MAKALELER

Anadolu İnsanı Nurhan Karadağ

2017.11.21 00:00
| | |
12131

Yıl, 1943. Elazığ’ın Akpınar köyünde Peruze Hanım ile Osman Bedri Bey’in ilk çocuğu olarak dünyaya “merhaba” der

ÖLÜRSE TEN ÖLÜR CANLAR ÖLESİ DEĞİL! *YUNUS EMRE ANADOLU İNSANI NURHAN KARADAĞ

Yıl, 1943. Elazığ’ın Akpınar köyünde Peruze Hanım ile Osman Bedri Bey’in ilk çocuğu olarak dünyaya “merhaba” der Nurhan Karadağ. Doğum tarihi de ayı da günü de köy yaşantısının olağan sayılan koşullarında yazılır. Nurhan ismi, genelinde kadın ismi olarak algılanır ve Karadağ bir gün bu ismi almasına vesile olan nedeni annesine sorar. Annesi: “Şemsettin amcanın senden önce doğan kızı Nursen’e uysun diye senin ismini de Nurhan koyduk. Senden sonra doğan Nurten’in ismini de senin ismine uysun diye koydular.” der.


Kalabalık bir ailede yaşayan Nurhan, ilk torun olmanın özelliğiyle sevildikçe sevilir ama köydeki yaşamın koşullarıyla çeşitli defa kazalar geçirir. Bu kazalar köy yaşamında olağandır ve her çocuğun başına gelebilir. Derken toprakla uğraşan baba Osman Bedri Bey, kamyon şoförlüğü yapmaya başlar ve bu meslekle ailesini de yanına alarak Malatya’ya göç ederler. 


Nurhan, 1949 yılında henüz altı yaşındayken ilkokula başlar. Aynı zamanda babası ile işe gider. Babası ile beraber yaptığı yolculuklarda karşılaştığı çocuklar Kürtçe konuşmaktadır. Önceleri birbirlerini dil yoluyla anlamasalar da çocukluk sevecenliğiyle dille değil, bedensel işaretlerle birbirlerini anlarlar. Onlar Nurhan’a Kürtçe; Nurhan onlara Türkçe sayı saymayı öğretir. 


Osman Bedri Bey, günbegün büyüyen ekonomik sıkıntılara daha fazla dayanamaz. İkinci çocukları olan Kadir de doğmuştur ve iki yaşındadır. Bu yüzden çocuklarına ve ailesine daha iyi bir yaşam sunabilme arzusuyla 1952 yılında Ankara’ya göç etmeye karar verir. Balgat’ta bir göz odalı ev, dört kişilik aileye uygun olmasa da büyükşehirdelerdir ve Osman Bedri Bey, Devlet Demiryolları’nda işe başlamıştır. 


Osman Bedri Bey, eğitime düşkün bir babadır. Kendisi okuyamamış, kendince mevki-makam sahibi olamamıştır. Bu, içindeki sızıdır. Çocuklarını hangi koşulda olursa olsun okutmak ve onları iyi yerlerde görmek ister. Ankara’ya yerleştiklerinde ilk işi Nurhan’ı okula kayıt ettirmek olur. Fakat Kadir, bir göz odalı evde her şeyi oyuncak zannederek kırma, bozma, yırtma eylemindedir ve baba, Nurhan’ın çalışma atmosferi bozulmasın diye çaresizlikten çare üreterek tek odalı evin içinde küçük, asma bir mekan oluşturur. Böylece Nurhan, küçük kardeşi Kadir’in oyun oynama hışmına uğramadan derslerine çalışabilir.   


Yokluk ve yoksunluk içinde geçen sürelerde Nurhan da büyür ve ailesine katkı sağlamak -en azından okul giderlerini çıkarmak- için simitçilikten talih oyunlarına kadar çeşitli işler yapar. 


Nurhan Karadağ, kısıtlı bütçeyle evin geçindirildiğini çocuk yaşlarında öğrenir. Hatta derslerine çalışırken elektrik faturası çok gelmesin diye lamba yakmaz, ay ışığında okumalarını sürdürür. Bu eylem, onun hayatını kapsar. Kendi deyimiyle Kerime Nadir’in eserlerinden esinlenmiştir ama ileriki yaşlara yayılan bu alışkanlık; yokluktan var etme, üretme, yeniden biçimlendirme arayışı değil de nedir?


Birey olmak adına attığı her adım Nurhan Karadağ için sancılı olsa da o, bu sancıların kendini ifade ettiğinin bilincinde yolunda yürümeye devam eder. Lise yılları, bu sancılı yılların daha çok hissedildiği yıllardır. Çünkü gittiği okul, yaşadığı eve uzaklıkta onu zorlayıcıdır. Diğer taraftan etnik ve sosyo-kültürel yapının ayrımının en çok göze batan zamanını yaşamaktadır. 


Sporla ilgilenir Nurhan Karadağ (atletizm, disk ve gülle atma); hatta ilgilenmekle kalmaz çeşitli ödüllerle, derecelerle döner evine. Bu ödüller, mahallesinde yankı bulur ve onunla alay eden -ettirilen- kişiler, Nurhan’a saygı duymaya başlar.


Lise son sınıfta, sınıfta kalınca aileye yük olmamak için iş aramaya başlar. Çalmadık kapı bırakmazlar arkadaşı Doğan ile. Ümitlerinin tükendiği bir vakit Ankara Radyosu’nda figüranlık işi olduğunun duyumunu alır ve arkadaşı Doğan ile bu iş için görüşmeye gider. O zamana kadar Nurhan’ın okul müsamereleri dışında sahneyle ilgisi hiç olmamıştır. Yönetmen, ikisini de beğenince işe başlarlar ancak bu iş, kısa süreli olur.


1961 yılında vekil öğretmenliğine başlayan Karadağ, Ankara’nın çeşitli ilçelerinde görev yaparken insanları daha fazla tanıma ve olayları geniş açıdan yorumlama fırsatı bulur. Kız çocuklarının okula gönderilmesi için çaba sarf eder; hatta köylüleri ikna etmek için onları jandarmayla korkutur. Ve ilk kez Peter Pan ile başlayan oyunculuk deneyimi, öğretmenlik yaptığı okulda Duvarların Ötesi’yle devam eder. 1963 yılında Halkevleri’nin tekrar açılmasıyla Nurhan Karadağ, tiyatro bölümünün kayıtlı üyesi olur ve Halkevleri, onun için ayrı önem taşır. 


Üniversitede Rus Dili ve Edebiyatı Kürsüsü’ne iki yıl devam eder ama bu bölümde daha fazla okuyamayacağını anlayarak yatay geçiş hakkı ile Tiyatro Kürsüsü’ne kaydını yaptırır. (1964 yılında DTCF’de kurulu bulunan Tiyatro Enstitüsü, statü değiştirip Tiyatro Kürsüsü olmuştur ve Nurhan Karadağ, bu kürsünün ilk öğrencileri arasındadır.)


Yusuf Sağlam’ın yazdığı Anadolu Tiyatrosunun Köylüsü Nurhan Karadağ kitabını, hocanın gidişinin 2. yılında yeniden okudum. Ne de güzel kaleme alınmış ne duygu yüklü! 
Köy Seyirlik denilince ilk akla gelen isim olma özelliği ile vakti zamanında Anadolu köylerini İbrahim Karamemet ile karış karış gezen güzel insanı yâd ettim. Ödüllerinden, sahneye aktardığı oyunlardan, Deneme Sahnesi’ndeki süreçten, öğrencilerinden, ustalarından, dönemin koşullarından, Alevi-Bektaşi geleneğini araştırma sürecindeki çabasından, reji tekniğinden, mütevazılığından, insan ilişkilerinden, çalışma temposundan, mide ülserinden, hastane süreçlerinden, profesörlüğüne aldırmadan sahneyi temizlemek için eline aldığı süpürgeden......çokça bahsedilir elbet. Hatta bu bahsi, onunla beraber olan insanlar el verdiğince gerçekleştirmeye çalışıyor. Naçizane ben de en azından Nurhan Karadağ’ın DTCF sürecine kadar olan kısmı yazmak istedim. 


21 Ekim’de Ankara’da Anadolu Tiyatrosu’nda Nurhan Karadağ başlıklı bir söyleşi gerçekleştirildi. Konuşmacı da Yusuf Sağlam’dı. Sonrasında ise anma etkinliği düzenlendi. 
Nurhan Karadağ’ı ve yaptığı çalışmaları kaleme almak ya da anlatmak elbette güç bir iş. Zaman gerektiren bir iş. Onu anlatan en yakın kurum ise Deneme Sahnesi ve DTCF.
Bu yazıyı kaleme alırken de birçok zaman düşündüğüm -anı, belge, biyografik, otobiyografik anlatım, kitap, belgesel, film, vb. gibi kayıt oluşturacak ve bu zamandan ileriye elle tutulur kaynak sağlayabilecek düşünce ve eylem hazırlığımızın olmaması karşısında yine hayıflandım. Tiyatro tarihimizin mihenk taşları olan bu güzel ve azimli insanlara karşı vefa borcumuzun olduğunu kendi içimde hep hissettim, hissediyorum.


Ancak... Geçen sene Deneme Sahnesi’nin güzel insanlarıyla röportaj yaparken Yusuf Sağlam’ın yayımladığı kitabıyla ilgili sözleri de aklımdan çıkmıyor. 


“Nurhan Karadağ, yapılan tiyatro üretimlerden gelecek kuşaklara miras olabilecek; belge ve yazılı envanteri bırakmaya değer verendi. Türkiye toplumu, hele hele tiyatro camiası yerinde ve zamanında gerçekleşen bu çalışmaya gereken kıymeti ve desteği verdi mi? Cevabım koca bir hayır! Kitabın basım öncesi imece sürecinde üç duyuru, sonrasında yalnızca 36 kişinin el uzattığını Nurhan hocaya bir türlü söyleyemedim. Bu duyurular sözüm ona onun sevenlerine yapılmıştı. Oysa hoca; ‘Bin kitap bu camia için nedir ki? Yakın zamanda ikinci, üçüncü baskıları bile yapılır.’ düşüncesindeydi. Anlatmak, izah etmek benim için çok zordu. Sanal ortamdaki duyurularla arkadaşlarımın kışkırtmaları sonrası ve Ankara Deneme Sahnesi’nin maddi desteği de kifayetsiz kalınca; imdadıma yayıncım, dostum, arkadaşım, güzel insan; Metin Turan yetişti. ‘Abi bir kez yola çıktık, Nurhan hocayı üzmek olmaz. Bu saatten sonra geri durmak bize yakışmaz. Ne yapalım, iş başa düştü. Kendi olanaklarımızla basalım, arkası belki o zaman gelir.’ Ama gelmedi.” 


Nurhan Karadağ ile tiyatro camiasında 6. kuşak da gelirken 30 lira olan bu kitabın (internet kitapçılığında belki bir iki lira daha düşük ücretle satılıyordur) halen 1. baskıda kalması şaşırtıcı geliyor bana. İnanması güç ama şaşırıyorum. 


“Biz toprağın çocuklarıyız.
Toprağa bağlıyız.
Anamız toprak, babamız toprak, atamız toprak...
Ancak biz anlarız birbirimizi...”



Birbirimizi anlamak için; birbirimizi tanımaya, emek vermeye, çoğaltmaya ihtiyacımız var. Sevgiyle kalın... 


KAYNAKLAR: 
Anadolu Tiyatrosunun Köylüsü Nurhan Karadağ/ Yusuf Sağlam / Ürün Yayınları
Dramatik Dergisi / Bahar 2016
Deneme Sahnesi Röportajı / Şirin İnci / Tiyatro Gazetesi Temmuz 2016 S

Anahtar Kelimeler: nurhan karadağ



0 Yorum
Hmm! Bu içeriğe henüz yorum yapılmadı, sen yazmak ister misin?
Bekle! Yorum yazmak için üye olmalısın Üye isen burayı tıkla. Üye olmak için de burayı tıkla.
Diğer Yazıları





TİYATRONLİNE

E-Bülten Üyeliği Görüş Bildir