MAKALELER

Ermişler ya da Günahkarlar - İzmir Devlet Tiyatrosu

2018.01.02 00:00
| | |
5753

Dönüp dolaşıp, dallanıp budaklanıp aynı yere gelmek tekrar tekrar...

 

Günümüzün seyircisi kim? İzmir Devlet Tiyatrosu’nun, Ermişler ya da Günahkârlar oyununu izlerken yeniden düşündüm. Günümüzün seyircisi kim? 

Seyirci öylece koltuğunda oturup duran kişiler topluluğu değil. Seyirci hayatın içinden gelen yaşayan, hayatı getiren insan…  Canlı olanı kapsayan, oluşturan, oynarken etkileştiğimiz, aynı salonda aynı havayı soluduğumuz kişi… Seyirci kara tahta değil, aklımızdakileri yazıp geçtiğimiz. Seyirci akıllı tahta da değil... Seyircinin beyni boş bir levha değil... Hiçbir dönemde olmadığı kadar etkileşime muhtaç kişileriz seyirci olarak… Bu oyun bana ne diyor? Yeni bir insan tanımış gibi mi oldum? Yeni bir yer görmüş gibi mi? Beni yaşantım ve toplum üzerine düşündürttü mü? Bana daha önce duyumsamadığım bir his mi duyumsattı? Beni düşüncelerden düşüncelere mi saldı? Bir konuda çözüm bulmama mı yardım etti yahut yeterince sıkıntı dolu olan yaşamlarımıza bir teselli bir umut mu oldu? Bir mesajı yahut derdinin olmasına gerek yok, bu oyun beni büyülü bir gerçekçilik kurarak fantastik bir yolculuğa mı çıkardı… Beni eğlendirdi mi? 


Sanat insana ne yapar? Kimi zaman, “sakın ha, bırakmak yok, bak ben de senin gibi düşündüm, şanslısın ki sen bana dışarıdan bakabiliyorsun ve buradan kendine bir çıkarım yapabilirsin,” der. Kimi zaman hep beraber gülmektir… Kimi zaman eş karanlığı, eş umutsuzluğu, estetik bir düzeyde anlatarak, alılmayıcısının içindeki karanlığa uzak mesafe katarak bakmasını sağlar ve böylece de işlevseldir; yalnız olunmadığı hissini verir.  “Hiç” amacıyla da yapılabilir. Bu sanatçının seçimi. Ancak söz konusu olan tiyatro sanatı ise işler değişir. Çünkü yaşam içinde alımlayıcısını aynı zamanda bir deneyim sahibi de yapan bir sanat dalı söz konusu olduğunda işler değişir. 

Sahneyi kuran biziz, ancak oyun seyirci ile oluşan ortak bir şey. Günümüzün seyircisini bilmediğimiz sürece ona değen, onu ilgilendiren, sanat yolu ile bir anlam arayışı yolunda onu anlamlandıracak olanı bulmakta güçlük çekeriz. Hiçbir sanat dalı tiyatro kadar “şimdi-burada” dan sorumlu değildir. Belki bir şiir, döneminde anlaşılmaz, yüzyıllar sonra bulur okuyucusunu. Belki bir tiyatro metni de öyle. Ancak, sahnedeki oyun, “işte” “şimdi” “burada” olan seyirciye karşı sorumludur. Gerçekten insanla ilgili evrensel bir gerçeği, belki de en yerel olandan hareketle, etkileyici bir şekilde işleyen oyunlar geleceğin de elinden tutmayı da başarmışlardır...  Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz; Ermişler Ya da Günahkârlar gibi bir oyun seçimi belki on, on beş yıl önce sahnelendiğinde seyirci için etkileyici ve yeni idi ancak, Harold Pinter’in de dediği gibi, “…gerçeğin baş döndürücü bir şekilde durmadan değiştiği” günümüz seyircisi için artık bir klişe. 

Oynanan bir sanat dalı olarak tiyatro seyirci ile gizli bir oyun arkadaşlığı kurar. Seyirci; düşünen, anlamlandıran, etkilenen, bilinçlenen yahut tüm bunların dışında belki de en önemlisi eğlenen kişidir. Günümüz seyircisinin en çok ihtiyaç duyduğu şey bence “yaşarlık”. Yaşamın bir taklidi olan tiyatronun, onu içine alması ve yeniden hayata bıraktığında seyircinin bir doğuş, bir değişim hissetmesi. Artık hayata eski gözlerle bakmaması... Yahut da tıpkı yolculukla şehir değiştirmenin sağladığı bir tür uzaklık sayesinde,  içinde olduğu birçok duruma, daha incelikli, detaylı, belki soğukkanlı, ama her halükarda estetik bir uzaklık içinde bakabilmesi.

Dramatik sanatların bizlere sağladığı şey, rüya etkisi. Çoğu zaman anlam kayışı ile sıkboğaz etmeyiz; anlam aramayız; etki ararız; bir değişim hissederiz; bunu paylaşırız. Bundan sonraki hayatımız bu rüyanın yorumuymuş gibi,  rüyanın etkileyiciliğine göre de şekillenebilir. 

İzmir Dt Ermişler Ya da Günahkarlar a bu minval üzerinden bakacak olursak, "ne dedi bize, ne yaptı, bir rüyadan çıktık mı, aynı rüyadan mı çıktık, bir kabus muydu? Daha çok klişe bir kabus. Buna inandın ama öyle değil böyle... Hım demek buraya kadar geldin, ama öyle de değil... Korku filmleri klişelerinde kullanılan, bitmek bilmez kötünün ortaya çıkışı; kişi kötünün kim olduğu konusunda level atladıkça daha zor bir seçenekle olnu baş başa bırakan bilgisayar oyunu mantığı… Değişen gerçeklik, burada kimlik odağından irdelenmiş. Başka bir gözle baktırma, Kurusowa’dan beri, (Rashomon), Akıl Defteri'nden bu yana sarsıcı bir teknik. Ancak, öyle sımsıkı sarıldığımız bir gerçeğimiz yok ki artık durmadan değişimi bizi şaşırtsın… Onun öyle olmadığı, ikna olduğumuz andan itibaren aslında en son sandığımızın da gerçek olmadığı…  Durmadan değişen gerçek. Günümüz seyircisinin kendi yaşamı üzerinden anlamlandırabileceği tek nokta bu belki de. Belirsizlik. 

Yazıyoruz, konuşuyoruz. Konuşmak her zamankinden daha kolay vazgeçilebilecek bir dönemden geçiyor, çünkü, çok az sözcükle, ama çok fazla konuşmaya başlayan bir toplum olduk. Bu yüzden eskisinden daha çok birbirimizi dinlemiyoruz. Dinlediğimiz insanlar kimler? Ya çok ilginç bir şey anlatanlar ya da çok ilginç bir ses tonuyla, çok ilginç bir vurguyla yaşar gibi anlatanlar… Yani oynayanlar. Dolayısı ile uzun diyalogları olan oyunlarda oynayan tiyatro oyuncularının işleri daha zor.  Bir şekilde karakterin ruhunu katarak, kostümüne özdeş bir kimliği seyirciye solutarak oynaması gerekiyor… Çünkü tüm seyirciler açık bir zihinle oyun izlemeye gelemeyebilir. Kötü bir oyunculuğun içinden iyi metni seçmekle uğraşacak yahut da iyi bir oyunculuğun içindeki kötü metni atmakla uğraşacak enerjileri olmayabilir.  Oyunda en başarılı bulduğum şey, bir akıl hastasının bakışını göstermeyi başaran dekor oldu. Hareket eden duvarlar… Oyunculuk da oldukça başarılı idi. Kadın oyuncunun yaşayan oyunculuğuna özellikle vurgu yapmak isterim. Hiçbir oyuncu ile özdeşim kurulamaması, mükemmel dekor, mükemmel oyunculuk, mükemmel müzik, mükemmel ışık, mükemmel kostüm hepsini önemsizleştiriyor. Onlara bakarak kimin kim olduğu konusunda sürekli fikir değiştiren küçük bir erkek çocuğunun, kanlı bir savaş oyununda robotlarını oynatması gibi geldi bana oyun. Oyuncularda gerçeklik değişirken, aynı kişi olmaya devam eden bir şey vardı çünkü. Hemşire dışında. Hemşire gerçekten bizi inandırdı. Oynadığı her role. Bu yüzden onu ayrıca tebrik etmek lazım. 

Sonuç olarak yine aynı yere dönüyoruz; günümüzün seyircisine;  bizi kan mı heyecanlandırıyor, cinayetler, korkunç işkenceler ve güvensizlik mi? Günümüz seyircisini bunlarla mı tutacağız? Elbette ki korkunç cinayetlerin işlendiği, akla hayale gelmedik türlü kötülüklerin olduğu bir hayat var. Dolayısı ile hayatın aynası olan tiyatro da bunları gösterebilir. Ancak, günümüzde teknolojinin yaşantımıza oldukça güçlü bir şekilde angaje olması sonucu, çoğu kez doğruları ya da yanlışları bir süzgeçten geçirmeye bile zaman bulamadan oldukları gibi işleyebiliyor iç benliğimiz. Tıpkı bir çocuk gibi, ne gördüyse onu alabiliyor, hız sirkülâsyonu ve yoğunluktan; kanlı önlük giymiş bir adam, “kanlı önlük giymiş bir adam”… Kanlı bir fotoğraf, “kanlı bir fotoğraf”… Elinde bıçak olan adam, “elinde bıçak olan adam”… Önü arkası olmadan. Olduğu gibi. İçimizdeki çocuk benliğimiz için farkında olmadan şiddeti var ediyor olabiliriz. Ne yani bu yüzden hep çiçek böcek mi, göstereceğiz?  Elbette ki hayır. İyilik ve kötülük arasındaki o ince çizginin ne kadar hassas olduğu üzerine yapılan dramatik eserleri belki yeniden hatırlayacağız; başka türlü nasıl’ı hep beraber düşünerek. Kimlikler üzerinden gerçeklik arayışını, Ermişler Ya Da Günahkarlar ile aynı düzleme alabileceğimiz, Bergman’ın Persona’sını hatırlayarak belki de… Ne diyor orada Elektra’yı oynarken birdenbire susan bir tiyatro oyuncusu olan Elisabeth’e doktor: “Benim anlamadığımı mı sanıyorsun? Var olmak denilen o umutsuz düşü… Olur gibi görünmek değil, var olmak. Her an bilinçli, tetikte… Aynı zamanda başkalarının huzurundaki varlığınla kendi içindeki varlık arasındaki o yarılma… Baş dönmesi ve gerçek yüzünün açığa çıkarılması için o bitimsiz açlık… Ele geçirilmek, eksiltilmek ve hatta belki de yok edilmek… Her kelime yalan… Her jest sahte… Her gülümseme yalnızca bir yüz hareketi… İntihar etmek? Hayır. Fazlasıyla iğrenç… İnsan yapamaz ama hareketsiz kalabilir, susabilir. Hiç değilse o zaman yalan söylemez. Perdelerini indirip, içine dönebilir. O zaman rol yapmaya gerek kalmaz, bir kaç farklı yüz taşımaya ya da sahte jestlere. Böyle olduğuna inanır insan. Ama gördüğün gibi gerçeklik bizimle dalga geçer. Sığınağın yeterince sağlam değil. Her tarafından yaşam parçaları sızıyor ve tepki vermeye zorlanıyorsun. Kimse gerçek mi yoksa sahte mi diye sorgulamıyor. Kimse sen gerçek misin yoksa yalan mısın demiyor. Bu sorunun yalnızca tiyatroda bir önemi olabilir. Belki orada bile değil. Seni anlıyorum Elisabeth, susmanı anlıyorum. Hareket etmemeni anlıyorum. İsteksizliğini fantastik bir sisteme bağlamışsın. Anlıyor ve hayranlık duyuyorum. Bitene kadar bu oyunu oynamalısın. Ancak o zaman bırakabilirsin. Tıpkı diğer rollerini bıraktığın gibi bunu da yavaş yavaş bırakırsın.”

Anahtar Kelimeler: ermişler ya da günahkarlar, izmirdt, izmir devlet tiyatrosu, konak sahnesi



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





TİYATRONLİNE

E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir