Ayrılık : Gereksiz gürültüye boğdurulmuş bir evlilik oyunu
Başarılı ödenekli tiyatrolarımız arasında parmakla gösterilen Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, 2006-2007 sezonunda özellikle Cumhuriyet gazetesindeki “Kim Kime Dum Duma” bandındaki karikatürleriyle; çocuk kitabı yazarlığı, çizerliğiyle; oyun yazarlığı ve belgesel film alanındaki çalışmalarıyla tanıdığımız Behiç Ak’ın “Ayrılık” adlı oyununu oynadı.
Behiç Ak bu oyununda, evli bir çiftin dört yıl süren bir aşk evliliği sonucu boşanmaları sonrasında ilk kez, ayrı kaldıkları bir yıl on üç günün ardından sabahlardan bir sabah bir araya gelmelerini anlatıyor. Kadın ve erkeğin ayrılık sonrasındaki ilk karşılaşmalarındaki olasılıklar üzerine kurulu olan oyun, bu ikili ilişkinin dünlerine, ayrı kaldıkları zaman içindeki bireysel serüvenlerine ilişkin, bir anlamda trajikomik bir öykü oluşturmakta. Genç çift, sonsuza dek yitirme pahasına da olsa, oyun boyunca kısmen ironik bir çerçeve içinde birbirlerini acıtıyor, yaralıyorlar.
Kalıplarının dışına çıkan bir yazar
Behiç Ak, oyunlarında kurguladıklarına hiç kuşkum yok ki karikatürcü gözüyle bakmasını bilen bir yazar. Popüler kültür ve karikatür arasındaki yakın ilişkiyi iyi bildiğinden olsa gerek, anonim kalıplar kullanıyor, bu da onun geniş kitlelerle ilişki kurmasına yarıyor. Mizahın kendine dönebilmesi, yani bazı gülme biçimlerini de alay konusu yapabilmesi, karikatüründe olduğu gibi oyunlarında da önemli yer tutmakta. Bu tavır, anonim bir dil kullansa bile onun, kalıpların dışına başarıyla çıkmasını sağlıyor.
Bir çöküşün öyküsü
“Ayrılık”, iki kişinin bir araya gelerek “kurum” çatısı altında birleşerek kurdukları ortaklığın çökme öyküsü. Her evlilik; yani iki insanın bir araya gelerek oluşturdukları “kurum”, her keresinde dört başı mamur olacak değil ya! Bu oyunda da tanıklık ettiğimizce, olmayanları da oluyor elbette. Oluyor da; içinden çıkamadığım, Behiç Ak’ın bu oyununda genç çiftin evliliğinin nerede doğru orantılı olmadığı, neresinin yanlış olduğu… Behiç Ak, çiftlerden birinin “klasik rock”, diğerinin “coll jazz” sevdiğini, bu yüzden kulaklarında sürekli “wolkmen”leriyle dolaştıklarını, dolayısıyla sağır-dilsiz abecesi öğrenmek zorunda kaldıklarını; çamaşırdı, bulaşıktı, ütüydü derken sürtüşme nedenlerinin çoğaldığını; sigara, alkol, spor, yemek pişirme konularından sürekli tartışma yarattıklarını güzel güzel anlatıyor. Sonuç itibariyle, her iki tarafın da evliliğin kendine özgü kurallarına, koşullarına uyma özverisinde bulunmadığının, bencilliklerinin altını çiziyor.
Neden anlaşamadıkları anlaşılamıyor
“Ayrılık”ta tanığı olduğumuz olaylarda, genç çiftin anlaşmazlık nedenleri arasında cahillik yok. Belli ki her ikisi de eğitimli. Çağa ayak uyduramamaları da söz konusu değil. Kişisel ve toplumsal güvensizlik, yarın endişesi, siyasal görüş ayrılıkları da bulunmuyor. O halde? Bu çift nerede kopuyor ve finalde nerede, hangi noktada buluşuyor. Yoksa, çifti yeniden bir araya getiren, bir yıl on üç gün sonra depreşen tensel özlem mi, cinsel açlık mı? Anlaşılmıyor ya da ben anlamıyorum.
Behiç Ak’ın Türkçesi mi?..
Oyun metnini okumadığım için Behiç Ak karşısında mahcubum, ama “… fevkaladenin fevkindeyim…” gibi Bülent Ersoy’un uyduruk Türkçesini kullanacağına inanmıyorum. Ola ki Zeynep Özan’ın kulağına “Popstar Alaturka” denilen pespayelik örneği, televizyon programından takılı kalmıştır. Sıcak içeceğin ağzı yakması karşısında “yandım” yerine “piştim” demek de herhalde H. Fatih Sevdi’nin anlık uydurmasıdır. Denizde giyilen mayonun insanı “sıkıştırmayacağı”, olsa olsa “sıkacağını” Behiç Ak bilir elbette. Oyuncunun dil sürçmesi olsa gerek. Repliklerde geçen para biriminin 40 milyon mu, 40 milyar mı olduğuna da oyuncular oturup karar vermeliler diyeceğim. H. Fatih Sevdi, “kolej”i “kollej” olarak telaffuz etmemeli, Özan da “daha hâlâ henüz bilmiyorum” gibi kötü Türkçe örneği vermemeli diyorum, bu konuda başka da bir şey demiyorum.
Adnan Yılmaz’ı kınıyorum
Erol Dinçdemir, ışık tasarımını yaparken, ana renkleri kuvvetlendirici karşıt yardımcı renkleri kullanmamakta belli ki direnmiş. Ana renkler oyun boyunca etkisiz ve güçsüz. Oyuncuların dondurulur gibi oldukları her sahnede, diğerlerini alıp spot ışık kullanmasını da yadırgadım. Örneğin dans sahnesi… Neden? Adnan Yılmaz, konuya uygun bir dekor tasarlamış. Ama koca evden gidince, kadının duvardaki kimi çerçeveleri kaldırmış olması, çerçevelerin altındaki duvar parçasının kirli kalması, bana sorarsa pek bayat bir anlatım. Hem bir yılı aşkın bir süre kadın o duvarı öyle bırakır mı? Ütünün buharı, kahve makinesi, elektrik süpürgesi, televizyon inandırıcılık açısından güzel öğeler. Ancaaak… Adnan Yılmaz’a sormak isterim. Televizyon ekranını sesi “mute” edilmiş olsa dahi, oyun boyunca açık bırakmak zorunda mıydı? Kuşum Aydın’ın “tahammülfersa” programını seyirciye izletmekteki amaç neydi? Haydi diyelim kadın televizyonu açtı, ekranda bir sabah programı, demek ki zaman “sabah”tır. Tamam. İyi de bu ileti yetmedi mi? Oyun boyunca seyircinin dikkatini dağıtmaya, dağıtmak ne kelime tüm dikkatleri şapşal sarışın görünümlü bir “aktris-şarkıcı” eskisiyle işadamı olduğu “rivayet” olunan sevgilisi üzerinde toplamaya Adnan Yılmaz’ın hakkı var mıydı? Adnan Yılmaz, dekorun “asla ve kat’a” sahnedeki oyunun önüne geçmemesi gerektiğini bilmez mi?
Boş verin ele güne
Mehmet Çevik, iki genç oyuncuyla yola çıkmış. Bence çok da iyi etmiş. Gerek Zeynep Özan, gerekse H. Fatih Sevdi, hiç kuşkum yok yetenekli oyuncular. Onları ilerideki zaman diliminde daha da kuvvetle alkışlayacağımıza inancım tam. Gel gelelim, Mehmet Çevik mi böyle istedi, tekst mi öyleydi bilmeden eleştireceğim. Eleştirime kimsenin alınmamasını diliyorum. Zeynep Özan’ı ve H. Fatih Sevdi’yi, bu oyundaki performanslarıyla yere göğe oturtamayan ağabeylerim, kardeşlerim, ablalarım, bacılarım mutlaka çıkacaktır biliyorum. Özan’ın ve Sevdi’nin inanmamalarını, doğrudan bana kulak vermelerini diliyorum.
Bana kulak versinler
Zeynep Özan ve H. Fatih Sevdi, dediğim gibi lütfen bana inansınlar. Bana inansınlar ve oyuncunun sahne üzerinde üretici-sanatçı olduğunun unutulmasına n’olur izin vermesinler. Sesin oyun kişisinin gösterileninden, yani onun kurmaca içerisindeki kimliğinden daha çok bilgi aktardığını bilsinler. O ne bağırış be Sevgili Zeynep Özan… Mehmet Çevik hiç mi uyarmadı seni? Sesin anlatımbilimsel derinliğinin, cisimliliğinin, kösnüllüğünün ya da müzikalitesinin gücünden hiç mi söz etmedi? Ya da okuduğun okullarda hiç kimse değinmedi mi? O gücün yeri geldiğinde metnin anlamını bile bastırdığını hiç kimse anlatmadı mı?
Sahneden gürültü taşıyor
Belli oluyor. Mehmet Çevik söz etmemiş, uyarmamış, anlatmamış. Zeynep Özan’ın bedeniyle aynı kumaştan biçilmesi gereken çıplak sesi yitmiş gitmiş. Arzular, korkular, baskılar, karşı çıkmalar, saldırılar böylesine hançereyi yırtarcasına bağırarak ifade edilmiş. Sahne gürültüyle doldurulmuş.
Hiç kimse kusuruma bakmasın, alınmasın… Dekordaki sürekli gösterimde olan televizyon ekranı, Zeynep Özan’ın elbette Mehmet Çevik’in buyrukları çerçevesindeki “yırtınma” düzeyindeki bağırtıları, H. Fatih Sevdi’nin de ister istemez bu ses kirliliğine uymasıyla bu iyi niyetli olduğundan kuşku duymadığım yapım; dilin arı olmayan yanını, dilbilimin artıklarını, iletinin anında bozuluşunu devşiren bir çalışma olmuş. Kimse kırılmaya, kimse alınmaya…
Anahtar Kelimeler: ayrılık, kocaeli şehir tiyatrosu
0 Yorum