oyunlarının, özellikle okullarda sahnelenmesinde belli kriterlerin olması gerekiyor.
Soru: Bağımsız ve özerk bir çocuk tiyatrosu hâlâ kuruluşumuz yok. Hatta ödenekli tiyatrolarımıza sadece çocuk tiyatrosu yapılan binalarımız, salonlarımız dahi yok denecek kadar az. Bu sorunlar aşılacak mı sizce?
D.Y. : İstanbul Şehir Tiyatroları’nın Kağıthane’deki Küçük Kemal Çocuk Sahnesi, Türkiye’deki ilk bağımsız çocuk sahnesi özelliğini taşımakta olup, sonrasında Gaziosmanpaşa’da da Ferih Egemen Çocuk Sahnesi açılmıştır. Bu tür sahnelerin var olması çocuğun “orada bana ait bir tiyatro var” düşüncesine sahip olmasını sağladığı için son derece önemli.
Soru : Çocuk tiyatrosu kapsamında devam eden ve yakın gelecekte hayata geçirmeyi planladığınız projeleriniz var mıdır?
D.Y.: Halen sahnelenmekte olan “Birgün Ayakkabımın Teki”,(İBBŞT) “Yuno” (Sahne Seyir) ve “Şef Fırfır ve Yardımcısı Tüy” (DasDas) yanı sıra, 1-3 yaş çocuklar için “bebek tiyatrosu” çalışmalarım devam ediyor. Bunun yanı sıra, bir çocuk müzikali yazmaktayım. Ayrıca, ebeveyn ve çocukların birlikte katılabilecekleri interaktif bir oyun modeli üzerinde çalışıyorum. Kurucu ortaklarından biri olduğum “Sahne Seyir” bünyesinde gerçekleştirmeyi planladığımız bir gençlik oyunu projemiz var.
Anahtar Kelimeler: derya yıldırım, istşeh
0 Yorum