MAKALELER

Kavram Karmaşası ve Kaçınılmaz “Çirkin”lik

2012.10.28 00:00
| | |
4930

Metin Belgin’in yönettiği "Çirkin" adlı oyundan çıkınca, ben de bu deyimi anımsıyorum...

 

 

“Eğlendirirken düşündürmek” klişesi hem komedi öğeleri barındıran hem de sizi belli bir konuda kafa yormaya teşvik eden oyunlar için sıkça kullanılır. Devlet Tiyatrosunun bu sezonki yeni oyunu, Marius von Mayenburg’un yazdığı ve Metin Belgin’in yönettiği “Çirkin” adlı oyundan çıkınca, ben de bu deyimi anımsıyorum.

 

Yüzeysellik, Dış Görünüş ve Modern İnsan

“Çirkin” modern dünyada dış görünüşün önemi ve bununla birlikte gelen yüzeyselliğe dokunuyor. Modern dünyanın görselliğe verdiği önemin her şeyin temeli olması sonucu, üretkenliğin bir öneminin kalmadığı, başarının fiziksel beğeni ile doğru orantılı olduğu bir dünya ile karşı karşıyayız. Ürettiklerinin pazarlanması patronu tarafından yasaklanan, karısının bile beğenmediği “çirkin” Lette’nin, bu duruma estetik ameliyatla son vermesiyle başlıyor her şey.  Sonuç inanılmaz. Karısı bile yüzüne bakmazken, şimdi herkesin ilgi odağı olmuştur. Artık üretmesine bile gerek kalmamıştır. Bundan sonra “prezentabl” olduğu için artık sunmaya ve pazarlamaya yönlendirilmiştir. Buraya kadar iyi görünür her şey. Fakat tıpkı her baktığımız yüzde kaydırak burunlar veya aynı anlamsız ifadeler gördüğümüz gibi, onun yüzü de bir süre sonra artık her yerde olmaya başlar. Herkes ona dönüşür, ya da onun dönüştüğü yüze. Bireyselliğin, tek ve biricik olan bireysel özelliklerin, yaratıcılık ve üretkenliğin bir hiç olduğu, herkesin tek bir güzellik normuna uyup ideali estetikle yakalamaya çalıştığı yüzeysel bir dünya resmediliyor. Bu da ironik bir dille ve akıcı bir ifadeyle anlatılıyor. Tanıdık gelmiştir elbette bu dünya. Hepimizin kanıksadığı, görüntümüzle gereğinden fazla haşır neşirken, o görüntünün içini ne kadar doldurduğumuzu hiç de önemsemediğimiz bir dünya. Herkesin aynada güzel bir yüz görmek için, bireyselliğini ve üretkenliğini feda ettiği bir yer.

 

Yönetmen Kimdir?


Fakat bana düşündürdüğü şeyler bununla sınırlı değil. Kapıldığım en önemli düşünce yönetmen/yazar ilişkisi. Tiyatroda belli bir görevi veya işlevi gerçekleştiren bir kimsenin, diğer bir işlevi yerine getirebilmesi her zaman mümkün olmaz. Bu yüzdendir ki oyunculuk, yazarlık ve yönetmenlik birbirinden bağımsız üç işlevdir. Ya da teknik açıdan kostüm, dekor ve ışık rejisi yapan kişiler aynı insanlar değildir. Uzun lafın kısası, aklımdaki soru şuydu: Yönetmen kimdir, işlevi nedir?

Bir çoğumuz bu sorunun cevabını ezbere biliyoruzdur. Değinmek istediğim, yönetmen oyuncuya sadece mizansen veren kişi değildir. Yönetmen yapılan oyun analizi/incelemesi (dramaturji) sonrası, metni hangi açıdan ele alacağına karar verir. Buna göre hangi kısımları vurgulaması, hangi kısımları üstünkörü geçmesi veya hiç ele almaması gerektiğine karar verir. Bir bakış açısı seçer ve bunun üzerinden bir reji oluşturur. Bu rejiyle bize oyunu kendi bakış açısı ve yorumuyla sunar. Tiyatro belli bir dönem oyuncu tiyatrosu, belli bir dönem ise yazar tiyatrosu, daha sonra da yönetmen tiyatrosu olmuştur. Örneğin yazar tiyatrosu iken, önemli olan yazarın metinde neyi anlattığı ve onun ne demek istediğiydi. Yönetmen metni istediği gibi biçimlendirip bambaşka bir şekilde yorumlamazdı. Yönetmen tiyatrosu dediğimiz ise, özellikle klasik eserleri değişik bakış açılarıyla yorumlayan (bkz. Peter Brook), yazardan bağımsız olarak ikinci bir yazar ve yorumcu olan yönetmenin ağırlığının artmasıydı. En az metin kadar önemli bir faktör ve öğe haline geldi yönetmen.

 

Bizde ise nedense bu anlayış oturmamış. Oyunculuktan veya herhangi bir alandan yönetmenliğe geçiş çok doğal bir süreç, belki de bazıları tarafından yönetmenliğe giden tek yol olarak görülmüştür. Bir metni yorumlayan ve yönetmenliği gerçek anlamıyla icra eden kişiler maalesef çok sayıda değil. Durum böyle olunca izlediğimiz bazı oyunlar, eldeki metnin belli karelerle bize aktarılmış hali oluyor. Ortada bir yorum ve bir perspektif yoksunluğu görülüyor. Metin kendine odak noktası seçmemiş; neyi vurguladığı, neyi anlatmak istediği anlaşılmıyor. O prodüksiyonun “derdi”nin ne olduğu bilinmiyor. İşin kötüsü bu bilgiden yoksun olan sadece seyirci değil yönetmenin kendisi de. Tabii ki bazı oyunlar ve yönetmenler için geçerli bu. Ama maalesef, özellikle Devlet Tiyatrosunda, çoğu zaman gördüğümüz oturmamış bir yönetmenlik anlayışı. Bu da rejisel açıdan çok zayıf oyunlar izlemek zorunda bırakıyor bizleri. 

 

Belgin’in şansına oyunun metni, yani yazarı,  neyi vermek istediğini çok iyi biliyor.


Ancak yönetmen bunun neresinde duruyor sorusunu soramıyoruz çünkü yönetmenden tek bir iz dahi bulmak mümkün görünmüyor – mizansenler dışında. İzlerken kafamdan geçen şey rejisel olarak oyunun üzerine ne kadar çok şey eklenebileceğiydi. Sebebi ise oyunun modern insana çok yakın ve tanıdık bir konu olması ve metnin buna olanak sağlamasıydı. Ancak oyunda rejisel olarak, olay örgüsü dışında, hiçbir devinim yok. Özellikle bu tür olay örgüsü olan oyunların son sahnesinde bu bakış açısı ve odak noktası çok rahat verilebilecekken, bu kadar zayıf bir final hayal kırıklığı yaratıyor.

 

Teknik açıdan “Çirkin”


Oyunda her oyuncu iki karakteri canlandırıyor, başroldeki “Çirkin” karakteri canlandıran Tahsin Tolga Evren dışında. Biçim açık olduğundan bu tip oyunlarda bir aksesuar, bir ışık veya kostümle, mekân ve karakter değişimini vurgulamak çok kolay. Ancak ne aksesuarda, ne kostümde ne de ışıkta, oyundaki bu devinimin izini bulmak mümkün değil. 

 

Bu karakter ve atmosfer değişimini tek alabildiğimiz unsur oyunculuk. Oyunculuklarda karakter değişimlerini çok net bir şekilde anlamak mümkün. Lette’nin karısını canlandıran Simay Tuna, özellikle ses kullanımıyla bu geçişi seyirciye aktarıyor. Musa Şamil Kafkas da bu değişimi net bir biçimde ortaya koyuyor. Lette’nin iş arkadaşı rolünde biraz sönük kalan Kafkas, eşcinsel karakterinde, bazı kalıplardan uzak duran abartısız oyunculuğuyla daha başarılı bir portre çiziyor. Hem müdür hem de estetik ameliyatı gerçekleştiren doktor rollerinde Nişan Şirinyan var. Şirinyan’ın iki karakteri arasındaki fark çok fazla belli olmuyor. Dolayısıyla repliklerden başka karakterleri ayırt edecek bir unsur kalmıyor elimizde. Ama genel olarak rahat ve doğal –ki Devlet Tiyatrosu’nda çok az bulunur bir özellik- oyunculuğuyla dikkat çekiyor ve kendini izlettirmekte zorlanmıyor. Başroldeki Evren ise, kendi karakterinin yaşadığı değişimleri, oyunun başından sonuna kadar belli noktalarda geçirdiği dönüşümleri, bir oyuncu olarak çok iyi analiz etmiş. Titizlikle yaptığı bu çalışmayı da sahneye ve izleyiciye aktarmayı başarmış. Her noktada, her yükseliş veya düşüşte, her duygu geçişinde orada ne olduğunu çok iyi biliyor. Ve bunların hepsini bir bir yaşayarak, seyircinin neredeyse görebildiği o iç aksiyonuyla kendini izlettirmeyi başarıyor. Bir oyuncunun ne yaptığını bildiği, karakterinin her noktasını incelediği ve yaptığı işe sahip çıktığı sürece takdir kazanması kaçınılmaz. 

 

Genel olarak bakılınca, maalesef “Çirkin” rejisel ve teknik eksikliklerden dolayı, üzerine yeterince eğilinmemiş hissi uyandırıyor. Zengin bir metin ve iyi bir oyunculuk, içinde bunlar dışında birçok öğeyi barındıran ve değerlendirme için birçok kıstasın bulunduğu bir performansı ortalamanın altından kurtarmaya yetmiyor. 

Anahtar Kelimeler: çirkin, istdt, istanbul devlet tiyatrosu



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





TİYATRONLİNE

E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir