MAKALELER

Tiyatro Felsefesi 2

2019.12.02 00:00
| | |
7147

Trafikte arabanla giderken her gün bildiğin yoldasın, birden karşına biri çıktı ezip geçecek misin?

Tiyatroda Ezber Sorunu Ya da Yayalara Öncelik 
Tiyatro yaşayan bir sanat dalıdır. Ezberin eziciliğini bir kenara atmak lazım çünkü o yoğun provalar sayesinde istesen de unutamayacağın çocukluk anıların gibi bir yerde gelip seni bulacaktır. Trafikte arabanla giderken her gün bildiğin yoldasın, birden karşına biri çıktı ezip geçecek misin? İşte ezberin eziciliğini kabaca bu örnekle anlatabiliriz. Tiyatro yaşayan bir sanat dalıdır. Diyaloglarımızı ezber cenderesinde, hem yanımızdaki rol arkadaşımızı hem de seyirciyi öldüren bir monoloğa dönüştürmemeliyiz. Trafikte giderken çevremize bakmalıyız. Bir anda karşımıza çıkana bakmalıyız. Ya çarptıysak? Diyelim çarptık. Bırakıp kaçacak mıyız? 


Örneğin bu denli ürkütücü bir benzerlik üzerinden verilmesi ezberin kıyıcılığına önem veren oyuncuyu derinlemesine tanıma-tanıtma isteğim. Ezbere bu kadar hapsolmuş, kendini monolog kafesiyle izole etmiş ya da kendince parlatmış oyuncunun genel anlamda rolü ile ilgili bir sorunu vardır. En baştan rolünü sevmiyordur, rolü üzerine düşünmemiştir, rolünü geliştirmek için araştırıcı bakış geliştirmemiştir, merak etmez, görev duygusuyla yaklaşır. Ya aşırı özgüven ya da özgüvensizlik. Her ikisi de aynı noktaya getirir. Ya korkudan monolog ya megalomaniden. Her ikisi de tek başına çalıp oynamaya, trafiği tıkamaya neden olur. Çünkü tiyatronun sihirli sözcükleri denge ve ölçüdür. Paylaşmak ve etkileşimdir. Ne hissediyorsak seyirciye o yansır. Oynamaktan duyduğumuz sevinç mi? Paylaşmaktan duyduğumuz sevinç mi? Korku mu? Paylaşmaktan duyduğumuz kıvanç mı? Bir arada oluşumuzun, birbirimizi dönüştürüyor oluşumuzun masalsı büyüsü mü? Eğer rolü ile kurduğu ilişki korku ise oyuncu o rolü hemen bırakmalıdır çünkü geliştirecek yakınlığı hissedemez. Eğer çocuk oyuncağı ne de olsa yaparım, küçümsemesi ise hemen bırakmalıdır çünkü gerekli özeni gösteremez heyecan duymadığı için. 


Ezber tırını bir kenara atın. Ezip geçmeyin. Trafiğe yol açın. O da yaşıyor senin gibi. Ona el ver. Paslaş. Yaşatarak yaşa etkileş, oluştur. Yoksa ne anlamı olur oyunun. Oyun çünkü her seferinde hem seyirci için hem oyuncu için hem ışıkçı müzikçi için bir maceradır. Oyunda dekor yaşar, kostüm yaşar, nefes alır? Niçin? Yaşattığı için. Gerektiğinde diğer tiyatro etmenleri gibi hem sözle hem bedenle susmayı bilmeliyiz. Sessizlik yaşatır. Işığın görülebilmesi için oluşacak karanlık için sessizliğe ihtiyaç vardır. Bu bir düşüş değildir. Sessizliğin dinamizmini tecrübeli her oyuncu bilir. 


Acemi bir şair bir gün usta bir şairin yanına gider (Borges olabilir) ona şöyle der:  “Ben de sizin gibi şair olmak istiyorum. Ne yapabilirim?” Usta şair ona şöyle söyler: “Git şimdiye kadar yazılmış bütün şiirleri oku, ezberle. Sonra da hepsini unut. İşte o zaman gerçek bir şair olursun.”  Tiyatroda metnin işlevi için güzel bir örnek. Metin bize içsel bir oluşum sağlar. Metin de diğer tiyatro etmenleri gibi bir araçtır. Metin sayesinde içsel refleks geliştiririz. Ortadan kalksa bile yerine konulacak olan kendiliğinden gelir, çünkü işin iskeletini kalıbını öğrenmişizdir. Bu kalıp henüz yazarın onları yazarken düşündüğü karanlığa aittir ve tam da bu yüzden ezberi ortadan kaldıran kişi yazarın o ilk heyecanı ile buluşur. Yaşlı bir adamın bir çocuğun elinden tutması gibi. Ve böylece insan tamamlanır. O ilk heyecan bir olgunlukla buluşmuştur. Rol yapmak değil de hayat kadar gerçek bir şey böyle oluşur. 


Metin kanaviçedir. Kanaviçe tüm provalar boyunca işlenir ve oyunda kanaviçe sökülür. Geriye kalan nakış oyundur. Hep birlikte, seyirci ile birlikte sökülür. Bütün hazırlıklara emeklere rağmen oyunun bir yapı bozumu olduğunu oyundan sonra dekoru toplayan herkes bilir. 


Bunun yanında metnin doğrudan oyunun kendisi olduğu oyunlar da vardır elbet. Orada sözcükler eylemdir. Oyuncu sözcüklerdeki hareketi araştırmalıdır. Oyun imkânlarını. Hareket için sonsuz olanak demektir sözün ön plana çıkarılmış olması. Doğru duyguyu bulmak için duyulan heyecanla tamamlanan bir fotoğraf vardır. Ancak burada da yöntem değişmez. Ezberleyip unutup yeniden hatırladığımızda kavuşmayı yaşatırız. Seyirciye de bu acarlığı yaşatırız. Konuşma örgüsünün büklümlerindeki yaşarlığı… Bir yandan rolümüz sürüp giderken bir yandan da rol arkadaşımızla oluşturduğumuz ortak geçmişin, arkadaşlığın, paylaşmanın, sevginin yaşarlığını. 

Anahtar Kelimeler: tiyatro felsefesi



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





TİYATRONLİNE

E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir