MAKALELER

Barış - Ankara Devlet Tiyatrosu

2012.09.04 00:00
| | |
7592

Yücel Erten, Türk tiyatro tarihimizin mihenk taşlarından bir tiyatro insanı..

Başrolde Güvercinler  
 

BAŞROLDE GÜVERCİNLER: YÜCEL ERTEN’İN ARİSTOPHANES’İN BARIŞ OYUNUNUN DEVLET TİYATROLARI’NDAKİ REJİSİ ÜZERİNE 
                    
Yücel Erten, Türk tiyatro tarihimizin mihenk taşlarından bir tiyatro insanı.. Ömrünü, ülkemizde bu sanat dalının gelişmesine ve yaygınlaşmasına vakfetmiş olan gerçek bir emekçi.. Ne tesadüf ki, tiyatro için oldukça zor bir dönemden geçtiğimiz şu zamanlarda Yunan komedya yazarı Aristophanes’in, iki bin beş yüz yıla yakın zaman önce kaleme aldığı ve kendisinin Ankara Devlet Tiyatrosu bünyesinde 2011-2012 sezonunda rejisini yaptığı Barış oyununa ilişkin yazımın son halini vermeye çalışırken, Erten Hoca 16-22 Haziran 2012 tarihleri arasında Kadıköy- Selamiçeşme Parkı’nda düzenlenen “Sanat Maratonu” çerçevesinde, bu gece saat sabaha karşı 04.30’da sahne alarak, sanatın ülkemizde ne kadar uzun ve çetin bir koşu olduğunu bir kez daha hatırlatıyordu herkese… Gücümüzü kitaplarımızdan, oyunlarımızdan, müzikten, sanattan ve bunların sayesinde incelmiş, estetik bir dünya algısından aldığımız için bu maratonun dünya tarihi için de her devirde çetin bir yol olduğunu zaten biliyoruz. O yüzden de hiç durmadan ve her yerde birbirimizden haberimiz olsa da olmasa da aynı duygularla yola devam ediyoruz.  Bu noktada Barış oyununun metninin ve sahne performansının okuyuculara ve izleyenlere söyleyeceği çok şey var.  Kendisine değişik okullarda ve tiyatrolarda bu oyunu 30 senede 6 kez sahnelemiş olmasının bıktırıp bıktırmadığı sorulduğunda Erten, “Şu dünyanın, şu memleketin haline bir bakın! Bu savaşlar böyle sürüp gittikçe, ben bu oyunu her yıl ayrı bir kentimizde sahnelesem yeridir” sözleri de kendini gerçekleştiren bir kehanet oluveriyor doğrusu!

Platon’un Devlet ve Yasalar  eserlerinde tragedyaya iki kısım ayırdığını ve bu kısımlarda Sophokles’ten sadece iki kez bahsettiğini biliyoruz. Buna karşılık "Aiskülos, Devlet eserinde sekiz kez anılmış, ancak gönderme yapılan bu kısımlar da şiirin Yunan gençliği üzerindeki olumsuz etkisini kanıtlamak üzere kullanılmıştır. İlgi çekici denilebilecek bir başka bilgi ise Aristophanes isminin neredeyse hiç anılmamış olmasındadır. Platon’dan sonra öğrencisi, Aristoteles de, Poetika’sında tragedyaya hocasına nispetle daha “insaflı ve yumuşak” bir şekilde yaklaşmışsa da, iş komedyaya gelince, “bu konudan başka bir bölümde bahsedilecektir” deyip, çağlar boyunca peşine düşülen ancak asla okunması mümkün olmayan, ele geçirilemeyen kayıp bir bölümün yazarı olarak tarihe geçmeyi başarmıştır. Ancak, kendisinin komedya türüne ilişkin görüşlerini elimizdeki verilere bakarak aşağı yukarı tahmin edebiliyoruz. Oyundan önce, asal metni yeniden okuyarak kendimi oyuna hazırlarken, komedyanın doğasından gelen, güncele yaslanma zaafı ve komikliğin ancak layıkıyla yerine getirildiği zaman seyircisiyle buluşma imkanına kavuşması zaruriyeti yüzünden, oynandığı dönemde tam bir politik taşlama özelliği gösteren Aristophanes’in Barış oyununu, günümüz koşullarına uygun hale getirerek fakat aynı zamanda ayağını bastığı o Antik topraktan kaldırmadan, ölçülü bir şekilde sentezlenerek sahneye taşımanın güç bir iş olacağını tahmin etmek zor olmamıştı. Antik dönem yazarlarını ve felsefecilerini ve onların komedyaya ilişkin görüşlerini bir kenara bırakalım, çağımızın iyi bilinen düşünürlerinden biri olan Walter Kaufmann, Tragedy and Philosophy   (Tragedya ve Felsefe) kitabında, “Komedyada tragedyanın sanatsal yüceliğine erişebilmiş oyun sayısı azdır. Aristophanes en yetkin olduğu düşünülen oyunlarında bile, kathartik etkiyi tragedya yazarlarının kudretine yaklaşacak derecede gerçekleştirememiştir ”  derken, bir komedya eseri vasıtasıyla yaratılan komik katharsis etkisinin de pek etik, arındırıcı ve öğretici olabileceği gerçeğini gözden kaçırdığını söylemek mümkün. Yaşadığı dönemde tragedya yazarları ve onun seçkin seyircileri için “aşağı bir tür, avam için seyirlik” gibi suçlamalara maruz kalmış olsa da, Aristophanes’in “sahne denen o sonsuz ıssızlıkta” attığı kahkaha o denli güçlü ki yankısını ve “yıkıcı zaferini” bugün bile duymamak neredeyse imkansız. Henri Bergson’un Gülme  kitabında çok yerinde tespit ettiği gibi: “İnsan komiğin tadını tek başına alamaz. Öyle görünüyor ki gülmenin bir yankıya gereksinimi var. İyi kulak veriniz gülmeye: O, iyi çıkmış, net ama kesilmiş bir sese benzemez; gitgide yankılanarak uzamak isteyen, bir patlama ile başlayıp dağlardaki gök gürültüleri gibi gürlemelerle süregelen bir şeydir. (…) Gülmemiz her zaman bir grupla birlikte ortaya çıkar ” . Prof. Dr. Sevinç Sokullu, “Komedyanın Eğitici İşlevi” başlıklı makalesinde, komedyanın uzak açılı bir bakış açısını şart koşan ve seyircinin kendisini kahraman ile özdeşleştirmesine izin vermeyen yapısındaki “iki uçlu” özelliği şu şekilde ifade etmiştir: “Komedya, (...) iki uçlu bir nitelik taşır ve bu niteliğini kaynağındaki ilkel bolluk törenlerinden alır. Bu törenlerin dokusu yeni gücün eskisine karşı çıkarak çatışması, eski gücün ölümü ve yeniden doğuş kesimlerinden oluşuyordu. (...) Bu törenlerde hem eski gücün yenilgisinin acısı hem de yeniden doğuşun sevinci iki uçlu bir duyguyu oluştururdu. Bu yoldan komedya yıkıcı nitelik ile durağanlığa, donmuşluğa, eskiliğe, sınırlar arasında sıkışıp kalmışlığa karşı açılmış bir savaş ruhunu yansıtmaktadır. Yapıcı nitelikte ise çürüyeni, aksayanı, bütünün canlılığını tehdit altında tutanın ayıklanıp uzaklaştırılarak ve onu düzeltip tekrar içine alarak bütünü sağlıklı tutma, koruma eğilimi yer almaktadır ”.  Komedya türünün eğlendirici tabiatlı, hoş vakit geçirmek için bir haz kaynağı olmasının yanında, seyircisini ölçüsüzlüklerinden arındırmak gibi bir görevi de üzerinde taşımak suretiyle toplumsal açıdan iyileştirici diyebileceğimiz bir gücü içinde barındırdığını bilenler, tragedya türünün ağır, patetik, didaktik ve aşırı ölçülü havasının yanında, tamamen farklı bir söyleyiş ile istenilen mesajın iletildiği komedyaya  hak ettiği değeri yeniden kazandırmaya çalışmışlardır.

Oysa, ciddiyetinin aşırısı da komiğin alanına girer ve onun eleştiri oklarını yönelttiği bir saha yaratır. Öyle ki, komedya iktidarlar, devletler, sosyal kurumlar ve insana özgü her türlü unsurun çarpıklığının aynası oluverir. Ölçüsü kaçan her şey, kendisine tutulan hakikatin aynasına bakarak kendisini düzeltmek zorunda kalır. Aristophanes, yazdığı komedyalarla bu türün en seçkin örneklerini verirken, komedyaya özgü düsturların kurucu babası olarak da dramatik yazarlık tarihinde yerini alır. Yazarın oyunu, [f]elsefecilerin ve psikologların komedyaya özgü temel olarak üç kategori geliştirdiklerini” aktaran Mark William Roche’yi haklı çıkarır nitelikleri ile dikkat çeken bir klasik komedya örneğidir: “karşıtlık, üstünlük ve şölen duygusu .”“ Ben tek, hepiniz bir” prensibi ile yaşadığı toplulukla, devletle, orduyla, işi daha da ileri götürüp Olimpuslu tanrılarla kendisi arasında çatışma alanları yaratan köylü Triyagos’un başına gelenler tesadüfi bir olaylar zinciri eşliğinde, bereket ve bolluk törenlerinde atılan kahkahalar ile harmanlanarak ölümsüz bir insanlık anlatısı olarak tiyatro tarihindeki yerini bulmuştur. 

Atina’nın parlak Perikles Çağı’ndan sonra içine düştüğü sıkıntılı durum ve kapısını çalmaya başlayan savaş gündemine paralel olarak kaleme aldığı bu komedyada Aristophanes, dil konusundaki sivri üslubunu iyice keskinleştirmiştir. Komedya yazarının kaleminin ucundan kaçabilen devlet adamı, tiyatro yazarı, oyuncu, hatta neredeyse normal vatandaş bile kalmamıştır diyebiliriz.  Oyunun konusunu özetlemek gerekirse, yazarın Atina yönetimini uzun zaman elinde bulunduran ve oyun yazılmadan birkaç önce bir savaşta ölmüş olan Kleon ve silah tüccarı yandaşlarının körüklemeye çalıştığı savaş ortamını sonuna kadar eleştiren Barış isimli üçlemesinin bir parçasıdır. Sahne açılır açılmaz ortasına inen dev bir bokböceği olan Kantharos, Atinalılara nasıl bir musibet ile mücadele ettiklerini hatırlatan dev bir gösterge olarak görev yapmıştır. On üç sene boyunca Atinalı vatandaşların çektiklerini gören köylü Trygaios, canına tak ettiği noktada bu dev osurgan böcekten kurtulmanın ancak tanrıların katına varmakla olacağını düşünüp, gökyüzünden kendisine muhatap aramaya karar verir ve ardından olaylar gelişir. 

Yücel Erten’in Ankara Devlet Tiyatrosu bünyesinde 2011-2012 sezonunda sahneye koyduğu Barış oyunu, büyük komedya yazarının attığı kahkahanın binlerce sene sonra Çayyolu Cüneyt Gökçer Sahnesinde yankısını bulduğu bir seyirlik oldu. Bilal Gürdere’nin “Türtük” –Triyagos’un Türkçe’ye adapte edilmiş hali- rolünde karşımıza çıktığı oyunda Ali Fuat Davutoğlu, Zafer Güllü, Ahmet Burak Bacınoğlu gibi isimlerin yanında büyük bir koronun varlığı da dikkat çekiciydi.  Aristophanes’in M.Ö. IV. Yüzyılda yazdığını bildiğimiz oyununun dekorunda,  Antik Yunan dünyasına özgü pek çok sahne üstü unsuru kullanılırken, bunların tipik bir Anadolu –Ege- köyünün göstergeleri ile birleştirildiği noktada Henri Bergson’un sözünü ettiği kahkahadaki kesintisizlik de ete kemiğe bürünüyordu. Dekorda kullanılan antik sütunlar, “Zeus’un ve Triyagos’un evi ve sahne yanındaki ağıl” gibi sahne üzeri yerleştirmelerde Aristophanes’nin direktifleri izlenirken, bir yandan arkeolojik bir sit alanı izlenimi bırakılıp, öbür taraftan sahnenin ortasına yerleştirilmiş olan kırık dökük ve bugünü çağrıştıran tahta bir perde sayesinde geçmiş ve şimdinin üst üste yığıldığı zamansız bir mekan görünümünün elde edilmesini sağlıyordu. Bu seçimler dahilinde oyundaki tüm tipler de elbette gerek kostüm, gerek gestus açısından çağımıza uygun bir biçimde güncellenmiş olmakla birlikte, oyuncuların sahnede zaman zaman dairesel hareketlerle oturmaları, sahneyi interaktif olarak kullanmaları, kalabalık ve gürültülü, deyim yerindeyse harala gürele, esrik bir halde oraya buraya koşuşturup durmaları ya da Diyonisos şenliklerine özgü komos alaylarında söylenen şarkıları düşünerek oyuna dahil edildiğini sandığım şarkılı, türkülü halaylar ile komedyanın ritüel toprağına da her fırsatta göz kırpılmadan geçilmiyordu. Müzik, oyundaki asal öğelerden biri olarak kendisine yer bulmuştu. Flüt, piyano, gitar, buzuki ve violadan oluşan orkestranın oyuna katkısı tartışılmaz derecede olumluydu. Oyunun temposu sürekli olarak yüksek ve canlı olduğundan oyuncular da buna mukabil performanslarını hiç düşürmeden oyuna katkıda bulundular. Oyun içinde oyunlar, rolden role girip çıkmalar, kılık değiştirmeler vb. taktikler ile sadece oyuna değil, oyunsuluğa da vurgu yapılıyordu. Gündelik dilin içerdiği bütün kaba sabalıklar, yanlış anlamalar, şakalar, küfürler ya da kekemelik içeren hallerin oyuncuların jest ve mimikleri ile tamamlanması ile komedyaya özgü sayılan pek çok parametrenin de sağlandığını gördük.  Oyuncuların gayet keyif veren performanslarının yanı sıra akılda tutulması gereken bir husus daha var: o da arada sırada onlardan rol çalan, kimi zaman sütun başlarına, kimi zaman da sahneye konan bembeyaz güvercinler! Oyunun geneline hakim olan o kirli dünyada, temizliğin, saflığın ve iyiliğin uğruna kanat çırpan, rolleri için özel olarak hazırlandıklarını bildiğimiz dostlarımız. Brecht tiyatrosuna özgü her türlü taktiğin yoğun şekilde kullanıldığı Barış sahne performansının ardından oyun bitiminde izleyicilerin coşkulu eşliği ve bir bağbozumu ritüelinden çıkmışçasına bir yandan türkü tutturup, öte yandan “tiyatroda bir şeylerini unutmuş olma duygusu” ile salondan ayrıldıklarından, oyunun hedeflediği şeyi başardığını söylemek yanlış olmayacaktır. Trygaios’un da oyunun sonunda dediği gibi: “Yiyin, için doyasıya-Düğün, düğün ola hey!-Düğün ola, gerdek ola-(seyircilere) Uğurlar olsun baylar-Benimle gelen çöreğe konar ”. Peki o zaman. Bugünden bir yanıt vermek gerekirse: “Muhterem Aristophanes’tir-2400 küsur yıl önce bu oyunu yazan-Sonra bazı değişiklikler yapmış-Hacks adında bir ozan-Lakin varsa onların dışında bir kusur-Yücel Erten’dir bu oyunu bozan-Biz övgülerimizi Aristofanes’e dökelim ki-Zırt demesin bizim borazan!” . Keşke her şey oyunlardaki, özelde de Barış oyunundaki gibi bir çırpıda çözüme kavuşsa ve dengesini bulsaydı. Barış için savaşmak gerekmeseydi.  Ancak herkesin kendisine göre birtakım “silahları” var, sanat bu yolların en az can acıtan ve en adil, en dolaysız yollarından biri, kılıç sallamadan önce kalem sallamayı ve kılıca üstünlüğünü hazmetmiş bir ülkede ve dünyada yaşama arzusu ile nice böyle güzel yapımlara.. 

 Walter Arnold, Kaufmann, Tragedy and Philosophy.  Princeton University Press ,1992.

  Henri Bergson, Gülme, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2011.  Syf: 13-14.

  Sevinç Sokullu, Komedyanın Eğitici İşlevi. A.Ü. D.T.C.F Tiyatro Araştırmaları Enstitüsü. Ankara Üniversitesi Basımevi, 1978, syf: 46-47.

  Mark William Roche, Tragedy and Comedy: A Systematic Study and A Critique of Hegel. State University of New York, 1998. Syf: 210-11. 

  Aristophanes. “ Barış”, Eşekarıları, Kadınlar Savaşı ve diğer oyunlar. Çev. Sabahattin Eyüboğlu ve Azra Erhat. İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2006. Syf: 249-311.

  Barış oyunu kitapçığı, Ankara Devlet Tiyatrosu, 2011-2012 sezonu. Syf: 13

 

 

Anahtar Kelimeler: barış, ankara devlet tiyatrosu, Aristophanes, andt



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir