MAKALELER

Ben O İstanbul'u Çok Sevdim - Bakırköy Belediye Tiyatrosu

2016.03.08 00:00
| | |
4455

Yula toplumsal alt yapı ile oyunlarının öyküsünü birleştirmeyi sevmiş, yaşadığı toplumun seslerini iyi dinlemiş, renklerini ayrıştırmamış

 

 


KADIN ve ŞİDDET 8.MART.2016 DÜNYA KADINLAR GÜNÜ’NÜ KUTLAMIYORUM!

 

"Ben O İstanbul'u Çok Sevdim" Özen Yula Armağanıdır

 


 

YAZAR   ÖZEN  YULA VE...

Özen Yula toplumsal alt yapı ile oyunlarının öyküsünü birleştirmeyi sevmiş, yaşadığı toplumun seslerini iyi dinlemiş, renklerini ayrıştırmamış sadece bütünü içinde gerekli olanları öne çıkarmış ve değerlendirmiştir.

 

 

Toplumun temelinde yatan göremediğimiz, unuttuğumuz unsurların ortaya çıkmasına yardımcı olmak  Özen Yula için her zaman vazgeçilmez olmuştur. 

Oyunda şiddet,aşk,öfke ve ölümün getirdiği duyarsızlığın ve sıradanlaşmanın örtüsünün her tarafımızı kaplamasına  yazar müsaade etmemiş bunu da Özen Yula’ca yazım halleri dediğim yüksek bir yazı  estetiği  ile  çok  yakınımız da  da görebileceğimiz kahramanlarımız  gibi  gerçekleştirmeye çalışmıştır.

 

 

1-TARİHSEL ANLAMDA  BİR GEÇİKME  NEDENİ ŞİDDET Mİ?

‘Ben o İstanbul’u çok sevdim’ adlı oyunu Bakırköy Belediyesi Kültür Merkez Salonunda gala gecesi seyretmiş, o tarihler de  fazla yoğun olmama rağmen oyuna ulaşmayı başarmıştım.

Oyunu seyrederken  yukarıda bahsettiğim gibi‘Özen’ce halleri göz ardı etmemeye de gayret ettiğimi söylemiştim. Tesadüfen aynı sırayı paylaştığımı ,bilmeden sohbet ettiğim sonradan Zeyno  Eracar’ın annesi ile babası olduğunu öğrendiğim sevgi dolu ,sıcak  seyir yeri komşularıma da yazar’ın bu özelliğini anlatmıştım.

Oyun öncesi ışıklar alınmadan Zeyno Eracar ile başlayan ‘ön oyun’ ,düşündüğüm kadınsal motiflerin ağırlıklı olacağını hissettirmiş, şiddetin nasıl   ve ne şekilde geleceğini ise merak ettirmiştir..

 

 

Oyun’un başlaması ve sonrası düşündüğüm gibi kadına şiddet üzerine kurgulanan hikayenin zor dönemeçlerini de beraberinde getirmiş,çözünürlüğünü veya kendimce berraklaşması için oyundan sonra bilmeden  kendimi yazım anlamında beklemeye aldırmıştım.

Mart ay’ı içinde yeniden yüreklerimizi dağlayan hemcinslerimizin arka arkaya uğradıkları şiddet ve daha sonrası yaşanılan olayların yeniden gündeme gelmesi ve geleceği  düşüncesi beni ürkütmüş,kadının kadına yaptığı şiddetin de hiç azımsanmaması gerektiğini  de düşünmüş buna  da farklı bir şekilde sadece üzülebilmiştim. 

Tarihsel anlamda yaptığım  gecikmenin ip uclarını galiba bulmuş,tüm kadınların büyük ya da küçük,kapanır ya da kapanmaz yaşadıkları şiddetin olgu ya da olay olarak varlığını kabul etmişliğimizin ardına  bu yazıyı bilmeden geçiktirmiş ,saklamış ve bu güne kadar bekletmiş olmanın ilk kez yürek aydınlığını yaşamıştım.Yazımın bu ay, böyle bir günde kadınca ve kendimce kalemsel bir eylem  tarafının olması ise beni mutlu etmiş ve sizlerle bu anlamda buluşma kararımı tetiklemiştir.

A-ŞİDDET  NEREDE ?  BULAŞMA DURUMU NEDİR?

Şiddetin sanıldığının aksine kırsal kesim dışında büyük şehirlerde lüks konutlara yerleşmiş,mevcut koşullarının değişmesini ya da çocuğunun eğitim ve benzeri meselelerine kaygılanan kadınlar ile sosyal statünün korunaklığına ilişkin durumların,  kadını  şiddetin kollarına tamamen teslim etmiş olduğu  acı gerçeğinin  karşımıza çıkması  ise  21.yy da engellenemez duruma gelmiştir.

Çalışmayan kadının evinde ,ailesinde veya çevresinde gördüğü ,çalışan kadının buna ilave olarak iş yerinde gördüğü şiddet veya yine çalışan kadın grubunda yer alan meslek kadınlarının gördüğü çevresi ile paylaşamadığı şiddetin ise yorucu ve yok edici boyutu ise her an daha büyük bir şekil alarak  sessiz  iç çığlıkları  yine sessizce  büyümüş  sosyal  halkaları  oluşturmaya devam etmiştir. 

Kadın  boğulmuş, kadın biçimselliğinde yok edilmiştir.Kadının toplum içindeki rolü belirlenmiş,rol alacağınız her katman önceden belirlenmiştir.Dönemsel iyileştirmeler her zaman ardından büyük fırtınaların geleceği susma ve sindirme aralıkları olarak benimsenmiştir.

B- OYUN SONRASI GELEN SIKINTI ve ÇALIŞMA 

Oyun sonrası belki de bir başka anlamda sessizliği tercih  etmiş olmam  tüm bunları doğru yerleştirememenin sıkıntısı  üzerine olmuş, belki de yazımın sonunda daha da belirgin hale gelecek kalemsel bir başkaldırı ile bu güne armağan etmek  ama kutlamamak sevdası beni bekletmiştir.

Bu bekleyiş sevdası ile tarih kitapları arasında dolaşmam da  geceler boyu olmuştur. 

‘’Nuriye Ulviye’nin kendi imkanları ve  çalışması  ile  bu anlamda katkı sağlayacak  Kadınlar Dünyası Dergisi’nin yayına girmesi  , üniversite’nin  açılışına destek sağlanması ,Kadın Üniversitesi olarak 102 .ci yılını yaşadığımız’ İnas Darülfünun’ Zeynep Hanım Konağ’ında Fen ve Edebiyat Bölümleri ile eğitim ve öğretime  12 Eylül 1914 yılında açılması,üç yıl süreli olan Edebiyat, Matematik,Tabiiyat Bölümlerinden 1917 yılında 18 kadın mezun olmasına ilişkin araştırmalar mezuniyet sonrası 6kadın İstanbul,12 kadın İstanbul dışında öğretmen ve idareci olarak atanmanın sonrasında 1919 yılında Zükur Darülfün ile birleşmek yaşanmıştır.Karma öğretim sonrası 1921 de İnasDarülfünun da kapanmıştır.’’

Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de  de Birinci Dünya Savaşı sonunda da kadın hakları mücadelesi yukarıda görüldüğü  gibi  ivme kazanmış ,Halide Edip  gibi kadınlar seçme ve seçilme hakkı konusunda destek  vermiş kadınlar 8.Şubat.1935 yılında ilk genel seçimlere katılmış ,17 kadın milletvekili’nin seçilmesi ile seçim sonuçlanmıştır.

21yy.da kadınların eğitimi ,geri dönüşü en yüksek yatırım olarak değerlendirilmiş olmasına rağmen eğitim eksiklikleri  kadın üzerinde çığ gibi büyümüştür. 

Meşrutiyetin dar sokaklarından çıkıp Cumhuriyet’in ana caddelerinde yaşamak Türk Kadının amacı olmuştur.
Çağdaş yaşama uymayan davranışlardan uzaklaşmak topyekün eğitim seferberliği ile  mümkün olabileceği gerçeği  kadınlar tarafından asla unutulmamıştır.

Ülkemizde 21.yy da ise Kadın Şiddeti’nin her adreste karşımıza çıkması bu günü   kutlamak yerine toplumsal şiddetin  artmasını önleyici ve düzenleyici acil ve kalıcı düzenlemelerin  yeniden sistemleşmesi  anlamında  gelecek günlerin çalışması  için başlangıç tarihi olarak değerlendirilmesi istenmiştir..

C-İSTANBUL’U  SEVDİK 

Oyun da İstanbul’un   Kadiköy - Kızıltoprak semtinde kardeşi ile yaşayan Mine  ile kardeşinin   farklı dünyalarına katılan üst komşu kızı Fide ile annesi Nesrin tarafından oluşturulan yaşama dair bir değerlendirme şablonu içinde sıkıntı ve çaresizliğinin anlatımı  şiddetin korkutucu sarmanlığında yapılmıştır.

Oyun öncesi Mine’nin sakin ama kararlı hazırlığı ise sahne bantında yer alan mutfak düzeni içinde ayrı bir duygusal dürtükleyici olmuştur.

Mine fiziksel görüntüsündeki baskınlığı ile de güçlü yapısını paylaşmış olmasına rağmen bu grubun en zayıf kimliği olarak da bir başka sıkıntı ve ezilmişliği ortaya çıkarmıştır.Olayların bel kemiğine oturmuş olan Mine’nin arabesk tarafı ile  kendini bile aşan şiddetin uyumsuzluğunun uyumlu modeli üzerinden detaylandırılması  seyirci ile paylaşılmıştır.

Umutsuzluk üzerinden sıradanlaşan eylemlerin getirdiği tercihler ise durumun daha da vahimleşmesinin göstergesi olmuştur.
Öldürmek üzerinden  ise yaşama dönmek hem de neşe ile  hiçbir şey olmamışçasına dönmek gibi bir sıradanlaştırmak zorlu mücadelenin belki de en zor halleri olarak seyirciye sunulmak istenmiştir.  

Yaşamı,ölümü ve beraberinde buruk tebessümleri ile kısa  içsel aydınlanmaları   getiren Özen Yula halleri bir iç çekiş misali yüklemelerle sizi  müzikle bile iç huzura asla ulaştırmayı  tercih etmemiştir. 

Özen Yula bu  çalışmasında Zeyno Eracar seçimi ile oyunu taçlandırmıştır.Nefesinizi  tutarak zaman,zaman Mine ile birliktelikten yorularak seyretmiş olmanın hazzını  Eracar seyircisine  yaşatmıştır.Oyun öncesi hazırlık sakinliği bile her adımda gölgelerin aydınlığa ,ışığa yönelişindeki tutsaklığı getirmiştir. 

Nurhayat Atasoy(Nesrin)  ise olması gerektiği yerde katılımının getirdiği performansı ile  anlık parlaklığının bütün de bir gerçeğin sıradanlaşan gerçeğinin  önemli  yenik temsilcisi olmuştur.

Hüseyin Durak(Ayhan) ,M. Sercan Yener(Sabit) işleri zor olan iki erkek , şiddetin hemcinsleri tarafından yaşam da taşınırlığının altında sahne de zor olan yerlerinin anlam bakımından çözünürlüğünün altında ! ezilmişliğin ötesinde doğru yerde şimdilik fazla katkı almadan bekletilmeyi zorunluluk hali olarak  kabul etmişlerdir.

Hüseyin Durak zoru başarmış ve seyirci beğenisini bulmuştur.

M.Sercan Yener  sahnesi  ise tıpkı ustaların altını çizerek anlatmaya çalıştığı gibi ‘Başarı süre ile sınırlandırılmamıştır’,’Rolün küçüğü büyüğü olmaz esas olan oyunculuktur’ açıklamasının tam karşılığını seyirci Yener için düşünmüştür.

İlkin Tüfekçi  (Fide) gerçekten rolü kavramışlığı önemli , Ayçın Tar,Sadık Kızılağaç, Ceren Ercan,Yakup Çartık oyuna destek veren isimler olarak paylaşılmıştır.

Dekordaki çiçek ayrıntısı ,müzik  ve kostüm   oyunun başarısındaki kocaman başarı izleri  olarak izlenmiştir..
Toplumun öncelikli soruniarı içinde en önde gitmeyi kendine hedef tutan ‘Kadın’a Şiddet’ günümüzde  zirveyi kolay kolay bırakmamış ve Yula’nın da ilgi alanından  asla çıkmamış olduğu  bu oyunla da bir kez daha vurgulanmıştır..

TANIMA ÖNCELİĞİM VE TEŞEKKÜR

Özen Yula’yı Hacettepe  lisans yıllarından tanımam ,sekiz sömestr öğrencim olarak bu dev adamla birlikte olmak,Konservatuarda Oyunculuk Bölümünde omuz,omuza çalışmak ve Türk Tiyatrosuna kazandırdığı onca eserle yanı başımızda tüm tevazusu ve dostluğu ile hissedilmesi  Yazar ve yönetmenliği ile akademisyenlik anlamında örnek kimliği ile kendisini ve çalışma arkadaşlarını  başarıları için kutlarım.
                                                                                                                                                        
Füsun Akmen Balkaya
                                                                                                                                                     
Kasım-2015/Bakırköy –İST. 

Anahtar Kelimeler: ben o istanbul u çok sevdim, Bakırköy Belediye tiyatrosu, bakırköyşeh



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir