MAKALELER

Sondan Sonra : Bir Kıyamet Masalı

2016.02.23 00:00
| | |
3481

Tiyatro soytarıların alanı değildir. Beş sezondur bu oyunu oynuyoruz.



 

“Tiyatro soytarıların alanı değildir. Beş sezondur bu oyunu oynuyoruz. (Kendini işaret ederek) Bu sevimli faşistle bir şeyler anlatmaya çalışıyorum. Umarım doğru anlatmışımdır. Bu gece hayatımın en zor oyununu oynadım. Bu gün 100 kişi öldü ve yüzlerce kişi yaralandı ve biz bir an oyunu iptal etmeyi düşündük ama sonra seyirciyi, sizleri düşünerek bundan vazgeçtik. Teröre ve korku toplumu yaratmaya çalışanlara karşın bu gece buraya geldiğiniz ve bizleri izlediğiniz için burada olmaktan gurur duyuyorum.” Emre Kınay bütün samimiyetiyle  duygularını paylaşırken tüylerimiz diken diken onu ve Ahu Türkpençeyi ayakta alkışlıyoruz. İzmir Bostanlı Suat Taşer Tiyatro salonu ağzına kadar dolu. Seyirciler ayakta deli gibi alkışlıyor. Hayır efendim !!! Hiç kimse bizi evlere hapsedemeyecek. Korku imparatorluğu kurup sindiremeyecek. Bombalar patlayacak diye insanca yaşamaktan, direnmekten, sanattan ve tiyatrodan vazgeçmeyeceğiz. Bu gece izleyici verdiği destekle bunu gösterdi.


“Sondan Sonra” tam da bugünü anlatıyor. İç savaşın sınırlarımızı zorladığı, bombaların patladığı, kaosun, terörün, korkunun gündelik hayatın bir parçası olduğu günümüze mükemmel bir gönderme. Nükleer savaş, yıkım, korku, dehşet ve sıkışmışlık, kapana kısılmışlık hissi. “Ben hep senin iyiliğini istiyorum” paketiyle ambalajlanmış faşist bir anlayış oyunun temelini oluşturuyor. Duru Tiyatronun sahneye koyduğu “Sondan Sonra” İngiliz yazar Dennis Kelly’nin kaleme aldığı ve ilk kez 2005 yılında Londra’da Bush Theatre’da sahnelenen bir eser. Füsun Günersel’in dilimize kazandırdığı oyunu Emre Kınay yönetiyor. Başrollerini Emre Kınay ve Ahu Türkpençe’nin paylaştığı oyun baştan sona bir sığınakta geçiyor.


Mark’ın anlattığına göre korkunç bir nükleer saldırı olmuş, binalar yıkılmış, herkes ölmüş, her yer toz bulutuyla kaplı. Yani dışarısı güvenli değil. Mark çok iyi bir insan olduğu için Louis’i bu felaket sırasında bulmuş ve bir zamanlar alay konusu olduğu bu sığınağa getirerek hayatını kurtarmış. Yani bu durumda Mark bir süper kahraman oluyor. Supermen gibi bir şey. Bütün bu hikayeyi Mark’ın ağzından dinliyoruz. Bizim bir şeyler gördüğümüz filan yok. Louis de görmedi. Çünkü gözünü sığınakta açtı. Olayın şokunu yaşadığı için henüz beyni çalışmıyor. Yani gerekli soruları zaman ilerledikçe sormaya başlayacak. Süper kahraman, iyi kalpli (!) Mark’ın gerçek yüzünü yavaş yavaş keşfedecek. 

   

 

Oyun ilerledikçe sözde demokrat, insan haklarına saygılı, çevreci görünen Mark’ın faşist yüzü açığa çıkar. Üstelik mazereti de hep aynıdır. “Ben senin iyiliğini istiyorum. Bütün bunları hep senin iyiliğini istediğim için yapıyorum” Giderek mide bulandırıcı bir hal alan bu “iyiliğini düşünme” durumunu şöyle açıklar. “Bu saldırıyı yapanlar mutlaka sakallıdırlar. Güçlü ve iyi toplumlar dünyadaki zayıf toplumları onların iyiliği için kontrol etmelidir. Biz gücümüzü yeterince iyi kullanmadık. Teröristlere daha katı davranmak şart". Louise şok olur. “Sırf  birilerinden şüphelendiğin için insanları rasgele tutuklayamazsın Mark” diye itiraz edecek olur. Mark “otorite ağzıyla”  söylevine devam eder. “Bütün sınırları kapatılmalı ve bazıları da hapse atılmalıdır” Louise bu kadarına dayanamaz. “Ama buna faşizm denir”. Mark’ın yanıtı düşündürücüdür. “Savaştayız !” Louise’in ayaklarının suya erdiği an bu andır. Kiminle savaştayız? Düşman kim? Neler oluyor? Mark sen iyi misin? Tanrım ben kiminle bu sığınakta kısılıp kaldım? Binlerce düşünce aklından geçerken sorgulayan bir yüzle Mark’a dönüp bir kez daha bakar ve ne yapıp edip dışarı çıkmanın bir yolunu bulmaya karar verir.  


Mark’a göre, her şey toplumun iyiliği için yapılıyor ! Maalesef Louis de bu iyilikten kendine düşen payı alacaktır. Mark’ın tek taraflı ve hastalıklı aşkına karşılık vermeyen Louise aç bırakılmakla cezalandırılır. Aslında bu aç bırakılma durumu hep Louis’in iyiliği için yapılır. Mesela sığınaktaki radyo sadece Mark istediği zamanlarda açılır. Louise sorar. “Mark, radyoda nükleer patlamaya dair hiçbir şey olmaması seni rahatsız etmiyor mu?” Radyoda sanki her şey normalmiş gibi bir yayın akışı vardır. Mark her soruyu geçiştirerek yanıtlar. “Çok olumsuz davranıyorsun. Sadece şurada üç gün geçti.” Louise kendi kendine söylenir. “Sanki üç yıl gibi !” Saplantılı ve çocukça isteklerle Louise’i bunaltır. “Hadi, Zindanlar ve Ejderhalar oyununu oynayalım”. Ret cevabı alınca saldırıya geçer. “Francis istese bu oyunu oynardın ama değil mi?” Ve Mark’ın istekleri dayanılmaz boyutlara varınca, Louise artık sığınaktan dışarı çıkmak ve dış dünyayı kendi gözleriyle görmek ister. 
    

Kısa bir süre içinde yetersiz, aşağılık kompleksi altında ezilen Mark ile paylaştığı sığınak bir kabusa dönüşür. Mark’ın ve Louise ile olan ilişkisinde faşist baskının insan üzerinde yarattığı korkunç baskıya da tanık oluruz. Bireysel   ilişkilerle, ülkeler arasındaki ilişkilerin benzerliği şaşırtıcı boyutlarda. Aşağılık komplesi içinde ezilen Mark’ın üstünlüğünü kabul ettirebilmek için Louise’i açlığa mahkum etmesi tıpkı gücü elinde tutan zengin ülkelerin üstünlük taslayarak yoksul ülkeleri açlıkla terbiye etmeye kalkışması gibi. “Burası benim sığınağım. Bu yemekler benim yemeklerim. Bu radyo benim radyom!” İyi de Louise bu sığınağa kendi özgür iradesiyle isteyerek gelmedi Mark. Gözünü bu izbe sığınakta açtı. Üstelik ona sürekli olarak ne kadar büyük bir iyilik yaptığını bıktırıcı bir sıklıkla tekrar etmen de bu soruyu gündeme getiriyor. Gerçekten de bu sözde iyiliği Louise için mi yaptın? Louise senden iyilik yapmanı  hiç istemedi. Senin derdin ne Mark? Üstelik radyo neden sadece senin tekelinde? Neden radyoda kimse nükleer patlamadan söz etmiyor? Yoksa bu sözde nükleer patlamadan kimsenin haberi yok mu? 


Çelişkilerle dolu, bencil, hep haklı çıkmaya çalışan, tutarsız, ezik ve çocuk ruhlu Mark Louis’in hayatını cehenneme çevirir. “Dört gündür açım ve bana yeterince yemek vermiyorsun Mark! Gerçekten, dışarıda ne var?” “Söyledim ya, taş, toz, yıkılmış binalar var, cesteler var, radyasyon var !” “Mark ben hiçbir şey görmedim. Sadece senin anlattıkların var !” 


Gerçeğin açığa çıktığı an. Mark ne yapacağını bilmez. Sığınaktan çıkmak için kapağı açmaya çalışan Louise’e saldırır, boğazını sıkar ve onu ranzanın demirine bağlar. Aslında dışarıda nükleer patlama filan yoktur. Eğer dışarıda gerçekten bir nükleer patlama olmuş olsa bunca zaman nasıl hala musluktan su akmaya devam eder, elektrikler çalışır, radyo yayınları normal akışını sürdürür? Mark bunu Louise neden yapıyorsun? Yanıt çok acıklıdır.  Mark yalvaran bir ses tonuyla “Louise beni sevdiğini söyle” der.  
    

11 Eylül saldırısı sonrasında paranoyak bir yer halini alan dünyamızda, iki kişinin ilişkisi üzerinden özgürlük, ileri demokrasi, faşizm gibi kavramları bir kez daha görürüz. Bireysel şiddet önlenebilir mi? Bizi bazı davranışları yapmaya ne iter? Şiddet döngüsü değiştirilebilir mi? Şiddet gören Louise acıyla haykırır. “Söyle Mark, ben bana benziyor muyum?”  Her şiddet haberiyle içimiz acırken, terör saldırılarıyla kaybedilen her insanla birlikte yüreğimiz kanarken söyleyin biz bize benziyor muyuz? 


Canlandırdığı Louise karakteriyle 2011 yılında Afife Jale “en başarılı kadın oyuncu” ödülünü alan Ahu Türkpençe unutulmaz bir portre çiziyor. Özgürlüğü için mücadele eden Louise hafızalara kazınırken Ahu Türkpençe harika oyunculuğu ile ayakta alkışlanıyor.


Emre Kınay Mark’la sahnede bir efsane yaratıyor. Hayat verdiği Mark karakteriyle 2010 yılında Çırağan Lions “en iyi erkek oyuncu” ödülüne layık görülen sanatçı unutulmaz bir oyuna da imza atıyor. Emre Kınay hem mükemmel oyunculuğu hem de başarılı rejisiyle ustalığını bir kez daha konuşturuyor. Sevimli bir faşisti elle tutulur bir halde önümüze koyarken çevremizdeki faşistleri düşünüyoruz. Hayatımızda kaç faşist var? Louise gibi onlara karşı koyabiliyor muyuz? Emre Kınay seyircilere binlerce soru sorduruyor. Ve tiyatro işini yapıyor. Soru sorduruyor, düşündürüyor ve bir farkındalık yaratıyor.  


Oyundan çıkarken kulağımızda bir cümle çınlıyor. “İyilik adına gücünü kullanmak toplumsal ya da bireysel süreçte faşizmi yaratır”. Çevremizde kaç tane Mark var? Hayatınızda kaç tane Mark var? Bu sözde “iyilik sever” faşistlerin bize böyle davranmalarına izin verecek miyiz?

Seval Deniz Karahaliloğlu

Anahtar Kelimeler: sondan sonra, duru tiyatro



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





TİYATRONLİNE

E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir