Kapitalist Sömürünün Yok Ettiği İnsanlar
Hangisi değerli yaşamınız için: Para, şöhret, para, şöhret, para, şöhret, para, şöhret… bu böylece akıp gider. Hangi ülkede yaşamak kolay: Paranın bol olduğu, paranın az olduğu, paranın bol olduğu, paranın az olduğu, paranın bol olduğu, paranın az olduğu… Sizce hangilerini seçmek kolay? Ya da yaşamımızdaki en önemli olgu ne: Para, her hangi bir eş, para, her hangi bir eş, para, her hangi bir eş… İşte size kapitalizmin iç gıcıklatıcı birkaç sorusu! Bu soruları düşünmek isteyen “Atları da Vururlar” ı görsün bir kez…
Oyun, yaşamım boyunca istemediğim halde zorla yaşamaya mahkum edildiğim kapitalist hayatın çöküntülerini anlatıyor!
Oyunun konusunu uzun uzun anlatmak gerekli bence! Biz tiyatro eleştirmenlerine yöneltilen en büyük suç: Oyunu eleştirmek yerine konuyu anlatıyorsunuz! Evet bu gerçekten önemli. Ama bazı tiyatro oyunları vardır yönetmenin, oyuncunun, eleştirmenin önüne geçer. İşte Atları da Vururlar da böyle bir trajedi!
Konusu:
Yazar Horac McCoy, 1929 ve 1930'daki büyük ekonomik krizde Amerika'nın her yerini saran Dans Maratonaları'ndaki trajediyi anlatan belgesel bir roman yazmıştı. 'Atları da Vururlar' adlı bu roman, Türkiye'de tiyatroya çevrilerek izleyenine yaşamını sorgulama olanağı sunuyor.
Herkes15 dakikalığına şöhret vaat eden 'saçmalıklar diyarının'nın usturupsuz ortamında şu an. Oyunun kural koyucuları, elimizin altındaki tv de, toplumun yarısı bu kara kutunun içinde yarışmakta, diğer yarısı da elinde telefonu oylama yapmak için uğraş içinde. 1930'lu yıllarda Amerika'da yayın kuşağını altüst eden yarışmalar ancak 2000'li yıllarda bizim ülkemizi mahvetmekte! Emperyalizm, geri kalmış ülkelere kendi bilinç politikasını nerdeyse yüz yıl sonra dikta etmekte!
"Popstar, Türkiye'nin Yıldızları, Beyaz Atlı Prens, Benimle Evlenir misin, Kaynanam Olur musun, Size Anne Diyebilir miyim, Biri Bizi Gözetliyor, İkinci Bahar, Dokun Bana, Uçur Beni, Tıktıkla Partnerini, Onu Şunu Dolandır Kim Görecek, Kim Gitsin, En Zayıf Halka, Çarkıfelek, Turnike”
Yukarıdaki oyunlar ne için var olmakta? Yanıt çok kısa: Uyuyan zihinlerin bir daha hiç uyanmaması için!
"Atları da Vururlar” adlı oyun, kıran kırana mücadelenin sürdüğü, dışarıdan oldukça eğlenceli ve heyecanlı görünen, gerçekteyse insanlık dışı dramlara sahne olan bu yarışmaların, ekranda görünmeyen yüzüne ışık tutuyor. Amerikalı yazar, senarist Horace McCoy'un bu kitabı, beyazperdeye aktarılmış, dünyanın pek çok yerinde müzikale ve tiyatroya uyarlanmış…
Ülkemizde böyle bir oyunu yine ilklerin başladığı Devlet Tiyatroları sergilemekte! Bazen sistemi eleştirmek düzen koyuculara zor gelebilir. İyi ki bu düzen koyucular sanattan hele hele tiyatrodan anlamıyorlar. Hasbelkader biraz anlasalardı tiyatrodan, iyice zıvanadan çıkmış kemirgen bir toplum ortaya çıkacaktı!
"Atları da Vururlar”, New York Borsası'nın çöküşüyle başlayan ve tüm dünyaya yayılan büyük ekonomik krizin bir ürünü... 1929 ve 1930 yılları ve yer Amerika... Her ne kadar eğlence sunsa da asıl krizle beslenen şov dünyası, (yukarıda yerel versiyonlarını andığımız yarışmalar 2001'deki ekonomik krizde başlamıştı) ilgi çekecek, para kazanacak bir yol bulmuştur: Dans Maratonları. Bugünün TV teknik deyimiyle 'direnç yarışları'nın, şov dünyasının temel ilke ve işleyişini belirleyen bu maratonlar, Amerika'da pıtrak gibi yayılmış, yoksul orta tabaka için tıpkı bugünkü gibi bir 'yırtma şansı' doğurmuştur. Bedava giyecek, yiyecek ve konaklamanın sunulduğu ve gençlerin 'mal bulmuş Mağribi' gibi üşüştüğü bu maratonlar, birinci gelene hayat kurtaracak 1000-1500 dolarlık bir servet kazandırdığı gibi, katılımcılara, şansları yaver giderse medyanın, Hollywood yapımcılarının ve yönetmenlerinin dikkatini çekme avantajı da sağlar. “Atları da Vururlar” (They Shoot Horses, Don't They), bu kriz döneminde işsiz kaldığı için bu dans maratonlarından birinde 'bodyguard'lık yapmak zorunda kalan yazar McCoy'un, oradaki gözlem ve deneyimlerinin ürünü olan bir belgesel oyun... İçeriden, kahramanlarının gözünden ve dilinden aktarılan hikayenin kahramanları Robert ve Gloria, sadece 20'şer dakikalık molalarda yemek yiyip uyuyabildikleri, kıyasıya dansın, mücadelenin 879 saatin ya da 38 günün sonunda, okyanusu seyretmek için dışarı çıkar. Fakat okyanus, ne bir hayal ne de bir umut kırıntısı verir onlara. Hayatlarını değiştirme umuduyla girdikleri yarışmadan çıktıklarında, başa dönmüşlerdir, umutsuz gerçekliklerine... Üstelik, piste, arenaya, hipodroma ya da podyuma veya ekrana çıkamayacak atlar için çizilmiş son beklemektedir onları...”
Oyunun yönetmeni Şakir GÜRZUMAR. Başarılı bir iş koymuş ortaya. Romanı okuyan birisi olarak, uyarlama canlandırılan olayın aynısı diyebilirim. Bir defa kendisinden katmış sahneye. Dans kareografisinin disiplini yönetmenden geliyor! Sonra bolca insanın sahnede yer aldığını düşünürsek, sekteye uğramayan bir yaratım meydana getirmesi olağanüstü başarısıdır yönetmenin. Giysi Tasarım da Funda Çebi' ye takıldığım bazı durumlar soracağım: Oyun uzun zamandır sahnelerde. Peki o arada 2000'li yılları hissettiren dansçı elbiseleri de neyin nesi oluyor? Unutmamak lazım yıl 1930'lar! Işık çok güzel! Ersen Tunççekiç harika bir iş çıkarmış. Devlet Tiyatroları'nın ışık tasarımcıları güzel işler yapıyorlar. “Uçurtmanın Kuyruğu” adlı oyunda da Ankara DT'nin ışık başarısı göz önündeydi. Dans Kareografisi hoş. Ama bazı sahnelerde Sevgili Tülay Günal ve Durukan Ordu sahnenin belli bölümlerini kapadı. Dansçılar ikinci plandaymış gibi gözüktü.
Konu dansçılardan açılmışken kalabalık kadroyu teşkil eden kadroyu sıralayalım:
“Dansçılar/Hemşireler/Polisler:
Onur Uysal, Mert Fırat, Cenk Demirel, Aydın Şentürk, Serkan Ercan, Ömer Comba, Koray Kahraman, Yiğit Ersoydan, Gözde Baytaş, Gökhan Olcay, Özlem Sayın, Nur Kocabaş, Burak Aksoy, Nuray Kocabıyık Çırpıcı, Gizem Erden, Aykut Levent Özer, Ferdi Yıldız, Berfu Öngören, Şivan Binici, Ertuğrul Şakar, Özgül Sağdıç, Başak Anat, Ezgi Çağlar, Burcu Kazbek, Bahar Şenbahar, Mesure Süleyman, Sinem İslamoğlu, Halil Kızılöz, Alp Görbil, Ayhan Yurdakul, Emel Ahu Bora, Gülşah Tarım, Petek Arıbal
Bu kadar çok dansçı bir arada olunca oturduğum koltuktan birilerini seçmek gerçekten zor oluyor. Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, bazen aynı anda yapılması gereken hareketlerde sorun gördüm. Zaten konunun bağdaştırıcı noktası dans olunca ister istemez insan kendisini dans cümbüşünün güzelliğinin içinde buluyor.
Gloria rolündeki Tülay Günal bazen sekteye uğrayan dans gösterileri dışında başarılı. Kazanma hırsının irdelenişini iyi tahlil etmiş. Rolü kaldırıyor. Gayette başarılı. Dostum Durukan Ordu'yu yıllar sonra tekrar sahnede izlemek gerçekten heyecan vericiydi. Trabzon Devlet Tiyatrosu'nda çalışırken izlediğim birkaç oyununda kendisine hayran kalmıştım. Bu oyunda da karakterin hakkını vermiş. Onun yıllar önce yönettiği “Küçük Korku Dükkanı” adlı oyunda da üstün bir başarı vardı. Hiçbir zaman ödün vermediği disiplini ile bu işin altından başarı ile kalkmış. İstanbul'da yaşadığım yıldan bu yana onun gibi bir sanatçı izleme fırsatı bulamadım. Kendisi Türk Tiyatrosu için büyük bir kazanç!
Genel anlamda küçük sorunların yaşandığı oyunda, emeğin getirdiği başarı hakim. Sahneden boşalan terler nerdeyse izleyenin kalbine değecekti. İyi uyarlama, iyi yönetmen ve oyuncu kadrosuyla pekişince; keyifle izlenecek eleştirel bir oyun çıkmış ortaya!
Anahtar Kelimeler: Atlarıda Vururlar, ankara devlet tiyatrosu
0 Yorum