MAKALELER

Arslan Kaçar

2011.05.13 00:00
| | |
8389

28 Ekim-9 Kasım 2010 tarihleri arasında yapmış olduğum “İstanbul Söyleşi Turu”mun ilk durağı Şehir Tiyatroları Fatih Reşat Nuri Sahnesi idi...



 

    Çok yönlü bir sanatçımız: tiyatro-sinema oyuncusu, yönetmen-senarist-yazar-çizer  ARSLAN KACAR...
 
    28 Ekim-9 Kasım 2010 tarihleri arasında yapmış olduğum “İstanbul Söyleşi Turu”mun ilk durağı Şehir Tiyatroları Fatih Reşat Nuri Sahnesi idi.
Fuayede ilk söyleşi yaptığım çok yönlü bir sanatçımız ARSLAN KACAR.


2009-20010 Tiyatro sezonunda oynadığı oyun YÜZLEŞME. Oyunun yazarı ise yine kendisi. Yöneten Ali Karagöz. Rol arkadaşları: Perihan Savaş ve Samet Hafızoğlu. Benim İstanbul’da olduğum süre içinde denk gelmediği için oyunu maalesef seyredemedim.

 


 
   Oyunun yönetmeni Ali Karagöz oyunla ilgili şunları söylüyor:
 
    “Kalemine güvendiğim arkadaşıma, henüz günyüzü görmemiş bir oyun aradığımı ve elinde varsa okumak istediğimi söyledim. YÜZLEŞME! 1982-1985 yılları arasında zor koşullar altında (hapiste) yazılmış. Harika! Tam 28 yıldır sahnelenmesi içi, kütüphanesinde beni bekliyor. Birkaç küçük dokunuştan sonra; Bakıyorum günümüzde hala aynı sorunlar! Değişen bir şey yok! 20. yüzyılda yaşadıklarımızın, 21. yüzyılda da devam ettiğini görüyorum. Trajikomik durum “Gülerken düşündüren” nitelendirilmesi çok doğru! Bu oyundaki karakterler, kurgulanmış gerçek kişilerdir. Her türlü duyguyu (sevgi, nefret, kin, öfke, korku) içinde barındırıyor. Karamsarlık, toplumu çıkmaza sürüklüyor! Herşeye rağmen, insanoğlunun ayakta durabilmesi için umuda ihtiyaç var. İlk okuduğum günden, bugüne çok çabuk geldik. Şevkle çalışan bir ekiple beraberdim. Çok şanslıyım! İnsanın yaptığı işten haz duyması gerektiğini bir kez daha anladım..”

 


 
     1954 Elazığ / Kacar doğumlu olan ARSLAN KACAR, çok yönlü bir sanatçımız.
 
    Sanat’la ilgisi çok küçük yaşta başlamış; daha 11 yaşında YAKARIŞ adlı bir şiir kitabı basılmış. Daha sonra çeşitli gazete ve dergilerde resimli roman çizip, muhabirlik yapmış. 70’li yıllarda İstanbul Belediye Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nde Oyunculuk okumuş. Kenterler Tiyatrosu’nda başlamış profesyonel oyunculuk yaşamı. Erol Keskin, Beklan Algan, Çetin İpekkaya gibi ustalarla çalışmış. Yine aynı yıllarda Yılmaz Güney’le tanışmış, Güney Film’de oyuncu olarak çalışmalarını Zeki Ökten, Atıf Yılmaz, Memduh Ün, Osman Seden, Ömer Kavur, Tunç Başaran ve Zülfü Livaneli gibi Türk sinemasının ustalarıyla sürdürmüş. Oyunlar yazmış, asistanlık, yönetmenlik yapmış, belgeseller hazırlamış. Son olarakta PEPO KUŞU adlı bir roman yazmış. Yüce Devletimiz onu da birkaç yıllığına bazı misafirhalerinde (!) misafir (!) edip; ağırlamış...
Yani kısaca sanatın her dalında söyleyecek çok şeyi olan çok yönlü bir insan ARSLAN KACAR...
İlk önce kendi yazdığı ve oynadığı YÜZLEŞME oyunundan başladı sohbetimiz...

 


 
     YÜZLEŞME...
 
    Bu gecelere de hasret kalacağız. Karanlık dışarda zonkluyor. İnsanları seyrettim. Ellerini kollarını sallayarak dolaşan, bizlerden hiç mi hiç haberleri olmayan insanları... Hücrelerde kalanlarla önce seslerimiz tanıştı. Duyduğum seslere yüzler bulmaya çalıştım. Sesler yüzlerini buldu. Hiç biri, sesine yakıştırdığım yüz çıkmamıştı. Bitmez sandığın günler, ağır aksak da olsa bitiyor. Ülkelerle iletişim kurarcız da, yanıbaşımızdakilerle iletişim kuramayız. İnsanın ilacı yine kendisidir. Ağlamanın ölüme çaresi yoktur. Biletlerimizin, aynı yere kesildiğini bile bile kaçarız. Ölümü yaklaşan hastanın, çaresizliği gibidir korku. Korkunun lezzetini unuttum. Zamanın içinde sürüklenen insanlar, onların yüreklerinden geçenleri anlatan öyküler. Hüzünlü anılar, yaşamı irdeleyen basit sorular, kararsız ve korkak yolculuğun yüzleşmesi. Parayı bulma, ayakta kalabilme derdi... Aynanın yansıması, duvarda kelebek gibi uçuşuyordu. İnsanlar, hep kendine bir yoldaş, bir arkadaş, bir gönüldaş arar durur... Yaşanmışların damıttığı sözcükler harmanlandı. Anabas Balığı’nın korkusu, Çalpara Balığı’nın sabrı omuz verdi. Farklı kültürlerin, gelip gittikleri istasyonda konakladı. Arkadaşımın emeği ile YÜZLEŞME oyunu sahneye düştü...

 


 
     Bize ait olan bir köyde doğmuşum...
 
    1954 yılında Elazığ’ın Kacar köyünde doğmuşum. Bize, yani ailemize ait olan bir köyde dünyaya gelmişim. Babam ortaokul ikinci sınıftan ayrılmış. Daha sonra da zorlayıp ortaokul diploması aldırdık kendisine. Annemin ise okur yazarlığı yoktu. Okullarda yıl sonu müsamerelerinde çalışkan öğrenciler tercih edilir; verilen monologları veya şiirleri daha kolay ezberlerler diye. Ben de bu konularda hep istekliydim, çalışkan olduğum için her müsamerede vardım.
 
     11 yaşında şiir kitabım basılmıştı...
 
    Şiire meraklıydım. Yazar çizerdim. 11 yaşında iken, 1965 yılında, YAKARIŞ adlı bir şiir kitabım basılmıştı. Tabii yazdıklarım şiir mi, değil mi tartışılır. Kitap olarak 300 adet basılmıştı. O dönem Elazığ’da TURAN adlı bir gazetede şiirlerim çıkardı. Kitabım olsun istiyordum. Sanıyorum çocukça bir hevesti. 11 yaşında bir çocuğun yaşadıkları ne olur ki, onun tortularından şiirler çıksın ortaya. O yıllarda şiir yazmaya herkes meraklıydı. Ben de merak ve hevesten olacak ki yazmışım şiir denilen satırları.
 
     Şiir’den sonra tiyatro merakım... Keşanlı Ali Destanı...
 
    Babamın dayısı vardı. Her sene Elazığ’a ziyaretimize gelirdi. Onun gelişini hep heyecanla beklerdik. Çünkü o geldiğinde bize Köroğlu’ndan hikayeleri ve türküleri, hikayelerdeki karakterleri taklit ederek bizlere sabahlara kadar anlatır, büyülerdi bizleri. Sonra ortaokul döneminde Aydın’dan okulumuza atanan bir coğrafya hocamız vardı. O, 1964-1965 yıllarında İstanbul’da Keşanlı Ali Destanı’nı izlemiş. O oyunu okulumuzda yapmaya çalıştı. İşte ilk oynadığım oyun bu oldu. Bu oyundan önce bazı müsamerelerde şiirler ve monologlardan oluşan oyunlarda oynamıştım. Ancak bu Keşanlı Ali Destanı bambaşka bir oyundu. Birden Haldun Taner’in bir oyunuyla sahnede idik. Ki, o yıllarda Haldun Taner’in bu oyunu çok yankı yapan bir oyundu. Biz de coğrafya öğretmenimizin önderliğinde okulda bu oyunu sahnelemiştik Çok heyecanlanmıştık. Yine İstanbul’dan Elazığ’a tayin olan bir öğretmen Halk Eğitim Merkezi’nde bir tiyatro grubu oluşturmak için ilan vermişti. Tufan Sonmaz ağabeyimiz bizi toparladı ve “Vatandaş” adlı bir oyunu oynamıştık. Bu oyun daha önce, 1950’li yıllarda, Çetin İpekkaya, Genco Erkal, Arif Erkin ve Ani İpekkaya gibi usta oyunculardan oluşan grup sahnelemiş.
 
     Ustalarla tanışıyorum...
 
    Bizler “Vatandaş” adlı oyunu oynadığımız sırada, Elazığ’a “Üç Maymun Kabare” adlı tiyatro grubu turneye gelmişlerdi. Oynayacakları salonu görmek için Halk Eğitim Merkezi’ne geldiler. Biz de o sırada oyunun provasını yapmaktaydık. Bu oyuncuların içinde Volkan Saraçoğlu, Ercan Yazgan, Sinan Bengier, Selma Sonat... gibi ustalar vardı. Bu oyunculardan Volkan Saraçoğlu bana ilgi gösterdi. Bize tiyatroyu niçin yaptığımızı sordular. Devam etmek istediğimiz takdirde bize yardımcı olabileceklerini söylediler. Daha sonra liseyi bitirdiğimde yanlarına gitmiştim. 1970 yılında da onlara katılmıştım. O yıl “İki Kıza Bir Cımbız” adlı oyunu oynuyorlardı. Yılmaz Gruda oyunu yönetiyordu. Oyunda oynayanların arasında 17-18 yaşlarında genç bir oyuncu olan Müjde Ar vardı.
 
     Evlatlıktan rededilişim...
 
    Ailem tiyatro yapmama karşı çıkıyordu. Elazığ’a giden bir arkadaşımın benim bir tiyatroda çalıştığımı babama söyleyince, evlatlıktan rededilmeyle karşı karşıya kalmıştım. Tabii Anadolu’da tiyatro denilince akla pek iyi şeyler gelmiyordu. Ben de bu bakış açısının kurbanı olmuştum. Dolayısıyla tiyatroyu bırakmak zorunda kalmıştım. Çünkü onların bana verebilecekleri para 500 lira kadardı. Bu parayla kiralık ev bulma şansım bile yoktu. Apartmanları öğrencilere kiraya vermiyorlardı. 70’li yıllarda aile isen ancak ev kiralayabiliyordun. Yalnızsan bir de öğrenciysen kimse sana evini kiralamıyordu. Tiyatrodan vazgeçmek zorunda kaldım.
 
      İlk hapisliğim... Konservatuar...
 
    Tiyatro ve yazınla ilişkisi olmayan bir dört yılım geçti. Gözümü açtığımda Bayrampaşa Ceza Evi’ndeydim. Tamamen arkadaş ilişkilerinden kaynaklanan bir suçlamayla bir ay hapis yattım. O ara şimdi evli olduğum eşimle tanıştım. Onunla birgün Çemberlitaş’tan geçerken Belediye Konservatuarı’nı gördüm. Ki, ilk geldiğimde Milli Eğitim’e sormuştum: “Ankara’da konservatuar var, İstanbul’da da var mı?” diye. Bilgi verilmemişti o zaman. Okula gittim, sınava girdim ve kazandım. Her zaman minnetle andığım Melih Cevdet Anday, Sabahattin Kudret Aksal, Yıldız Kenter, Çetin İpekkaya gibi değerli hocalarım oldu.
 
     Çetin İpekkaya anlatıyor...
 
    1974-75 sezonu, İstanbul Belediye Konservatuarı’ndaki öğretmenliğimin altıncı yılı. O dönem konservatuara alınacak öğrencilerin imtihanındayız. Eğitmen kadrosu: Yıldız Kenter, Melih Cevdet Anday, Sebahattin Kudret Aksal, İncila Yar, Mürşide Evyapan, Seyyid Mısırlı ve ben. İmtihanın yarısına gelindi ve o an içeri alınacak öğrenci adayının adı okundu: Arslan Kaçar!.. Eskrim ve konsantrasyon öğretmeni Seyyid Bey “Yahu, bu ne biçim isim, hem arslan hem de kaçıyor” Deyince, önce hepimiz bir güldük. Bunun üzerine Sebahattin Kudret Bey “Belki sekreterlikte yanlış yazılmıştır, gelsin bakalım çocuk da anlayalım” diyerek bizi susturdu.
Ve Arslan içeri alındı.
Tabi, ilk soru : “Evladım adın ne?”
Arslan yanıt verdi: Arslan Kacar. Ailemiz KACAR boyundandır...”
O an sevdik bu delikanlıyı. İmtihanda da ne kadar yetenekli olduğu görülünce iyi bir notla okula kabul edildi. Konservatuardan mezun olup Şehir Tiyatroları’na katıldığı andan bu güne kadar ne denli cesur, ne denli özü sözü doğru ve ne denli insan sevgisiyle dolup taşan çok yönlü bir sanatçı olduğunu tüm tiyatro ve görsel sanat çevresi gördü ve onunla çalışmaktan sevinç duydu. Bizler de onun öğretmeni olmakla iftihar ettik.
 
     İlk profesyonel oyunum...
 
    1975 yılında Kenterler Tiyatrosu’nda “Kafesten Bir Kuş Uçtu” adlı oyun ilk profesyonel olduğum oyundur. Artık maaşlı bir profesyonel oyuncu olmuştum. Çetin Ağabey (İpekkaya) askerden geldiğinde beni Dram Tiyatrosu’nun marangozhanesine götürdü. Arkadaşlardan biri ona beniz çizimde becerikli olduğumu söylemiş. Akşamları da bu yerde tiyatro çalışmaları yapıyorduk. Daha sonra bu marangozhane Tepebaşı Deneme Sahnesi adını almıştı. Orada Beklan Algan sanat yönetmeniydi. Erol Keskin’de vardı. Yukarıda saydığım üç değerli hocaya üç hoca daha katılmış oldu. Çetin İpekkaya, bena tiyatro yolculuğunda ışık olmuş Beklan Algan ve kültür anlamında hiç çevremde benzerini görmediğim kültür adamı Erol Keskin. Benim biyolojik baba diyebileceğim kendi babam var. Onun dışında baba diyebileceğim iki insan var: Beklan Algan ve Osman Seden. Beklan Hoca ve eşi Ayla Algan, yurtdışında eğitim almışlardı. Bizim alıştığımız tiyatronun dışında, sahne yapısı, oynanış biçimi, yıllardır süren bir Stanislavski Methodu vardı, Epik Tiyatro ile yıkıldı. Epik Tiyatro’nun ne olduğunu kavramama öncü oldu Beklan Hoca. O bir tiyatro adamıydı; beyniyle ve oyunculuğuyla... Beklan Algan’ı maalesef kaybettik. Çok üzgünüm. Onun cenazesinde okuduğum bir metni sana veriyorum:
 
“BEKLAN ALGAN
 
YIL 1975...
 
ŞEHİR TİYATROLARINDA,YERİNDEN YÖNETİM DÖNEMİ.
KONSERVATUAR HOCAM ÇETİN İPEKKAYA, TEPEBAŞI’NDAKİ DRAM TİYATROSU’NUN, İKİNCİ YANGINDAN SONRA GERİYE KALAN MARANGOZHANE BİNASINA GÖTÜRDÜ.
BİNA DA OYNANAN ATSIZ OYUN’UN DEKOR PARÇALARI, AKSESUARLARI SESSİZLİK İÇİNDE BAKIYORLARDI.
 
ÇETİN AĞABEY, BEKLAN ALGAN, EROL KESKİN’LE TANIŞTIRDI.
TEPEBAŞI DENEME SAHNESİ HAZIRLIKLARINA, ÇIRAKLARI OLARAK KATILDIM. BEKLAN AĞABEYİN ASİSTANIYDIM ARTIK.
 
EROL AĞABEY, BEKLAN DEĞİL BEGLAN DERDİ.
ANLAMI BEY ÇOCUĞU DEMEKTİ.
BEGLAN.. NE KADAR DA YAKIŞIYORDU...
İLK GÜNLERİMİZDE BENİ GÜNEŞ DİYE ÇAĞIRIRDI.
GÜNEŞE BENZER BİR GÖRÜNTÜM YOKTU OYSA.
 
DEKORATÖR TURGUT ATALAY HOCA’NIN ÖNCÜLÜĞÜNDE, BİRİKETTEN YENİ BİR MARANGOZHANE İNŞAATI BAŞLADI.
HEPİMİZ İNŞAATIN İŞÇİSİYDİK. TEKNİK EKİP O DÖNEM TEPEBAŞI’NDAYDI.. ONLAR DA OMUZ VERDİLER..
MARANGOZHANENİN MESAİSİ BİTİNCE TİYATRO ÇALIŞMALARIMIZ BAŞLIYORDU. ATIK TALAŞLARI SÜPÜRÜP, İŞE GİRİŞİYORDUK.
ÇALIŞAN EKİPLE BİRLİKTE YİYORDUK. HARCAMALARI, BEKLAN AĞABEY CEBİNDEN KARŞILIYORDU,
 
YENİ MARANGOZHANE YAPIMI BİTTİ. SALON ARTIK BİZE KALMIŞTI.
KOCA SALONDA YANAN AMA SALONU ISITMAYA GÜCÜ YETMEYEN Bİ’SOBANIN, CILIZ KORUNDA SÜREN EDEBİYAT MATİNELERİ YAPIYORDUK. AKLIMA GELEN İLK ADLAR. ERCÜMENT BEHZAT LAV,
ÇETİN ALTAN, ATAOL BEHRAMOĞLU, AZRA ERHAT....
 
TİYATRO SALONUNU VAR EDEBİLMEK İÇİN, AYLA ABLAYLA DOLAŞMADIKLARI ZENGİN KALMADI. KİŞİSEL GÜCÜNÜ DE KATARAK.SALONA KALORİFER YAPTIRMA KOŞULLARI YARATTI. MASİS BEY, DÖNER KOLTUKLAR HİBE ETTİ.
 
BEKLAN AĞABEY’İN, BİLEĞİ KADAR YÜREĞİ DE CESURDU. KİMSENİN BAŞAMADIĞINI BAŞARDI. ÜLKEYE, ÖRNEĞİ OLMAYAN BİR TİYATRO KAZANDIRDI... TEPEBAŞI DENEME SAHNESİ...
ALTIN POST ÜÇLEMESİ PROVALARI BAŞLADI.
EKİP’E KATILAN BÜYÜKLERİMİ TANIMAYA BAŞLADIM.
 
1977 YILINDA METİN DENİZ’İN DEKORUNDA İLK OYUNUMUZ
CESARET ANA VE ÇOCUKLARI’NI OYNADIK.
AĞABEYLERİME ABLALARIMA RAĞMEN, BENİ OYUNUN NÖBETÇİ REJİSÖRLÜĞÜNE ATADI.
OYUNDA, BÜYÜKLERİMİZİN DIŞINDA, DÖRT GENÇ ARKADAŞ ROL ALIYORDUK. YANLIŞLARIMIZI GÖRDÜĞÜNDE, SOYUNMA ODAMIZDA NASİHATLAR ÇEKERDİ.
EDEBİYAT MATİNE’Sİ SÜRÜYOR DERDİK ARAMIZDA. AMA SÖYLEDİKLERİNİ KULAK ARKASI ETMEZDİK..
 
SONRA MARAT-SADE / GODOT GELDİ - SALOZUN MAVALI / BAHAR NOKTASI OYUNLARINI OYNADIK.
 
12 EYLÜL’LE BİRLİKTE, 40 KİŞİ 1402. MADDE GEREĞİ ATILDI.
BEKLAN AĞABEYLE, ATILANLARIN ARASINDAYDIK.
 
1983 YILI METRİS ASKERİ TUTUKEVİNDEYİM.
GÜNAYDIN GAZETESİ’NDE, TEPEBAŞI DENEME SAHNESİ’NİN YIKILDIĞI HABERİYLE YÜZLEŞTİM. KOCA BİR ÇUKURUN FOTOĞRAFIYLA TARİFİ İMKANSIZ ACILARA BULANDIM.
 
TAHLİYE OLUNCA BEKLAN AĞABEYİ, EROL AĞABEYİ BİLSAK’TA BULDUM. TAL, YANİ TİYATRO ARAŞTIRMA LABORATUARI ÇALIŞMALARI YAPIYORLARDI.
 
1989 YILINDA 1402. LİK OLANLAR TİYATROYA DÖNDÜ.
BEKLAN AĞABEY, TAL ÇALIŞMALARINI SÜRDÜRMEYE BAŞLADI.
 
TİYATRODAN İSTİFA ETTİĞİMDE, GÖRÜŞMEK İÇİN ARAYAN AĞABEYLERİMDEN BİRİYDİ. Bİ’TEK ONU KIRAMADIM. GÖRÜŞMEYE GİTTİM.
 
2000’Lİ YILLARA GELDİK. SIK SIK YÖNETİM KADROSU DEĞİŞMEYE BAŞLADI. YENİ YÖNETİMİN, HABER VERME GEREĞİ BİLE DUYMADAN, TAL STÜDYOSUNUN KİLİTİNİ KIRIP, AÇTIKLARINI DUYDUM.
BU TAVIR, BEKLAN AĞABEYİ ÇOK ÜZMÜŞTÜ. BEKLAN AĞABEYİN YANINDA, MUHATAPLARDAN BİRİYLE KONUŞTUM...
İHTİRASIN, UTANMAYI UNUTTUĞUNA TANIK OLDUM.
 
İKİMİZİN DE KÖPEĞİ VARDI. DOLAŞTIRMA SIRASINDA KARŞILAŞIR, TİYATRO KONUŞURDUK. BİR GÜN, BENİM ADIMI HATIRLIYOR MUSUN DİYE ESPRİ YAPTIM. HATIRLAMAZ MIYIM MUSTAFACIĞIM DEDİ.... GÜLÜŞTÜK.
HEPİMİZİN YAŞAMINDA, KAN BAĞIMIZ OLANLARIN DIŞINDA,
ÖNEMLİ YOL GÖSTERİCİLER OLMUŞTUR. BEKLAN AĞABEY, TİYATRO YOLCULUĞUMA IŞIK OLANLARDAN BİRİDİR.
 
Bİ’KUŞAK, UNUTULMANIN YOLCULUĞUNA HIZLA KOŞUYOR.
ÖNEMLİ BİR TİYATRO ADAMI OLAN BEKLAN AĞABEYİM DE, KOŞANLARA KATILDI.
BİR DEVİR KAPANIYOR.
DOSTLUĞUNU UNUTMAYACAĞIM, YİĞİT AĞABEYİM.
GÖRÜŞMEK DİLEĞİYLE.

 
Arslan Kacar - 27. 09. 2010”
 
     Ve 1402’lik oluşumuz...
 
    1980 yılına kadar her şey güzel güzel gitti. Çok hoş oyunlar oynadık. 12 Eylül’de “Bahar Noktası”nı hazırlarken bizim oyundan dört arkadaşımız 1402 Maddesi gereğince atıldılar. Bu atılmalar devam etti. Biri ben diğeri Çetin İpekkaya oldu. Beklan Algan, Savaş Dinçel, Taner Barlas, Macit Koper, Oben Güney... gibi yaklaşık 60 kadar oyuncu 8 yıl tiyatrodan uzak kaldık. Bu süre içinde ben yine üç yıl hapiste kaldım. Çıktıktan sonra da sinemaya başladım.
 
     Sinema çalışmalarım... Yılmaz Güney..
 
    İlk sinema çalışmalarım Güney Film adına başladı. Yılmaz Güney’i tanıdığım için fahri olarak yardım ediyordum; herhangi bir para karşılığı olmaksızın. Sadece geçmişten bir dostluğumuz olduğu için. Yılmaz benim sinemaya bağlantımın ilk mihenk taşıdır. Bizim kuşak Yılmaz Güney’in filmlerine gider, sinemadan çıkınca da Yılmaz Güney gibi yürürdü sokakta. Sinemayı biraz tanımaya başlayıp, bazı kitapları okuyunca, bu etkilenmemin sadece bize ait olmadığının farkına vardım. Bu Türkiye genelinde idi.Sinema sanatında bile etkilenmeydi. Çünkü o güne değin suratları, gözleri güzal insanların oynadığı sinemada, Ediz Hun’lar, Göksel Arsoy, Ayhan Işık gibilerin dışında, bizden biri, kaba saba, ilk bakıldığında çirkin, ama bütününe bakıldığında çok etkileyici idi Yılmaz Güney.. Birdenbire sinemanın içine girmişti. 1970 yılında İstanbul’a geldiğimde onunla tanışmak istemiştim. Muşlu Metin diye bir kabadayı vasıtasıyla tanıştım Yılmaz Güney’le. Heyacanlanmış, çok etkilenmiştim Yılmaz Güney’in karşısında. O günkü tanışma daha sonra Güney Film’de ilişkimizin sürmesine neden oldu. Yılmaz Güney’le ilgili ilk gün ne düşünüyorsam, aynı düşüncelerimi yine muhafaza ediyorum. Türk Sineması’nı dünyaya tanıtan insanlardan biridir. Metin Erksan’ın “Susuz Yaz”ı vardı. “Umut” filminin boyutunda değildi. “Umut” filmi birdenbire “Türkiye’de de Sinema Var!..”ı getirdi. 1977 yıllarında Yılmaz “Güney” dergisini çıkartıyordu. Ben de o dergiye kapak hazırlıyordum. Cezaevine, İzmit’e para götürmem gerekiyordu. Beni görünce çok şaşırdı, mutlu oldu. Düşman filminde oynamaya başladığım sırada, sene 1979, “Salozun Mavalı” adlı oyun için tekrar geri geldim. Oyunu Çetin İpekkaya yönetiyordu. Daha sonra Atıf Yılmaz’ın “Dolap Beygiri” ve “Talihli Amale” filmlerinde oynadım. Sadece para kazanmak, geçinebilmek derdiyle oynamıştım bu filmlerde. Sinema oyuncusu olmak diye bir amacım yoktu.
 
      Metris dönemim...
 
    Üç yıl süren Metris Cezaevi döneminde, hiç tiyatro görmemiş insanlarla tiyatro çalışmaları yaptım. “Keşanlı Ali Destanı”nı sergiledik. Daha sonra uzun bir dönem hem sinema hem senaryolarını yazdığım ve yönettiğim filmler oldu. Kültür Bakanlığı’na “İçimizden Biri Yunus” ve “Gönüller Sultanı Mevlana” adlı iki drama belgeseli yaptım. Kaynak Yayınları’ndan “Şafak Atı” adlı çocuk kitabım çıktı. 2008’de de “Pepo Kuşu” adlı bir romanım çıktı. 1930’dan 1990’a kadarki Türkiye’yi anlatan bir kitabımdır bu. Amacım Türkiye’nin bir sürecini anlatmaktı. Çağıma bir tanıklık etmeye çalıştım.
 
      Türk Sinema ve tiyatrosu...
 
    Türk Sineması için, bir ara seks furyası nedeniyle bitti denilmişti. Sonra kendi külleriyle yine alevlendi ve dönemine göre filmler yapıldı. Politik filmler, köylü filmleri gibi... Son senelerde de film çekenler çoğaldı. Bunda yeni teknolojinin büyük rolü var. Ufacık kameralarla, hatta cep telefonlarıyla film çekenler var. Montajını da bilgisayarlarla yapıyorlar. Bu iyi mi, kötü mü? Bence bir şeyin çoğalması iyiyi bulmanın yolculuğudur. Mühim olan o yolculuğun sürdürülmesidir. Bizde bir film yapıp ta kaybolan yönetmenler ve oyuncular var. Tiyatro da aynı şekilde.Tabii biz biraz ayrıcalıklıyız. Gişe derdimiz yok, salon sorunumuz yok; ödenekliyiz. Devlet Tiyatrosu da bizimle aynı koşullara sahip. Ancak dışarıdaki tiyatrolar ister istemez kadrosunda ya bildik isimleri, ya da medyatik oyuncuları seçiyorlar ki, ilgi çekebilsinler. Tiyatro genel olarak zor durumda. Devlet özel tiyatrolara yardım etmeli. Ancak proje seçimlerine müdahale etmemeli. Bir sistem içinde özgür olmalı özel tiyatrolar. Bir de yardımı dağıtanlar tiyatroyu bilen ve tiyatronun içinde olan kişilerden seçilmeli...
 
     Oynadığım ve yönettiğim oyunlardan örnekler...
 
    2010- Arslan Kacar/Ali Karagöz-Yüzleşme, 2007-Arslan Kacar / Arslan Kacar-Düş ve Klarnet, 2004- Cahit Atay/Mustafa Arslan-Sultan Gelin, 2003 - W.Shakespeare - Ali Taygun, Macbeth, 2002 - Nazım Hikmet - Rutkay Aziz, Memleketimden İnsan Manzaraları, 1997 -Joseph Kesselring - Çetin İpekkaya, Ahududu, 1996 - Sofokles - Cüneyt Türel, Kral Oidipus, 1994 - Nazım Hikmet - Macit Koper, Aslolan Hayattır, 1990 - Erkan Akın - Macit Koper, Deli Eder İnsanı Bu Dünya, 1985 - Haldun Taner - Ergin Orbey, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, 1982 - Turan Oflazoğlu - Engin Uludağ, Deli İbrahim, 1981 - Fuat İşhan - Bayrak Böyle Yükseldi , 1980 - Can Yücel’in W. Shakespeare’den Uyarlaması - Başar Sabuncu, Bahar Noktası, 1980 - Emenuel Robles - Erol Keskin, Montserrat ,1979 - Cengiz Gündoğdu - Burçin Oraloğlu, Karar, 1979 - Peter Weiss - Çetin İpekkaya, Salozun Mavalı, 1978 - Peter Weiss - Beklan Algan, Marat - Sade, 1977 - Ergin Orbey - Kurtuluş Savaşından Belgeler, 1977 - B.Brecht - Beklan Algan, Cesaret Ana Ve Çocukları, 1975 - Çetin İpekkaya, Kağıthane Sefası , 1975 - D.Wasserman - Yıldız Kenter, Kafesten Bir Kuş Uçtu
 
      Film çalışmalarımdan bazıları...
 
    Cenneti Beklerken – 2005, Çamur – 2002, Sır Çocukları – 2002, Melekler Evi – 2000, Akrebin Yolculuğu – 1997, Mum Kokulu Kadınlar – 1996, Yer Çekimli Aşklar – 1995, İz – 1994, Uzun İnce Bir Yol – 1991,Ahmet Hamdi Bey Ailesi – 1991, Gizli Yüz-1990, Ölü Bir Deniz – 1989, İçimizden Biri: Yunus Emre – 1989, Gönüller Sultanı Mevlana – 1989, Sis – 1988, Anayurt Oteli – 1987, Gece Yolculuğu – 1987, Utanç Yılları – 1987, Hacer Ana ve Oğulları – 1987, Çalıkuşu – 1986, Körebe – 1985, Tatlı Bülbül – 1985, Çıplak Vatandaş – 1985, Dolap Beygiri – 1982, Talihli Amele – 1980, Düşman - 1979
 
     Yeni oyun, proje...
 
    Yüzleşme oyunumuz sürüyor. 2010 yılı Nisan ayı sonu Fatih Reşat Nuri Sahnesi’nde başlamıştık. Yine 2011 Nisan sonu oynayıp, sezonu kapatacağız. MİHENK adlı bir oyunumu repertuar kuruluna verdim. Sonucu bekliyorum.

Anahtar Kelimeler: arslan kaçar



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir