MAKALELER

Birdy - İstanbul Devlet Tiyatrosu

2012.05.16 00:00
| | |
4839

Medeniyet adı altında yaşadığımız sınırlamalar, sansürler, çevrelendiğimiz dikenli teller, hem de dokunanın elini kanatıp canını yakan cinsten.

Medeniyet adı altında yaşadığımız sınırlamalar, sansürler, çevrelendiğimiz dikenli teller, hem de dokunanın elini kanatıp canını yakan cinsten. Kapatıldığımız kafeslerde düşünmeyelim diye zihnimize bile uzanan eller. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, insanların bedeni üzerinden yapılan politikalar, politikaların birbirlerine açtığı savaşlar. Einstein’ın dediği gibi “Savaş kazanıldı, ama barış değil.” Barışın kazanılmamasının yanında, peki ya onca savaşı kazanmak için verilen kayıplar; kayıpların üzerimizde bıraktığı izler. Toplumun verdiği savaşların yanında, o savaşlarda bireylerin kendileriyle ve toplumla verdiği savaşlar. Tüm bunlar arada da olsa hepimizde “kuş gibi özgür olma” isteği uyandırmıyor mu? 

Willim Wharton’un kitabından önce beyazperdeye 1984 yılında uyarlanan “Birdy”, Atilla Şendil’in yönetmenliğini üstlenmesiyle İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun repertuarında yer alıyor. Her kaliteli metinde ve edebi eserde olduğu gibi, Birdy de temasal ve metinsel olarak çok zengin bir eser. Odak noktasına savaşı ve savaşın insanlara yaşattığı travmaları alan oyun, daha başında metinden yaptığı bir alıntıyla neyi anlatmak istediğini gözler önüne seriyor:

 “Düşünebildiğimiz için uygarlık denen bu kafesi inşa ettik. Şimdi bu kafesten kurtulmak için düşünmek zorundayız”

Bireylerin yarattığı sistemin, kendi bireylerini kuşatması ve hatta hapsetmesi üzerine odaklanan eserde, hikayeyi edebiyatta çok tanıdık gelen bir karakter oluşturma yöntemiyle, çift (couples) halinde bize sunuyor. Bu çiftlerden birisi kuşlara olan tutkusundan ismini alan “Birdy”,  diğeri ise “Delikanlı” Al, yani Alphonso. Özellikle Beckett’in kullandığı bu “çift” (couples) yönteminde, çift birbirini tamamlayan iki karakterden oluşur. Burada da, savaştan ruhen yaralanan, içedönük ve dış dünyaya sadece kuşlar aracılığıyla bağlı olan Birdy ve fiziksel olarak yara alan, dışadönük ve dış dünyayla –özellikle de vurgulandığı üzere karşı cinsle – ilişki kuran taraf Alphonso. Birdy’nin hayatta tutunduğu tek şey kuşlar. Kuşlarla iletişim kuruyor, ve birkaç kez gerçekten de uçma girişiminde bulunuyor çünkü uçmak ona kendini olabildiğince özgür hissettiriyor. Bu kadar kısıtlanmış bir toplumda, etrafımız kanunlarla, kanundan daha keskin toplumsal kurallar ve yargılarla çevrelenmişken Birdy’nin tek hayali kuş olmak. Savaştan sonraysa yaşadığı travmanın etkisiyle, kendisini etrafından izole etmek ve ayrıştırmak için gerçekten de “kuş oluyor”.

Metnin odak noktasında savaşın olduğu gerçekten de gün gibi ortada. Yönetmen belki metin de kendini çok açık ettiğinden, belki de bu açıklıktan dolayı daha fazla vurgunun “göze parmak” olmasını istemediğinden, yer yer odak noktasına çok katkısı olan yerleri vurgulamakta zayıf kalmış. Savaşı bu kadar odak noktasına alıp da, savaşla ilgili repliklerin ve sahnelerin, özellikle de savaşın travmatik yönlerini vurgulayan sahnelerin dinamiğinin, diğer sahnelerden –oyunculuk dışında- ayrılmamış olması, bir şeyler eksik kalmış hissi uyandırıyor. Dahası, rejisel olarak, odak noktasını vurgulamak için yönetmenin yakaladığı fırsatları değerlendirmemiş olduğu izlenimini bırakıyor. Özellikle final sahnesinde, iki karakterin de neye doğru yola çıktığı metinden dolayı oldukça açık. Ancak yine burada da sanki yönetmen o metne dört elle sarılmamış ve metni olduğu gibi ortaya koymuş gibi görünüyor. Odak noktasına aldığı savaş temasına, oyunun finali bağlanmakta zorlanıyor. Daha oyunun bittiği (vurgu eksik olduğundan dolayı) anlaşılmadan oyuncular selama çıkıyor. Rejisel olarak en büyük problem de temasal vurgunun oyun boyunca zayıf kalması.

Dekor ve ışıkla iki ayrı atmosfer ve mekan yaratıp, bunları özellikle savaş öncesi ve sonrası olarak bölmek de, temanın zamana ve mekana bağlı olmadığını vurgulamasına rağmen, son derece etkileyici ve rejisel açıdan takdiri hak ediyor.. Dekorla sahne ikiye bölünmüş durumda. Ancak alıştığımız türden sağ ve sol olarak değil de, alt ve üst olarak.  İki ayrı atmosfer yaratılmış: Biri üst tarafta hikayenin savaştan önce geçen kısmı, diğeri ise alt taraftaki akıl hastanesi. Üst mekan savaş öncesi Al ve Birdy’nin ilişkisini anlatıyor.Bu atmosferin hem üst tarafta olmasıyla, hem de hareket alanının özgür kılınması ve beyaz kostümlerle, mavi ışıklarla desteklenmesiyle bize daha gerçeküstü bir mekan sunuyor. Sanki gerçek zamanımızın ötesinde, Al, Birdy ve kuşların o özgürlüğünün karakterlere de yansıdığı bir ortam. Dekorun alt kısmı ise akıl hastanesi, etrafı demir plakalarla ve parmaklıklarla çevrelenmiş, sistemin hepimizi ele geçirdiği o yerleri temsilen karakterleri hapsediyor.  Hemen üzerindeki dünyanın atmosferinden çok uzak, insana sıkıştırılmışlık ve kısılmışlık hissini hem o metallerle hem de plakalarla çok güzel veriyor. Yukarıdaki platform merdivenlerden oluşmuş ve her biri başka bir merdivenle daha da yukarıya, yani kuşlara ve özgürlüğe, uzanırken, sistem bunların hepsini barındırmaktan çok uzak, siyah, gri, kahverengi ve soğuk. Çünkü o hegemonyaya, savaşa, ve insanlık-dışına ait. Yukarısı ise kuşlara, özgürlüğe, savaş gibi insanın yarattığı ölümcüllüğe karşın hayata tutunmaya ait, zamansız ve sonsuz. Son zamanlardaki işlevsel ve rejisel / anlamsal olarak gerçekten bütün olarak büyüleyici ender dekorlardan olmasıyla, tasarımcı Behlüldane Tor gerçekten ayrı bir övgüyü hak ediyor.

Işık tasarımıysa dekorla tam bir bütünlük içerisinde ve yine üzerinde harcanan emek son derece anlaşılır durumda. Her iki mekan için ayrı renk ışık kullanımı, sahnenin bir kısmının ek olarak getirilen ışıklara ayrılmasına sebep olmuş. İlk girişte biraz göze çarpan bu durum, ışıklar incelendiğinde, iki mekanın ayrı ışıklandırılması için kaçınılmaz gibi görünüyor. Üst tarafta özellikle mavi ışık kullanımı atmosfer yaratılması için çok güzel bir kullanım sağlıyor. Bunun yanı sıra, iki (alt ve üst) mekan arasındaki bağlantı, alt kısımda aksiyon akarken, yukarıdaki ilgili karakterin lokal ışıkla aydınlatılmasıyla da sağlanmış. Böylelikle iki mekan arasındaki aksiyonel ve anlamsal bağ da sağlanmış oluyor. 

 

Oyuncularda şüphesiz en dikkat çeken isim Birdy’nin gençliğini canlandıran ve bu performansıyla ödüllü Onur Demircan. Demircan, gerek beden ve sesine hakimiyetiyle, gerekse doğal oyunculuğuyla, yer yer seyirciyi “kuş” olduğuna bile inandırmakta zorlanmıyor. Birdy metinde tam anlamıyla üç boyutlu bir karakter olarak çizilmiş, oyuncuya gerçekten çizdiği sınırlarla kolaylık sunan bir karakter. Demircan ise bu çizgileri pratiğe dökerken son derece titizlikle çalışıp, sınırları belirlemiş, ve bu çizgilerin de izleyiciyle rahatlıkla buluşmasını sağlamış. Kendisine genç Al rolünde eşlik eden Kerim Altınbaşak ise, Birdy’nin saf oyunculuğunun yanında yer yer yapmacık bir oyunculuğa kaçıp, maalesef doğallıktan uzaklaşıyor. Sahnelerde görmekten en çok yorulduğumuz o basmakalıp ifadelere zaman zaman kayması, özellikle sahnelerinin tamamını paylaştığı Demircan’ın yanında göze daha da fazla batıyor. Al’in çavuş, orta yaş halini canlandıran Can Yılmaz ise, Al’in belli bir sahneden sonra yaşadığı duygu patlaması, ve bunun sonucunda izleyiciye Al’in kimliğinin açılımının aktarıldığı sahnelerde içaksiyonuyla gerçekten seyircinin dikkatini üzerinde toplamayı başarıyor. Bu başarısına zıt olarak, oyunun ortalarına kadar yersiz ve sebebi anlaşılamayan ani duygu patlamalarıyla, sahnenin duygusu ve aksiyonuna hakim olmadığı ve de aktaramadığı hissini uyandırıyor. Oyunda sözsüz oyunculuğuyla ve beden kullanımıyla dikkat çeken diğer bir isim ise Birdy’nin akıl hastanesindeki halini canlandıran Hakan Yufkacıgil. Yufkacıgil gerçekten bedeninin sınırlarını zorlarken, kuş formundaki sessiz oyunculuğuyla göz dolduruyor.

 

Hayata tutunmak için, etrafındaki kalıplardan kendi yöntemiyle sıyrılan, kafesinden uçmayı tek arzusu haline getirmiş olan bir adamın öyküsü Birdy. İçimizden, bizden, bizim kafeslerimizi bize gösteren bir prodüksiyon. Bize bu kadar tanıdık gelen şeyler midir “entellektüel” olan, halkı anlatmayan, halkı savunmayan ve onunla kucaklaşmayan? Belki günümüzdeki tartışmaların çerçevesinde, onların etrafında düşünüp, kapatıldığımız kafesleri bize hatırlatan tiyatronun neden bu kadar büyük bir hedef haline geldiği aklımızın bir köşesinde izleriz Birdy’i, hepimiz uçmak isterken. Belki de bir gün Nazım’ın dediği gibi mümkün olur “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine”. Ve tutunmak Birdy gibi hayatın kıyısına köşesine…

Anahtar Kelimeler: birdy, istdt, istanbul devlet tiyatrosu



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





TİYATRONLİNE

E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir