O SÜREK AVI...O KARABASAN
" Behey adam ! Asacaklar seni ! Nasıl yaparsın bunu ? "
Takvimler belki 2022'yi, belki 1953'ü ya da 1692 yılını gösteriyordu.
Massachusetts'in Salem Köyü'ndeydik.Şeytanla işbirliği yapmakla suçlanıyorduk tek tek.
Hem şeytanın yardakçısıydık.Hem şeytan kovucu.Hem kurban, hem tanık, hem katil.Her ne kadar fark etmesek de, yem ve ökseydik aslında.Korku ve umutlarımız sömürülürken Joseph Raymond McCarthy'in soluğunu ensemizde duyuyorduk.
Çan ve siren sesleri dalga dalga yayılıyordu.İftiralar da.
Bir sürek avının içindeydik.Korku, endişe dolu bir iklimde yapayalnız bırakılmıştık.Cinnet arttıkça, karabasan, vurdumduymazlık çoğalıyordu sanki.Bilincin bastırdığı veya dışladığı korkular bilinçaltına atılıyordu hiç durmadan.Ufunet büyüyordu.
Sahi, hayatla bu lanet karabasan, bu bitmeyen cadı avı arasında bir bağlantı olabilir miydi ? Bu iklim içinden çıkmak istedikçe daha çok sarıp sarmalıyor, yalayıp yutuyordu bizi...dünyanın hemen her yerinde, bir parça da olsa yaşanmıştı benzer şeyler.Cadı kazanı hep kaynamıştı.
Arthur Miller'ın yazdığı, Sabahattin Eyüboğlu ve Vedat Günyol'un dilimize çevirdiği " Cadı Kazanı ( The Crucible )" son derece etkileyici,
izleyiciyi kuşatan rejisi, oyunculuk performansları, kostümü, dekoru, ışığı, müziğiyle gerçek bir tiyatro hadisesi bana göre.
" Sahnede oyun boyu devam eden o müthiş birliktelik.Yaratıcı tiyatro izleyicisine ışık tutan o kusursuz anlatım " diye mi başlasam söze ? Yoksa " Rozet Hubeş'in ( " Bir Çift Kanat " da yaşar kıldığı Elsa karakterinden beri yakından takip ettiğim ) gözdolduran oyunculuğundan mı, Burak Davutoğlu'nun, Ezgim Kılınç, Selçuk Yüksel, Berna Adıgüzel'in başarılı yorumlarından " mı ?
John Hale - Kadınım, git yalvar ona! Kocan gururuna kurban gidiyor! Boş bir gurura kurban gidiyor..Git, yardım et ona! Ne olacak, ölecek de ne olacak ?Toprak mı beğenecek yaptığını? Kurtlar mı çıkaracak doğruyu ortaya ? Git, ne olur git, söyle de, korkmasın küçük düşmekten..
Elizabeth - Bütün iyiliği üstünde şimdi ! Hiç alır mıyım bunu üstünden, Tanrı esirgesin !
Elizabet, Tituba, Proctor, Danforth, Rahip John Hale, Mary Warren, Mercy Lewis, Betty, Rebecca Nurse, Abigail Williams...
Her oyuncu kendi resitalini sunuyor cömertçe...
Salem’deydik.Hepimiz cadı olmakla ve şeytanla işbirliği yapmakla suçlanmıştık.
Hüküm kesinleşmişti idam edilecektik.Bir itiraf kurtarabilirdi bizi ancak o mutlak sondan.Binbir yalanla sıvanmış bile olsa, bir itiraf.
Dehşet, gerilim, isyan, öfke, korku, nefret, acımak, çaresizlik tüm bunları hissettim oyun süresince.
Ayrıntıdaki titizlik, nitelik kaygısına tüm yönlerden gerekli önceliği vererek, özü ve sözü olan oyunlarla izleyicisini bambaşka diyarlara, duyarlılıklara taşıyan Yiğit Sertdemir, " Cadı Kazanı "nda yine harika bir şölen sunuyor.Sade, abartısız, ödünsüz, ne eksik, ne fazla, her şeyi tam da olması gereken kıvamda tutan rejisiyle, farkını ortaya koymuş.İmzasını atmış.Tıpkı önceki oyunlarında (" O.B.E.B.", " Öldün Duydun mu?", "Kapıların Dışında", "Leonce ile Lena", "Yeşil Papağan Limited", "Koleksiyoncu", "Hayal- i Temsil", "Hayalet Kumpanya", "Kaldırım Serçesi"...) olduğu gibi.
" Cadı Kazanı" elbette çok ertkileyici, çünkü o kadar aynı ki yaşadıklarımızla, o kadar güncel ki, en etkileyici yanı dediğim gibi, 'bildik, tanıdık' olması..bugünü, dünü anlatması.
Tiyatro izlemenin keyfini iliklerinize kadar hissediyorsunuz oyun boyunca.Eksilmeden çoğalan bir haz bu.Adeta ruhlara düşen, kısa zamanda aleve dönüşen bir kıvılcım selinin içinde buluyorsunuz kendinizi.
Kısaca, " Cadı Kazanı " perdesini açtı ve daha ilk andan itibaren bir hit olacağının işaretini verdi.
" Cadı Kazanı" görülmeye değer, iz bırakacak, sıradışı bir oyun.İzleyin, derim.
Anahtar Kelimeler: cadı kazanı, İstanbul Şehir Tiyatrosu
0 Yorum